İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dünya 1915’te ne olduğunu biliyor

Berrin Karakaş / Radikal
Eşi Atom Egoyan’ın filmlerinden tanıdığımız oyuncu Arsinée Khanjian Türkiye’deydi. Khanjian ile diyasporada yaşama hallerini, Ermeni Soykırımı’nı ve Ararat filmini konuştuk 


Anadolu Kültür ve merkezi Erivan’da bulunan Civilitas Vakfı, ‘Dağa Tırmanmak’ başlığı altında bir söyleşi dizisi başlattı. İlk konuklar avukat Fethiye Çetin ve oyuncu Arsinée Khanjian’dı. Biri Türkiye diğeri Kanada vatandaşı iki Ermeni kadının kişisel hikayelerini dinledik 6 Eylül’de. Söyleşi başlamadan önce “Fethiye ile ağlamak bizim ortak dilimiz” demişti Khanjian.Ve söyleşinin sonunda ikisi de ağlıyorlardı. Aynı gün çünkü, Khanjian’ın doğum günüydü ve sürpriz bir şekilde dinleyiciler “İyi ki doğdun” şarkısını söylemeye başladıklarında gözleri doluyordu. Birbirlerine sarıldıklarında, Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’ kitabından bahsederken boğazımda düğümlenen yaşlar da akıyor, bütün kavgaların arasında bu sarılışların değeri bir kez daha ispatlıyordu paylaşmanın gücünü. “Dünyanın neresinde olursa olsun bir ırkçı saldırının kendisini ilgilendirdiğini” söyleyen Arsinée Khanjian iyi ki Türkiye’ye gelmiş diye düşündüm. Kars sınırından girerek Ararat’a tırmandığı zamanı saymazsak, bu Türkiye’ye ilk gelişiydi ve kolay alınmış bir karar da değildi. Uzun süre kim olduğunu, parçası olduğu bir tarihi özgürce konuşamayacaksa gelmenin de bir anlamı olmadığını düşünmüş ve gelmemek gibi kesin bir karar vermişti. Lakin bu topraklarda Fethiye Çetin gibi insanların varlığı gösteriyordu ki, artık gelmek, konuşmak, paylaşmak ve önyargıları yıkmak zamanıydı.

‘Dağa Tırmanmak’ ta Fethiye Çetin’le birlikte kişisel yolculuklarınızdan bahsediyorsunuz. Diyasporada yaşayan bir Ermeni olarak iki yolculuk arasında nasıl farklar var sizce?

Çok büyük farklılıklar var. Fethiye Çetin maalesef benim gibi kendi tarihini çocukken öğrenme ayrıcalığına sahip olamamış. Ve biliyoruz ki tek de değil. Neredeyse 100 yıldır 80 milyondan fazla insan kendi tarihini öğrenmeyi inkâr ediyor bu ülkede. Ve bu da katastrofik bir durum. Ben Fethiye gibi kim olduğunu öğrenmeye çalışanların devlet tarafından cezalandırıldığı bir ortamda büyümedim. Daha farklı acılarım vardı. Çocuklumdan beri kayıp olmanın acısını çektim. Anne tarafım Erzurum’dan, baba tarafım Diyarbakır’dan. Büyükannem soykırımdan kurtulmuş, ailesi yok edilmiş bir yetimdi ve öncelikle onların hikayesinden öğrendim gerçeği. Ölümleri, sürgünleri… Ben Beyrut’ta doğdum. Mısır’da, Lübnan’da, Irak’ta, kendi kültürünü Ortadoğu’da yeniden yaratmaya çalışanlardık bizler. Ermeni okullarına gittik, kiliselere gittik, vaftiz edildik. Lübnan’da Ermeni olduğumu söyleme özgürlüğüm vardı. Saklamak zorunda kalmadım kimliğimi. Ermeni olmanın kötü bir şey olduğu söylenmedi bana.

Atom Egoyan için biraz daha farklı galiba. Bir söyleşisinde size nazaran daha asimile bir gençlik ve çocukluk geçirdiğini anlatıyor.

Çünkü ben Lübnan’da büyük bir Ermeni cemaati içinde Ermeni olduğum bilinciyle büyüdüm. Tarihimi özgürce öğrenebildim. İnkârın başladığı bir dönemde doğmuş ve tarihe adaleti getirme sorumluluğuna sahip bir çevrede yetişmiştim. Onun için aynı şey geçerli değildi. Kanada’da böyle bir cemaat içinde değildi, Ermenice değil, İngilizce konuşuyordu. Atom’un anneannesi Mısır’dan bir Ermeni. Soykırımdan kurtulan dedesiyle Mısır’da evleniyorlar. Atom’la karşılaştıktan sonra yaşadıklarımızı karşılaştırmak çok enteresandı. Aynı Fethiye Çetin’le olduğu gibi. Hepimiz farklı tecrübelere sahibiz ve bunları öğrenmek, keşfetmek Türkiye için de çok önemli. Bu ülkede Fethiye Çetin’in öyküsüne benzer öyküleri olan çok insan var. Ve Ermeni olduğu halde ürkerek, baskılarla ürkütülerek bunu söylemeye çekinen çok insan.

‘Ararat’ dahi sinemada gösterilemedi oysa Türkiye’de. Ne olurdu sizce gösterime girseydi?

Bugün benim, Atom’un, diyasporada olsun ya da olmasın, pek çok Ermeni’nin 2012’de bir şeyi kanıtlamak gibi bir çabası yok. Gerçeği bildiğimizden kesinlikle eminiz. Gerçek, insanların tarihi topraklarından sürgün edildiği, öldürüldüğü ve sonrasında bunun inkarı. Türkiye soykırım sorusunu gündemine almıyor çünkü demokrasi anlamında o kadar fazla problemi var ki. Oysa Ermeni soykırımı problemini çözersen o Türkiye’nin içindeki diğer problemleri de işaret edecektir. Türkiye bu problemi sürekli canlı tutarak kendisini, kendi insanlarına karşı sorumluluğunu da inkar ediyor. Ben bugün daha ziyade şunun konuşulmasını önemli buluyorum: Artık Türkiye’de Ermeni soykırımı gibi bir soykırım yapılmıyor belki ama çok daha büyük bir azınlık nüfusuna sahipsiniz ve hak ihlalleri o kadar çok ki. Neden? Türkiye soykırımı kabul ederse Osmanlı İmparatorluğu’nda o zaman yaşanan bu suçu kabul eden, ‘bu çok korkunç bir suçtu’ diyen tek ülke olmayacak. Türkiye bunu dürüstçe kabul eden ve değiştirmeye çalışan ülkeler arasında değil çünkü milliyetçilik bu ülkede uyuma, birliğe zarar veriyor. Ekonomik olarak bu kadar gelişkin, pek çok kaynağı olan bir ülkenin soykırımı kabulü belki de iyileşmeye yardım edecek. Türkiye için yeni bir imaj oluşturacak. Çünkü dünya 1915’te ne olduğunu biliyor. Türk stratejisi, milyonlarcasının inkarı önemli değil.

Atom Egoyan’la birlikte çok sayıda film yaptınız. Bu filmografide Ararat’ın ayrı bir yeri olsa gerek.

Bu filmle dünyaya karşı büyük bir sorumluluğumuz vardı. ‘Ararat’ karşılıklı bir tartışma başlatması amacıyla yapıldı, bir şeylerin ispatı için değil. Önemli olan karşılıklı ortak bilgileri paylaşmaktı. Pek çok insanın bu soruna dair düşünmediğini, gerçekleri öğrenmek istemediklerini biliyorduk ama çok önemli bir sivil toplum da vardı Türkiye’de “O tarihte ne oldu ?” diye soran. Biz işte filmi yaparken bu soruları, bu tartışmayı başlatabiliriz diye düşünüyorduk. Ama duvar yıkıldı ve aynı aptalca şeyler devam ediyor: “Hayır siz bizi öldürdünüz”; “Hayır siz Azerbaycan’da insanları öldürdünüz”, ‘Asala Türk büyükelçisini öldürdü…” Evet Asala Türk elçisini öldürdü. İyi bir şey değildi sonuçtu. Ama 70 yıldır inkâr ediyorsan, büyük karanlık bir kuvvet senelerce “Sen yoksun” diyorsa, dikkat çekmeye çalışırsın. Çok üzgünüm ama öldürülenler belirli bir stratejiyi yürüten bir ülkenin sembolleriydi. Ermeni gençlerinin hayatlarını hapiste sürdürmelerini, orada burada bombalar patlamasını istiyor değilim. Onlara kalan tek şeyin bu olduğunu düşündüler demek ki. Asala’nın saldırısını savunmuyorum. Diyorum ki böyle negatif bir şey yapıldığında mı sadece bu konuya ilgi çekilmeli? Bugün neden böyle bir yola başvurmuyoruz?

Ararat filmi sebebiyle o dönem tehditler aldınız. Korkutuyor mu bunlar sizi?

Korku duymayı reddediyorum. Benim devrimim bu. Korkunun beni durduracağına inanmıyorum. Aptalca provokatif oyunlara, açıklamalara gerçeği biliyorsan inanmazsın ve korku duymazsın. 20 yıl önce diyasporadan veya Türkiye’den karşılaştığım insanlar ‘Biliyoruz neler yaşandığını ama konuşamıyoruz çünkü korkuyoruz” diyorlardı. İşte başlangıç noktası bu korkuyu yok etmek. Gerçekler hakkında konuşacaksanız her zaman bedelini de ödemek zorundasınız.

Atom Egoyan’ın son filmi Chloe’de sizi göremedik. Şakayla karışık sorarsam film bir erotik korku filmi olduğu için olabilir mi?

(Gülüyor) Atom bunu yüzde yüz söylemese de etkisi vardır diye düşünüyorum. Bir de yıllardır birlikte çok fazla film yaptık. Artık daha farklı sanat projelerine yoğunlaşmak istiyoruz. Ben de esas ait olduğum tiyatroya dönmeyi planlıyorum.

Dink suikastı bir uyanış oldu

Atom Egoyan’ın Hrant Dink’in cenaze törenindeki kalabalığı gördükten sonra Türkiye’ye dair umudunun arttığını okumuştum. Siz de paylaşıyor musunuz aynı fikri?

Türkiye’de bir şeyler değişiyor evet. Her şeyden önce Hrant Dink sadece Ermeniler hakkında konuşan biri değildi. Bu ülkede kötü olarak tanımlanan, baskı altında tutulan bütün azınlıklar için konuşma özgürlüğü, varoluş özgürlüğü, kimlik özgürlüğü adına konuşuyordu. Türk insanlarının pek çoğu biliyor ki Hrant Dink suikastı sadece Ermenilerle ilgili değildi. Bunun farkına vardılar. Tabii ki biz inkar politikasına dair fikirleri adına öldürüldüğünü biliyoruz. Bir yandan da şu var, pek çok insan Türkiye’de farkına vardı ki haklarını savunan bir insan daha öldürüldü. Demokratik bir toplumda her birey “Benim dinim bu, kimliğim bu” diyebilmeli. Müslümanlar da bu ülkede Hıristiyanlar kadar izole edilmiş. Hrant Dink “Bunlar kabul edilemez” diyordu. Onun ki bir uyanış çağrısıydı. Pek çok Türk için sanıyorum Dink suikasti bir uyanış oldu. Umarım Ermeni olsun olmasın Türk toplumu bireysel sorumluluklar ve kolektif hareketlerle kendi hükümetine, devletine karşı konuşabilsin. Bugün Fethiye ile bir araya gelmemin sebebi de bu. Bir Türk vatandaşı olarak neler yaşıyoru konuşmak istemem. Çünkü bu gelişmeler beni de ilgilendiriyor.

Atom Egoyan ile bir yolculuk yapıyoruz

Biliyorum çok sık karşılaştığınız sorulardan ama ben de soracağım. Aynı zamanda kocanız olan bir yönetmenle çalışmak nasıl?
Ben Lübnan’dan geldim ve Kanada’da Atom’la karşılaştım. Çok şanslıydık çünkü iki farklı geçmişe sahip iki Ermeni ve sanatsal gelişmeyle ilgilenen iki insan olarak özgür olduğumuz, her zaman her türlü sanat formunun gelişimini konuşabileceğimiz bir ülkedeydik. Birlikte sanat yapıyor olmanın kendi adına başkalarıyla çalışmayı zorlaştırması gibi bir durumu var ama bizi rahatsız etmedi hiçbir zaman bu. Böyle bir şansa sahip olduğumuz için mutluyduk. Merak ikimize de verilmiş önemli bir lütuftu. Ve ikimiz için de sanat topluma dair sorular soran bir ifade biçimiydi. Başarımız evrenselleştiğinde, insanların takdirini aldığınızda daha iyi anlaşılıyor bunun önemi. Mesela bugün Sultanahmet Camii’nde başımda eşarp olmasına rağmen Kanadalı bir kadın yanaşıp “Siz Arsinée Khanjian mısınız?” diye sordu. Tanıdığı için Ermenidir diye düşündüm ama değilmiş. İranlı kocası ile İstanbul’u ziyaret ediyorlarmış. “Sizi çok seviyoruz çünkü bizim adımıza, bizim için konuşuyorsunuz” dedi. Bir sanatçı için insanlara ulaşmaktan daha önemlisi yok. Atom Egoyan’la bir yolculuk yapıyoruz. Bu bize verilen bir armağan ve toplum için bu yolculuğa devam edeceğiz.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1099797&Yazar=BERRIN-KARAKAS&CategoryID=41

Yorumlar kapatıldı.