İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kurucu unsur: Hukuksuz zorbalık

Etyen Mahçupyan

Cumhuriyet rejiminin Sünni olmayan Müslümanları Sünnileştirmek, Sünnileri de Türkleştirmek üzere uyguladığı ‘hukuki’ zorbalık, devlete tabi vatandaşlar üretmeyi hedefliyordu. Söz konusu vatandaşlığın, Mustafa Kemal’in adı etrafında oluşturulan bir idealizasyon sayesinde “O’nun izinde gitmek” anlamında kutsallaştırılması ise, bu zorbalığı meşru hale getirdi. Böylece devlet Alevileri Sünnileştirmek, Sünnileri ise Türkleştirmek üzere bir baskı sistemi kurarken, buna uymayanları ‘cemaaten’ kamusal alanın dışına çıkartma yetkisi elde etti. Bu sayede kamusal alan devletin ideolojik tahakkümü altında şekillendi ve devlete ait bir tasarruf alanı olarak işlevselleşti.

Sonuç, Alevilerin ve Sünnilerin farklı nedenlerle devlet iktidarının ürettiği imtiyaz imkanlarının dışında kalması, bu kesimin sadece bazı bireylerinin kimliklerini terk ederek ‘makbul vatandaş’ olabilmeleriydi.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti sadece farklı Müslüman cemaatlerle değil, gayrımüslimlerle de karşı karşıyaydı… Ne var ki gayrımüslimlerin Müslümanlaşması söz konusu olmadığına göre, Türkleşmeleri de mümkün değildi. Bu azınlık mensupları daha baştan reel ve potansiyel ‘cumhurun’ dışındaydılar ve dolayısıyla da ‘gayrı vatandaş’ olarak kimlikleştirildiler. Diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşları ve diğer ülkelerden gelen yabancılar yanında üçüncü bir kategoriye de sahipti: Yerli yabancılar. Nitekim Yargıtay çeşitli kararlarında Türkiye’nin yerli gayrımüslimlerinin normal vatandaşlar olmadığına, onların bir tür yabancı olduğuna hükmetti. Yabancı olduklarına göre de, örneğin mülk alımlarının engellenebilmesi, ama daha da önemli olarak eski mülklerine el konulabilmesini ‘meşru’ saydı. Tahmin edileceği üzere 12 Eylül hukuku bile buna cevaz veren bir mantığa sahip değildi, ama Yargıtay açıkça ve müdanaasızca bu hukuksuz zorbalığın yolunu açtı. Tabii Yüksek Yargı’nın bu tasarrufta yalnız olduğunu düşünmek doğru olmaz. CHP’den eski cumhurbaşkanlarına tüm idari ve ideolojik devlet hiyerarşisi, gayrımüslim mallarının birer ganimet olarak görülüp talan edilmelerini doğal buldu.
Devletin hırsızlığı yasallaştırıp makbul vatandaşlarını da bu yönde teşvik etmesini hukuk bağlamında analiz etmek veya anlamak sonuçsuz bir çaba olur. Çünkü ‘söz konusu ganimetse gerisi teferruattır’. Düşünün ki bu gayrımüslim ‘siyaseti’ 1919’dan itibaren hiç hız kesmemiş, Cumhuriyet rejimi İttihatçı uygulamayı aynen sürdürmüş ve bütün bunları kendi kurucu anlaşması olan Lozan’ı daha ilk günden ihlal ederek gerçekleştirmiştir. Diğer bir deyişle gayrımüslim mülkü söz konusu olduğunda Lozan da teferruat kalmıştır. Öte yandan Lozan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyet temelini ifade ettiğini düşünürsek, bu hukuksuz zorbalığın sonucu ancak şöyle yorumlanabilir: Türkiye Cumhuriyeti dünya dengeleri nedeniyle ve benzer ülkelerin benzer suçları sayesinde de facto olarak ayakta duran, uluslararası hukuk açısından ise gayrı meşru olmayı kabullenmiş bir cumhuriyettir…
e.mahcupyan@zaman.com.tr 

Yorumlar kapatıldı.