İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fisk: Azınlıklar için tarafsızlık bile tehlikeli

Robert Fisk

Bugün Halep’in zulümlerinin ortasında, azınlıkları hatırlayalım. Suriye’de sayıları yarım milyonu aşan Filistinliler’i ve çoğunluğu Halep’te yaşayan 1.5 milyon Hıristiyan’ı… Onlar, yanardağın kıyısında yaşayan Suriye vatandaşları.İkisi de Beşar Esad rejimiyle “işbirliği” yapmak istemiyor. Fakat tarafsız olunca yanınızda bir dost kalmıyor. İşgal altındaki Fransa’da işbirlikçi sayılmak için, bir Nazi’ye bir somun ekmek satmanıza gerek yoktu. Fakat bir Alman deyişini kullanacak olursak, “tekerleği döndürmeye yardım ediyordunuz.” Hayır, Beşar Esad Hitler değil; yine de Tanrı bu korkunç dönemde Suriye’deki Filistinliler’i ve Hıristiyanlar’ı korusun.

***


Robert Fisk Suriye’deki çatışmalarda Filistinli ve Hıristiyan’ların nasıl etkilendiklerini kaleme aldı

02 Ağustos 2012 Perşembe – 04:27


Bugün Halep’in zulümlerinin ortasında, azınlıkları hatırlayalım. Suriye’de sayıları yarım milyonu aşan Filistinliler’i ve çoğunluğu Halep’te yaşayan 1.5 milyon Hıristiyan’ı… Onlar, yanardağın kıyısında yaşayan Suriye vatandaşları.

İkisi de Beşar Esad rejimiyle “işbirliği” yapmak istemiyor. Fakat tarafsız olunca yanınızda bir dost kalmıyor. İşgal altındaki Fransa’da işbirlikçi sayılmak için, bir Nazi’ye bir somun ekmek satmanıza gerek yoktu. Fakat bir Alman deyişini kullanacak olursak, “tekerleği döndürmeye yardım ediyordunuz.” Hayır, Beşar Esad Hitler değil; yine de Tanrı bu korkunç dönemde Suriye’deki Filistinliler’i ve Hıristiyanlar’ı korusun.

Çıkarılacak dersler var. Lübnan’daki yarım milyon Filistinli mülteci, 1975-90 yılları arasındaki iç savaşta Müslüman-solcu cephesinde savaştı. Nefretle, toplu katliamla ve son olarak kendi virane kamplarına hapsedilerek ödüllendirildiler. Kuveyt’teki Filistinli mülteciler 1990’da Saddam’ın işgalini desteklediler; 1991’de yüzlercesi Ürdün’e tahliye edildi. 1948’den beri Irak’a yerleştirilmiş bulunan Filistinliler, Amerika’nın 2003’teki işgalinden sonra Iraklı “direnişçiler” tarafından ya katledildi ya da sürüldüler.

Yani Suriye’de yeni bir sivil savaşın içine çekilen Filistinliler için tek kurtuluş ümidi tarafsızlık. Fakat Özgür Suriye Ordusu kamplarını düzenli olarak ziyaret ediyor. Onlara ‘Bizim için savaşın’ diyorlar. Ve kampları, Suriye hükümetinin “muhaberat” ajanlarıyla kaynıyor. Bizim için savaşın, diyorlar. Fakat iki Filistinli askeri birlik, Suriye’nin 1976’da Lübnan’a askeri müdahalesinden sonra en satın alınabilir milislerden olan Saika ve Filistin Kurtuluş Ordusu, rejimin doğrudan kontrolü altındalar. İki ay önce, Suriye tarafından eğitilmiş FKO askerlerinden 17’si suikaste kurban gitti. Sonra geçen hafta Şam’da 17 FKO askeri daha öldürüldü.

***

FHKC üyesi orta yaşlı bir Filistinli, “Kimileri rejimden uzaklaştırılmak için Özgür Suriye Ordusu tarafından öldürüldüklerini söylüyor” diyor. “Diğerleri de onların, Özgür Suriye Ordusu’ndan uzaklaştırılmak için rejim tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor. Bizim tek yapabileceğimiz, tarafsızlığımıza tutunmak. Ve Suriye’de kamplarda bulunan bazı Filistinliler’in, Suriye hükümetine bağlı “muhaberat” ajanları olduğunu hatırlamalısınız. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Yönetimi, rejim için savaşacaklarını bizzat söylediler.”

Suriye’deki Filistinliler’in büyük kısmı, Suriye nüfusunun ve direnişin çoğu gibi Sünni Müslüman.

Hıristiyanlar ise, Esad’a karşı güçlerde dinsel açıdan kesinlikle çoğunluk olarak var olmayan, Suriye vatandaşları. Beşar’ın, şu anda kesinlikle kuşku yaratan istikrarlılığı, Esad sonrası bir rejimin korkunç bilinmezliklerine tercih edilebilir. Sadece Halep bölgesinde 47 kilise ve katedral var. Hıristiyanlar, Selefiler’in isyancıların arasında savaştığına inanıyorlar. Haklılar.

Onlar için de çıkarılacak dersler var. Ünlü yeniden doğmuş Hıristiyan George W. Bush 2003’te birliklerini Irak’a gönderdikten sonra yaşanan acımasız dönemde, Ortadoğu’daki en eski Hıristiyan toplumlarından biri olan Iraklı Hıristiyanlar paramparça edildi. Mısırlı Hıristiyan Kıpti Patriği Şenuda, diktatörün düşüşünden sadece iki gün öncesine dek, koruyucusu Mübarek’i destekledi; Mısır’daki Müslümanlar bunu hatırlıyorlar. Peki o zaman Suriye’deki Hıristiyanlar ne yapmalı?

Lübnan Maruni Patriği, şu sönük Beşara Rai, Suriye’deki isyanın başlamasından sonra Beşar’a “daha fazla zaman” verilmesi gerektiğini söylediğinde, ülkesindeki Sünni Müslümanlar’ı çok kızdırmıştı.

Ama Suriye televizyonuna baktığınızda, Hıristiyanlar’ın performansları karşısında utanç duymak kolay.

Geçen hafta, Suriyeliler’e hitap etme sırası Şam Maruni Piskoposu’na gelmişti. İlk sözleri? Suriye devlet televizyonuna ona konuşma hakkı verdiği için teşekkür etmek istiyordu. Hıristiyanlar’ın Ramazan’a ne kadar saygı gösterdiklerinden, nasıl bu kutsal ayda inançlarını Müslümanlar’ın inançlarıyla güçlendirmeyi öğrendiklerinden bahsetti. Bu tam anlamıyla makul bir açıklama, fakat aslında piskoposun cemaatinin çoğu, aynı Müslümanlar karşısında korku içindeler.

Ve sonrasında öldürücü cümle geldi. Piskopos vaazının sonunda Suriye’deki tüm “sivilleri, yetkilileri ve askerleri” kutsadı. Elbette “yetkililer” Beşar’ın yetkilileriydi. Ve askerler rejimin askerleriydi. Sanırım şu eski Hıristiyan tavsiyesine dönmeliyiz: ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verin.’ Bir hatırlatma daha: Beşar Esad, Sezar değil.

Fakat Lübnanlı Hıristiyan bir yazar, Suriyeli Hıristiyanlar’ın büyük ihtimalle Aziz Paul’ün tavsiyesini dinlediklerini söylerken haklıydı (1 Timoteyus 2:1): “Öyleyse her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı’ya tüm insanları içeren dilekler, dualar, içten istekler, şükürler sunulsun. Bunlar hükümranları ve tüm başta bulunanları da içersin. Böylece tanrısayarlığa ve saygınlığa yaraşır gürültüsüz patırtısız, sessiz sedasız bir yaşam sürelim.” Ve şu an için Suriye’de “yöneten” Beşar değilse kim?

ABD Kongre binasında Chris Bohjalian’ın Ermeni Soykırımına ilişkin kitabının tanıtımı gerçekleştirildi







Chris Bohjalian Ermeni Soykırımına ilişkin «Kum Kalenin Kızları» (The Sandcastle Girls) kitabının tanıtımını ABD Kongresi Capitolium’da gerçekleştirdi.Amerika Ermeni Ulusal Komitesi’nin (ANCA) verdiği bilgiye göre; Bohjalian tanıtımda okuyuculara kitaplarını imzaladı. «The Washington Post»un verdiği habere göre; Bohjalian’ın kitabı ABD’de en çok satan kitaplar arasında 4. sırada yer almakta.

Kitabın tanıtım etkinliğine Kongre üyeleri Robert Dold, Adam Schiff, ABD Kongresi Ermeni Dostları Grubu eşbaşkanı Frank Pallone, David Cicilline, Jackie Speier ABD’nin eski Ermenistan Büyükelçisi John Ewans ve eşi yanısıra Kongre çalışanları, Ermeni toplumu temsilcileri katıldılar.

ANCA İcra Direktörü Aram Hamparian konuya ilişkin açıklamasında «Kum Kalenin Kızları» (The Sandcastle Girls) vb. kitapların Ermeni Soykırımı ve Türkiye’nin inkarcı siyasetinin sonuçlarına ilişkin bilinç düzeyini yükseltmekte olduğunu kaydetti.


News from Armenia – NEWS.am


 
Kurucu unsur: Hukuksuz zorbalık
Etyen Mahçupyan

Cumhuriyet rejiminin Sünni olmayan Müslümanları Sünnileştirmek, Sünnileri de Türkleştirmek üzere uyguladığı ‘hukuki’ zorbalık, devlete tabi vatandaşlar üretmeyi hedefliyordu. Söz konusu vatandaşlığın, Mustafa Kemal’in adı etrafında oluşturulan bir idealizasyon sayesinde “O’nun izinde gitmek” anlamında kutsallaştırılması ise, bu zorbalığı meşru hale getirdi. Böylece devlet Alevileri Sünnileştirmek, Sünnileri ise Türkleştirmek üzere bir baskı sistemi kurarken, buna uymayanları ‘cemaaten’ kamusal alanın dışına çıkartma yetkisi elde etti. Bu sayede kamusal alan devletin ideolojik tahakkümü altında şekillendi ve devlete ait bir tasarruf alanı olarak işlevselleşti.

Sonuç, Alevilerin ve Sünnilerin farklı nedenlerle devlet iktidarının ürettiği imtiyaz imkanlarının dışında kalması, bu kesimin sadece bazı bireylerinin kimliklerini terk ederek ‘makbul vatandaş’ olabilmeleriydi.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti sadece farklı Müslüman cemaatlerle değil, gayrımüslimlerle de karşı karşıyaydı… Ne var ki gayrımüslimlerin Müslümanlaşması söz konusu olmadığına göre, Türkleşmeleri de mümkün değildi. Bu azınlık mensupları daha baştan reel ve potansiyel ‘cumhurun’ dışındaydılar ve dolayısıyla da ‘gayrı vatandaş’ olarak kimlikleştirildiler. Diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşları ve diğer ülkelerden gelen yabancılar yanında üçüncü bir kategoriye de sahipti: Yerli yabancılar. Nitekim Yargıtay çeşitli kararlarında Türkiye’nin yerli gayrımüslimlerinin normal vatandaşlar olmadığına, onların bir tür yabancı olduğuna hükmetti. Yabancı olduklarına göre de, örneğin mülk alımlarının engellenebilmesi, ama daha da önemli olarak eski mülklerine el konulabilmesini ‘meşru’ saydı. Tahmin edileceği üzere 12 Eylül hukuku bile buna cevaz veren bir mantığa sahip değildi, ama Yargıtay açıkça ve müdanaasızca bu hukuksuz zorbalığın yolunu açtı. Tabii Yüksek Yargı’nın bu tasarrufta yalnız olduğunu düşünmek doğru olmaz. CHP’den eski cumhurbaşkanlarına tüm idari ve ideolojik devlet hiyerarşisi, gayrımüslim mallarının birer ganimet olarak görülüp talan edilmelerini doğal buldu.

Devletin hırsızlığı yasallaştırıp makbul vatandaşlarını da bu yönde teşvik etmesini hukuk bağlamında analiz etmek veya anlamak sonuçsuz bir çaba olur. Çünkü ‘söz konusu ganimetse gerisi teferruattır’. Düşünün ki bu gayrımüslim ‘siyaseti’ 1919’dan itibaren hiç hız kesmemiş, Cumhuriyet rejimi İttihatçı uygulamayı aynen sürdürmüş ve bütün bunları kendi kurucu anlaşması olan Lozan’ı daha ilk günden ihlal ederek gerçekleştirmiştir. Diğer bir deyişle gayrımüslim mülkü söz konusu olduğunda Lozan da teferruat kalmıştır. Öte yandan Lozan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyet temelini ifade ettiğini düşünürsek, bu hukuksuz zorbalığın sonucu ancak şöyle yorumlanabilir: Türkiye Cumhuriyeti dünya dengeleri nedeniyle ve benzer ülkelerin benzer suçları sayesinde de facto olarak ayakta duran, uluslararası hukuk açısından ise gayrı meşru olmayı kabullenmiş bir cumhuriyettir…

e.mahcupyan@zaman.com.tr 

Yorumlar kapatıldı.