Talin SUCİYAN
Kara deliklerini görmemek için, önce mavileştirilen, sonra mozaikleştirilen en son da ebrulaştırılan Anadolu’nun hayranları acaba yüzyılın ilk çeyreğinde bir Rum, Süryani ya da Ermeni kadını olarak Anadolu’da doğmayı isterler miydi?
Talin SUCİYAN
İstanbul – BİA Haber Merkezi 17 Temmuz 2012, Salı
Bugünkü gerçekliğimiz ve bir bir hepimizin hayatı 20. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuçlarına göre belirlenmeye devam ediyor. Fahişe Çika* bu gerçekliği en çıplak ve belki de en şiddetli şekilde bizlere gösteren hayatlardan biri. İstos Yayınları’nın yayın hayatına adım atarken bastığı ilk eserlerden birinin bu kitap olması herhalde tesadüf değildir.
1989 yılında Yunan Konsolosluğu’nda maddi yardım için bekleyen ve o günlerde seksenli yaşlarını süren Giresunlu Pontus Rumu Eftalya ile yazar Thomas Korovinis’in karşılaşmasının bir sonucudur bu kitap. Korovinis, Eftelya’nın kendi anlatımını metne dökerek, yüzyılın ilk çeyreğinde doğmanın bedellerinin bir hayat boyu nasıl ödettirildiğini de çarpıcı bir biçimde ortaya koymuş olur.
Giresun’da Pontuslu bir Rum aileye doğan Eftalya’nın ilkokula başladığı ilk günden aklına kazınan şey arkadaşları, okulun ne kadar güzel ya da ne kadar sıkıcı bir yer olduğu değil, sokak başında asılmış adamlardır. Köşe başlarında asılmışların önünden, boş sokaklarda, jandarmalardan korkarak evine varmaya çalışır. Rus Orduları çekilmiştir, Eftalya Erzincan Mütarekesi’ni yaşamaktadır. Kısa bir süre sonra annesini kaybedecektir. Babası işkencelerden geçecek, kardeşi görünüşe göre öldürülecek, ninesi sırtına yüklenen barutun ağırlığıyla hayata veda edecek, babası kendini hiç kurtaramayacak en sonunda -biraz daha geç- İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından Yunanistan’da öldürülecek, velhasıl Eftalya İstanbul’da yalnız yaşamak zorunda kalacaktır.
Peki, 1900’lerin ilk çeyreğinde Rum, Ermeni, Süryani olarak doğduysanız, tüm ailenizi kaybettiyseniz ve kendinizi “en güvenli” sayılan İstanbul’da bulduysanız, bir kadın olarak nasıl hayatta kalırsınız? Bu sorunun tek bir cevabı olduğunu pekâlâ biliyor olmalısınız. Tarihin hangi dönemecinde doğduğunuz, içine doğduğunuz etnik grup, hasbelkader kaybedenler tarafında yer almanız bundan sonra kendi hayatınıza dair iradenizi elinizden alacaktır. Varlığınız, benliğiniz sadece duygusal zayıflıklıklarınız, kırılganlıklarınız ve tabii insanı kör eden umut anlarında ortaya çıkabilecektir. Ve hayatınız, sizi siz yapan bu en temel ruh durumunu tanımakla geçecektir. Ne zaman ve kim olarak doğduğunuz hayatınızın, benliğinizin en temel mücadele alanı olacaktır.
Ve Eftalya, geldiği İstanbul’da halasının da, daha sonra kendisinin olacağı gibi seks işçisi olduğunu anladığında artık ona saklanacak, kaçacak bir yer kalmamıştır. Bundan sonrası, hep ama hep “kurtarılmayı” bekleyerek geçmiş bir hayattır. Kurtarılmayı beklemek, insanı içinde bulunduğu felakete karşı kör eden umudun ta kendisidir. Her an ölümden beter bir şey yaşayacak olmanın, felaketin tam göbeğinde olmanın en anlatılamaz, en ifade edilemez açmazının, kendini, kurtarılma umuduyla birleştirmesi insan ruhunun en derin, en yaralayıcı izdivacıdır. Eftalya’nın anlattıkları tam da budur.
“Anladın mı yanı nedir hayatım? (…) Gübreden çık boka gir, boktan çık gübreye düş.” **
Yıllarını alan imkânsız aşklar, geneleve gelen erkeklerden bazılarının kendisini yaşadığı hayattan kurtaracağını ümit etmesi ve hayatının sonbaharında, en sonunda kendi deyimiyle “en kıymetli hazine”sinin kendisinin olduğunu anlayabilmesi…
Fahişe Çika, son yüzyılda Anadolu’nun ve İstanbul’un toplumsal tarihine çok önemli bir ışık tutuyor. Kara deliklerini görmemek için, önce mavileştirilen, sonra mozaikleştirilen en son da ebrulaştırılan Anadolu’nun hayranları acaba yüzyılın ilk çeyreğinde bir Rum, Süryani ya da Ermeni kadını olarak Anadolu’da doğmayı isterler miydi? (TS/NV)
* Thomas Korovinis, Fahişe Çika. Istos Yayınları. 2012
** A.g.e., 20
Yorumlar kapatıldı.