İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türk-Yunan ilişkileri, Tahmin ve Öngörüler

Sonuç olarak, Türk-Yunan ilişkilerinin, son birkaç yıldır, olumlu yönde atılmış küçük adımlara rağmen, içinde bulunduğu durgunluk/duraklama dönemi, önümüzdeki iki sene boyunca da devam edecek gibi görünüyor. Daha çok hükümet dışındaki siyasi parti ve mihraklardan kaynaklanan bazı krizler ve gerginlikler çıkabilir, ama yeni hükümetin Türk-Yunan ilişkilerinde şimdiye kadar elde edilmiş kazanımları tehlikeye atmak, ilişkileri bozmak gibi bir niyeti yok. Şimdiki durumdan genelde memnun. Ancak, milliyetçi çevrelerin tepkisini çekecek yeni adımlar da pek olası görünmüyor. Böyle adımlar atılırsa doğrusu çok şaşarım.

***
Azınlıkça Dergisi’nin 70’inci sayısı için Dimostenis Yağcıoğlunu’nun kaleme aldığı “Yunanistan’da Yeni Hükümet, Yeni Siyasi Ortam ve Türk-Yunan ilişkileri: Tahmin ve Öngörüler” başlıklı makalesi şu şekildedir:
Yunanistan, 17 Haziran seçimleri sonucunda kurulan Yeni Demokrasi ağırlıklı üç partili koalisyon hükümetiyle, yaklaşık sekiz aylık bir siyasi istikrarsızlık ve belirsizlik döneminden çıkmış gibi görünüyor. Ülkedeki analistlerin çoğu, yeni hükümetin, büyük bir aksilik, bir skandal veya ekonomiyi tamamen batıracak bir olaylar dizisi yaşanmazsa, en az iki yıl (2014 Hazıran’ında düzenlenecek Avrupa Parlamentosu ve yerel yönetim seçimlerine kadar) işbaşında kalacağını öngörüyor.
Yeni hükümetin ana gündem maddesi hiç kuşkusuz ekonomik kriz olacak.  Hükümetin önünde, AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve İMF’nin (ve bu üç kurumun temsilcilerinden oluşan Troyka’nın) dayattığı, kemer sıkmaya yönelik, vergileri arttıran, maaşları düşüren, devletin ekonomideki rolünü küçültmeyi ve Yunan ekonomisinin rekabet gücünü artırmayı amaçlayan, ama çok derin ve içinden kolay çıkılamayacak bir resesyona, bir daralmaya yol açmış reçeteler var. Hükümet bu reçeteleri tamamen reddetmeden, onları değiştirmeye, daha adil ve daha sonuç verici hale getirmeye gayret edecek. Bu amacına, Troyka ile, AB ve İMF ile ve bu politikaların en sıkı savunucusu Alman hükümetiyle müzakere ve pazarlık ederek ulaşmaya çalışacak. Bunda ne ölçüde başarılı olacağını yaşayarak göreceğiz.
Ekonominin durumu ve Yunanistan’ın AB ve İMF’ye bağımlılığı, ülkenin milli egemenliğini ciddi oranda sınırlıyor. Yunan halkının çoğunluğu, özellikle milliyetçi/ulusalcı kesim, bundan büyük bir rahatsızlık duyuyor; rahatsızlığın da ötesinde, kendini aşağilânmış hissediyor. Utançla karışık bir öfke içinde.
Hükümetin ana partisi Yeni Demokrasi, işte bu öfkeli ve kendini aşağilânmış hisseden milliyetçi kesime de hitap etmek istiyor. AB ve İMF’nin dayattığı ekonomi politikalarında bu kesimi memnun edecek bir tavır takınamayacağına göre, hükümet, ulusal egemenlik ve bağımsızlık taraftarlarını tatmin etmek için başka alanlarda sert politikalar tasarlama ve uygulama yolunu seçebilir. Görebildiğim kadarıyla, hükümetin milliyetçi ve sert politikalar uygulayabileceği beş alan var: Göçmenler konusu, Makedonya E.Y.C. ile ilişkiler, Kıbrıs Rumları’na destek, Batı Trakya Türk-Müslüman azınlığı ve Türk-Yunan ilişkileri.
Bu yazımda bu beş alandan, hükümetin Türk-Yunan ilişkileri ve azınlık konularında belirleyebileceği yaklaşım ve uygulayabileceği politikalarla ilgili tahmin ve öngörülerde bulunmaya çalışacağım.
Türk-Yunan ilişkilerinde, yeni hükümetin ilk verdiği mesajlar ve attığı ilk adımlar, bu ilişkilerde statükoyu, yani şimdiki düzeyi korumayı amaçladığını gösteriyor.1 Üstelik, yeni hükümetin ilk günlerdeki icraatı, Türkiye ile ilişkilerde gereksiz gerginlikler veya kriz yaratacak demeç ve tavırlardan kaçınıldığını da gösteriyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Batı Trakya, Kavala ve Selânik’i ziyaretinin Atina’da (hükümeti destekleyen medya tarafından bile) sessizce geçiştirilmesi, Bahçeli’nin demeçlerinin ve konuşmalarının sorun edilmemesi, bunun bir göstergesi.
Bununla birlikte, Yunan hükümetinin, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesi ve mevcut sorunların çözülmesi için yeni ve cesur adımlar atması, yaratıcı girişimlerde bulunması pek muhtemel görünmüyor.
Yunanistan’da son üç yıldır hüküm süren ve gittikçe derinleşen ekonomik kriz, Yunan firmalarının Türkiye’ye, Türk firmalarının da Yunanistan’a yaptığı yatırımlarda bir durgunluğa neden olmuş olsa bile, iki ülke arasındaki dış ticareti ve turizmi, en azından şimdiye kadar, olumsuz yönde etkilemiş değil.
Bilâkis, resmi istatistikler bize 2011 yılında Yunanistan’ın Türkiye’ye olan ihracatının 2010 senesine kıyasla, dolar bazında, Ocak-Ağustos 2011 verileriyle %118,5 (yaklaşık 820 milyon dolardan 1,8 milyar dolara)2 Ocak 2011- Ocak 2012 verileriyle %114,4 (1,1 milyar dolardan 2,4 milyar dolara)3 arttığını söylüyor. Yine aynı istatistiklere göre, Yunanistan’ın Türkiye’den ithalatı, 2010 yılına kıyasla, Ocak-Ağustos 2011 verileriyle %11,8 (yaklaşık 966 milyon dolardan 1,081 milyar dolara), Ocak 2011- Ocak 2012 verileriyle ise %4 (1,54 milyar dolardan yaklaşık 1,6 milyar dolara) artmış. Şaşırtıcı, hatta göz kamaştırıcı artışlar bunlar.
Turizm sektöründe de, ekonomik krize rağmen, Türkiye ile Yunanistan arasında 2000’lerin başında başlayan gelişmenin devam ettiğini gözlemliyoruz: 2009 yılında Yunanistan’ı ziyaret eden Türkiyeli turistlerin sayısı yaklaşık 200 bin iken, 2011 yılında bu sayı 552 bine yükselmiş. Türkiye’yi ziyaret eden Yunanistanlı turistlerin sayısı ise 2009’da 600 bin iken, bu sayı 2011’de yaklaşık 500 bine inmiş.4 Kriz yüzünden Yunanlıların tatil amacıyla yurtdısına çıkışlarında genel olarak büyük bir düşüş yaşandığı dikkate alındığında, bu azalmanın aslında çok normal, hatta beklendiğinden daha bile az olduğu söylenebilir. Yunanistan’ın “yeşil” pasaportlara vizeyi kaldırmış olması ve adaları ziyaret etmek isteyen Türkiyeli turistler için “kapıda vize” uygulamasını başlatması5 –bu uygulama Türkiye turizm firmalarını ve Yunanistan’ı ziyaret etmek isteyen TC vatandaşlarını pek tatmin etmemişse bile – Türkiye’den gelecek turist sayısının önümüzdeki yıllarda daha da artmasını sağlayabilir.
Kültür-eğitim-sanat alanında da Türk-Yunan ilişkileri, üniversitelerarası bilimsel işbirliğinden, dil kurslarından, ortak festival etkinliklerinden, Türk televizyon dizilerinin Yunan seyircilerince sevilip benimsenmesine kadar, oldukça iyi bir seviyeye ulaşmış durumda.
Yeni hükümet, hatta yeni hükümeti destekleyen milliyetçi çevreler bile, iki ülke arasındaki ticaret, ve turizm sektörüyle kültürel alandaki bu gelişmenin Yunan ekonomisi için ne denli yararlı olduğunun farkında. Dolayısıyla, Samaras başkanlığındaki koalisyon hükümeti bu alanlardaki ilişkilerin en azından şimdiki düzeyde tutulması için çalışacaktır.
Yeni başbakan, Andonis Samaras, başta Yunanistan’ın AB ve İMF ile imzaladığı memorandumlar (μνημόνια) ve son iki yıldır uygulanan sert ekonomi politikaları konusunda 180 dereceye varan tutum ve pozisyon değişikliğine gidebilmiş, gerektiğinde esnek, hatta “kıvırtkan” bir siyaset adamı. Ama iki konuda son yirmi, yirmi beş yıldır çok tutarlı bir çizgi izlediğini teslim etmek lâzım: Makedonya meselesi ve Türk-Yunan ilişkileri. İki konuda da Samaras, sert, milliyetçi, anlaşma ve uzlaşma karşıtı bir söylem ve tavır benimsemiş durumda. Samaras’ın dış siyaset danışmanları ise (özellikle Failos Kranidiotis ve Hrisanthos Lazaridis) bu konulara onunkinden de sert bir yaklaşıma sahipler. Samaras’ın bu “şahin” tavrını Batı Trakya Türk-Müslüman azınlığının talepleri karşısında da görüyoruz. Fakat, yine de, son iki yıldır, Samaras’ın, Türk-Yunan ilişkilerinde, özü aynı kalsa bile, nispeten daha ılımlı, daha temkinli, tepki uyandırmayacak bir söylem kullanmayı tercih ettiği de fark edilmiyor değil.
Yeni dışişleri bakanı Dimitris Avramopoulos ise, Samaras’ın tam tersine, Türk-Yunan işbirliğinin önemine samimi olarak inanan bir insan. Avramopoulos, 1995-2003 yılları arasında Atina Belediye Başkanı’yken (1999 depremlerinden önce bile) Türk-Yunan yakınlaşmasına kendi çapında katkıda bulunmuş, Atina ile İstanbul şehirleri arasındaki ilişkileri geliştirmeye çalışmış, o dönemin İstanbul Belediye Başkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna ile dostça ilişkiler kurmuş, hatta Erdoğan’ı hapisteyken ziyaret etmek istemiş, ama ziyaretine izin verilmemişti.6 Ancak Avramopoulos, dışişleri bakanı olarak, Samaras’ın ve genel olarak hükümetin belirlediği çizgiden doğal olarak sapamaz. Ayrıca son ikibuçuk yıldır Yeni Demokrasi partisinde Samaras’la uyumlu bir siyasi ortaklık kurmuş durumda. Avramopoulos, Türk-Yunan ilişkilerinde hükümetin politikasını uygulayacak, fakat bu politikanın daha çok işbirliği ve yakınlaşma yönünde olmasına çalışacaktır.
Hükümetin ikinci ortağı PASOK’un lideri Evangelos Venizelos, bu partinin eski başkanı Yorgos Papanderou’nun aksine, Türk-Yunan ilişkilerine, bu ilişkilerin gelişmesine hiç siyasi yatırım yapmamış bir politikacı. İster “güvercin”, ister “şahin” bir tavırla olsun, bu konuyu kullanarak gündeme gelmeyi seçmemiş biri. Fakat, eskiden “vatansever PASOK” ismiyle anılan, şimdi çok büyük kısmı PASOK’a artık küskün seçmen ve siyasetçi kesimine nispeten daha yakın olan Venizelos’un, bu kesimin tekrar gönlünü kazanmak için Türk-Yunan ilişkilerinde daha sert bir söylem kullanması bir hayli muhtemel.
Hükümetin üçüncü ve en küçük ortağı Demokratik Sol (DİMAR) ise, Türk-Yunan yakınlaşmasına ve azınlıkların taleplerine olumlu bakan bir parti, ama bu konular partinin öncelikleri arasında değil. DİMAR’ın açıklamalarından, bu partinin hükümet içinde, çalışanların, memurların, işçilerin, son ikibuçuk senedir kaybettiği haklarının geri kazanılması ve hala mevcut olan sosyal ve demokratik hakların kaybedilmemesi için çalışacağını anlıyoruz.
Yeni hükümetin, bütün bu yukarıdaki değerlendirmeler dikkate alındığında,  Türk-Yunan ilişkilerindeki mevcut durumu korumak istese bile, milliyetçi kamuoyundan (ki büyükçe bir kısmı Yeni Demokrasi’ye oy vermiş kişilerden oluşuyor) bu ilişkilerde mevcut olan Ege’de kıta sahanlığı, ulusal hava sahası, karasularının genişliği gibi sorunlarda, sert, müsamahaya yer bırakmayan bir tavır sergilemesi yönündeki baskılara da maruz kalacağını ve bunlara tamamen kayıtsız kalamayacağını öngörmek zor değil.
Bu baskılara son zamanlarda bir de Yunan devletinin ülkeyi çevreleyen denizlerde “Münhasır Ekonomik Bölge” (Yunanca kısaltmasıyla AOZ) ilân etmesi yönündeki talepleri de eklemek gerekiyor. 1982’de kabul edilmiş Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, denize kıyısı olan ülkelere, eğer karşı kıyı 400 milden uzaksa, 200 mile kadar uzanan AOZ ilân etme hakkı veriyor. Ülkeler, kendi münhasır ekonomik bölgelerindeki sularda, bu suların altındaki deniz yataklarında ve bunların da altında var olan canlı ve cansız bütün doğal kaynakların değerlendirilmesinde neredeyse tam egemenliğe yaklaşan geniş haklar elde ediyorlar. Yunanistan ile Libya ve Yunanistan ile Mısır arasındaki uzaklık 400 milden fazla olduğu için, Girit ve Mora’nın güneyinde tek taraflı AOZ ilân edilmesi pek bir sıkıntı yaratmayabilir. Ancak Yunanistan’ın İon Denizi’nde AOZ ilân etmesi için İtalya ve Arnavutluk’la, Ege Denizi ve Akdeniz’de AOZ ilân etmesi içinse Türkiye ile çok kapsamlı, detaylı ve hiç şüphesiz yıllar sürecek müzakereler lâzım. Bu denizlerde Yunanistan ancak komşu kıyı devletleriyle anlaştıktan sonra AOZ’unu — sınırları belirenmiş biçimde — ilân edebilir. Tek taraflı olarak, Yunanistan “bizim bütün bu denizlerde AOZ’umuz vardır ve AOZ’umuzun sınırları bilahare belirlenecektir” şeklinde resmi bir açıklama yapabilir, ancak böyle bir açıklamanın pratikte hiçbir kıymeti olmaz. Hatta Türkiye ile yıllardır sürmekte olan kıta sahanlığı müzakerelerini daha da zorlaştırabilir. Buna rağmen, yeni hükümetin AOZ konusunda önümüzdeki aylarda, aslında sembolik, ancak çok önemliymiş süsü verilecek bir açıklama yapacağını tahmin ediyorum. Bu arada, İon Denizi’nde ve Girit’in güneyinde hidrokarbon aramalarına da başlanabilir, ancak bu aramalar AOZ ilânından bağımsız olarak, ulusal karasularında veya uluslararası sularda gerçekleşecektir.
Bağımsız Yunanlılar Partisi, LAOS ve hele Altın Şafak gibi sağcı, milliyetçi  partiler (Altın Şafak için rahatlıkla faşist de diyebiliriz), ve Yeni Demokrasi içindeki milliyetçi çevreler, yeni hükümetin Türk-Yunan ilişkilerinde (artı, Batı Trakya azınlığı konusunda) atacağı her adıma dikkat edecekler ve yakınlaşma, ilişkilerin pekişmesi veya sorunların çözümü yönünde en ufak bir eğilim sezerlerse buna sert ve gürültücü bir biçimde muhalefet edeceklerdir. Samaras, milliyetçi kesimin desteğini kaybetmeyi, bu kesimi tamamen bu partilere kaptırmayı öyle kolay göze alamaz. O nedenle böyle bir muhalefetle karşılanacak adımlar atmaktan genellikle kaçınacaktır.
Önümüzdeki iki yıllık dönemde Altın Şafak’a özellikle dikkat etmek lâzım. Şiddeti yöntem olarak kullanmaktan çekinmeyen bu faşist siyasi hareketin Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili saldırgan söylemini zaten biliyoruz. Bu söylem devam edecektir, ama bundan ilişkilere zarar gelmez. Ancak Altın Şafak sadece söylemle yetinen bir parti değil; kolaylıkla provokatif eylemlere de girişebilen bir parti. Bu hareketin Türk-Yunan ilişkilerini bozmak amacıyla atabileceği eylemsel adımlar büyük sorunlar yaratabilir. Meselâ şu iki senaryoyu düşünün: (1) Yunan Parlamentosundaki bir partinin lideri olarak Altın Şafak’ın lideri Mihaloliakos, Türkiye’yi ziyaret etmeye kalkabilir. Eskiden, Parlamento’da aşırı sağı temsil eden LAOS’un lideri Karatzaferis’in birkaç kez İstanbul’a gittiğini, her gittiğinde de Patrikhane’yi ziyaret ettiğini ve Patrik Hazretleri tarafından kabul edildiğini biliyoruz. Mihaloliakos da İstanbul’u ve Patrikhane’yi ziyaret etmek isteyebilir. Bu durumda Türk devlet makamları Mihaloliakos’un Tükiye’ye girişini engelleyebilir mi? Mihaloliakos İstanbul’a gidip de Patrikhane’yi ziyaret etmeyi talep ettiğinde Patrikhane ve Patrik Hazretleri nasıl bir tutum takınacaklardır? Mihaloliakos’un İstanbul’da, hele Patrikhane’de, Türkiye’ye ve Türklere hakaret etmesi (ki her konuşması hakaretlerle dolu), hem Yunanistan’ı, hem Patrikhane’yi çok zor duruma sokacak, Türkiye’yi de sert bir tavır almaya zorlayacaktır. Türkiye’deki milliyetçileri de harekete geçirecektir. Eğer Mihaloliakos’un Türkiye’ye girişine izin verilmezse, Altın Şafak Yunanistan içinde Türkiye karşıtı eylemler düzenleyecektir. Polis bunları önlemede veya kontrol etmede yetersiz kalırsa, Yunan devleti Türkiye’ye karşı yine zor durumda kalacaktır. (2) Altın Şafak, Batı Trakya’da da eylemlerini ve bu eylemlerin şiddetini artırabilir. Bu eylemlerle Yunan kamuoyunu azınlığa karşı kışkırtmayı, azınlığı bütün Yunanistan için hedef tahtası haline getirmeyi amaçlayabilir. Altın Şafak’a karşı genellikle müsamahakâr olan emniyet güçleri bakalım böyle eylemler düzenlenirse nasıl davranacaklar.
Türk-Yunan ilişkilerinde cesur ve yaratıcı adımları önümüzdeki iki senelik dönemde sadece bazı yerel yönetimlerden, mesela Selânik Belediyesi ve adalardaki belediyelerden ve belki sivil tolum kuruşlularından bekleyebiliriz. Ama hükümet isteksiz, çekingen bir tavır takınırsa, onların da yapabilecekleri çok sınırlı düzeyde kalmaya mahkûm.
Özel olarak Batı Trakya Türk-Müslüman azınlığının talepleriyle ilgili neler bekleyebiliriz? Öyle görünüyor ki, Yeni Demokrasi ve Venizelos’un liderliğindeki PASOK, azınlığın şimdiki haklarını ve devletle olan ilişkilerindeki şimdiki statükoyu yeterli buluyorlar. Şimdiki durumdan memnunlar. Papandreou’nun başbakanlığı sırasında müftülerin göreve getirilişi ile ilgili azınlığın da tatmin olacağı yeni bir yasanın hazırlanması için çok çaba sarf edilmişti. Ne var ki o çabalar somut bir sonuç vermedi. Yeni hükümetin bu konu üzerinde tekrar çalışacağını hiç olası görmüyorum. Azınlığın eğitimle, vakıflarla, isminde “Türk” sıfatı olan derneklerle ilgili taleplerinde de azınlığı sevindirecek yeni adımların atılacağına pek ihtimal vermiyorum. Ancak daha önceki hükümetler tarafından azınlığa tanınan haklarda ve sağlanan kolaylıklarda (kaçak yapılarla ilgili düzenlemeden, azınlık gençlerinin üniversitelere girişini kolaylaştıran kota uygulamasına kadar) bir geri adım atılacağını da zannetmiyorum.
Türkiye’deki azınlıklar konusunda ise, Türk-Yunan ilişkilerinden bağımsız olarak (herşeyden önce Rumlar ülkedeki azınlıkların sadece küçük bir bölümünü teşkil ettikleri için), son on yılda atılmış adımlar devam edecek gibi görünüyor. Rumlar konusunda tek istisna Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden faaliyete geçmesi olabilir. Bu konuda Türk hükümetinin isteksizliği devam ediyor. Başbakan ve hükümetin bakanları, Ruhban Okulu meselesinde olumlu adım atmak için Yunanistan’dan Batı Trakya’da eşzamanlı adımlar atmasını talep ediyorlar. Bunu açıkça bir şart olarak dile getirmeseler de şart olduğunu îmâ ediyorlar. Bu talebe son zamanlarda Atina’da câmi inşâsı talebi de eklendi. Papandreou hükümetinin bile atamadığı bu adımları yeni Yunan hükümetinin atması çok uzak bir ihtimal. Zaten Türk hükümeti de bu talepleri Yunan hükümetinin yerine getiremeyeceğini bile bile ileri sürüyor olabilir. Yunanistan’ın isteksizliğini, Ruhban Okulu’nun yeniden faaliyete geçmesiyle ilgili hem uluslararası çevrelerden hem de Türkiye’deki kamuoyunun bir kesiminden gelen baskılara cevaben bir tür karşı argüman olarak sunmaya çalışıyor olabilir.
Sonuç olarak, Türk-Yunan ilişkilerinin, son birkaç yıldır, olumlu yönde atılmış küçük adımlara rağmen, içinde bulunduğu durgunluk/duraklama dönemi, önümüzdeki iki sene boyunca da devam edecek gibi görünüyor. Daha çok hükümet dışındaki siyasi parti ve mihraklardan kaynaklanan bazı krizler ve gerginlikler çıkabilir, ama yeni hükümetin Türk-Yunan ilişkilerinde şimdiye kadar elde edilmiş kazanımları tehlikeye atmak, ilişkileri bozmak gibi bir niyeti yok. Şimdiki durumdan genelde memnun. Ancak, milliyetçi çevrelerin tepkisini çekecek yeni adımlar da pek olası görünmüyor. Böyle adımlar atılırsa doğrusu çok şaşarım.
Umarım bu hükümet tahminlerimi yanlış çıkartır ve benim gibi Türk-Yunan ilişkilerinde ve azınlıkların hakları ve talepleri alanında, atılması gereken daha birçok adım olduğunu düşünenleri şaşırtır — ve sevindirir.
Dipnotlar:
1: “Avramopoulos, Davutoğlu ile görüştü”, Azınlıkça, 27/6/2012.
http://www.azinlikca.net/bati-trakya-haber/avramopoulos-davutoglu-ile-gorustu-6272012.html
2: “Αύξηση κατά 118,5% στις εξαγωγές Ελλάδας προς Τουρκία από Ιανουάριο έως Αύγουστο 2011”, ΚΕΡΔΟΣ, 30/9/2011.
http://www.kerdos.gr/default.aspx?id=1585937&nt=103
3: Πανελλήνιος Σύνδεσμος Εξαγωγέων. “Εξαγωγικό εμπόριο της Ελλάδας: Ιανουάριος-Δεκέμβριος 2011”
http://www.pse.gr/node/41 ve http://www.pse.gr/sites/default/files/ImpExpReg_12_11_Euro.xls
4: “Türkiye – Yunanistan Arasında Turizm İşbirliği”, Dünya Haber, 21/12/2010,
http://www.dunyahaber.com/ekonomi/turkiye-yunanistan-arasinda-turizm-isbirligi.htm
ve
“Τουρισμός: Eλλάδα – Τουρκία, στοιχεία και αριθμοί”, LesvosNews, 19/5/2012,
http://www.lesvosnews.gr/?p=8593
5: Behzat Gezer: “Yunanistan’a vize kolaylığı”, İHA – İhlas Haber Ajansı, 8/6/2012,
http://secim2011.iha.com.tr/yunanistana-vize-kolayligi-230317.haber
6: “Greek FM Turkish PM’s friend”, Hürriyet Daily News, 23/6/2012
http://www.hurriyetdailynews.com/greek-fm-turkish-pms-friend.aspx?pageID=238&nID=23865&NewsCatID=338
Dimostenis Yağcıoğlu / Azınlıkça Dergisi / Sayı: 70

Yorumlar kapatıldı.