İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Venedik Komisyonu’ndan Anayasa perspektifleri

Hüseyin Elmalı-ANF

Venedik Komisyonu Başkanı Giani Bouquiccio, Türkiye’nin mevcut anayasasının tamamen revize edilmesi Avrupa standartları çizgisine girebileceğini söyledi. Türkiye’deki anayasanın, vatandaşın taleplerine karşı bir duruş sergilediğine işaret eden Bouquiccio, “Yapılması gereken vatandaşı devlete karşı himaye etmek ve korumaktır” diyor. Gerek Avrupa’da, gerek ise dünyada merkezden yerelleşmeye doğru bir yönelme olduğunu da belirten Bouquiccio, “Türkiye federal bir devlet olmaya mecbur da değil tabi. Ama yerel ve bölgesel idarelere özerklik, otonomi vermesi önemli. Bu artık bir modernitenin eğilimi ve gereğidir” dedi… Örneğin, Türkiye’deki basın yasasına şöyle bir bakarsanız standartlarına uygundur. Ama devamında bir bakıyorsunuz, Türkiye pek çok defa AİHM’de mahkum olmuş ve oluyor. Peki, neden kaynaklanıyor bu? İşte bu kısıtlayıcı bir mantık ve yaklaşım ile yorumlanmış olmasından kaynaklanıyor. Sözde devletin çıkarlarını her şeyin üstünde gören bir mantığa dayanıyor bu. Vatandaş kendisine hizmet eden bir devlete kötülük yapmaz.

******
Venedik Komisyonu Başkanı Giani Bouquiccio, Türkiye’nin mevcut anayasasının tamamen revize edilmesi Avrupa standartları çizgisine girebileceğini söyledi. Türkiye’deki anayasanın, vatandaşın taleplerine karşı bir duruş sergilediğine işaret eden Bouquiccio, “Yapılması gereken vatandaşı devlete karşı himaye etmek ve korumaktır” diyor. Gerek Avrupa’da, gerek ise dünyada merkezden yerelleşmeye doğru bir yönelme olduğunu da belirten Bouquiccio, “Türkiye federal bir devlet olmaya mecbur da değil tabi. Ama yerel ve bölgesel idarelere özerklik, otonomi vermesi önemli. Bu artık bir modernitenin eğilimi ve gereğidir” dedi.
 Bouquiccio, artık işin, Türk-Kürt meselesi olarak değil, aynı topraklarda yaşayanlar olarak, ortak yaşam sahasını geliştirme olarak görülmesi gerektiğinin altı çizdi. Bouquiccio, “Kendi toplumunuza ait, ama aynı devlet içinde birlikte yaşama koşullarını bulmak durumundasınız. Aynı devlet içinde ama desantralize olmuş, yani yerelleşmiş bir devlette” diye konuştu.
Avrupa’nın Anayasa ve hukuk sahalarında referans kurumu olan Venedik Komisyonu’nun kurucusu ve başkanı Giani Bouquiccio ile Türkiye’deki mevcut anayasayı, Avrupa’daki ve dünyanın değişik yerlerindeki bölgesel özerklikleri, otonomileri, yeni ve modern bir anayasanın nasıl hazırlanması gerektiğini ve Türkiye hükümetinin bu konuda yapması gerekenleri konuştuk.
*Öncelikle Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir ve ilişkileriniz ne düzeydedir?
-Türkiye’nin önemli bir ülke olduğunu belirtmek isterim. Bizim Türkiye ile kimi konularda birlikte çalışma talebimize ya da beklentimize bir türlü erişemedik. Nihayet her nedense, yakın bir zaman önceye kadar Türkiye’nin bizim ile işbirliği yapma arzusu da yoktu. Türkiye nihayet kendi yararına olacak olan ve bizim de Venedik Komisyonu olarak yetkin olduğumuz anayasal meselelere dair işbirliğini geliştirmeye başladı. Bu gecikmenin ana nedeniyse tahminime göre Türkiye’nin kendisini ‘eski bir demokrasi’ olarak görmesi ve bunu bir prestij nedeni yapması.
“KOMİSYON BÜTÜN AVRUPA İÇİN KURULDU”
*Peki, bu Türkiye’nin hangi düşüncesinden kaynaklanıyor?
-Venedik Komisyonu’na yönelik var olan, ‘bu yeni demokrasiler için kurulmuştur, eğer biz başvuru yaparsak yenilerin, yani doğu ve orta Avrupa ülkelerinin sınıfına inmiş sayılırız’ gibisinden yanlış ve hatalı bir yaklaşımdan kaynaklanıyordu. Halbuki durum hiçte böyle değil. Zira Venedik Komisyonu bütün Avrupa için kuruldu.
*Bu geçen zamanın Türkiye için kayıp bir zaman olduğunu söyleyebilir miyiz?
-Evet öyledir. Zira Türkiye ile daha önce çalışmaya başlamış olsaydık en azında zaman kazanırdık. Sonuçta Türkiye ile iyi bir işbirliği içindeyiz. Bu manada kaybedilmiş değil. Umarım daha etkili ve daha yetkin bir demokrasi yolunda birlikte yol alırız. Şunu vurgulamak isterim, Cumhurbaşkanı Gül de en son buraya geldiğinde, genel kurulda Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğuna vurgu yaptı. Ki biz uzun zamandır zaten bunu söylüyorduk. Evet, yeni bir anayasa lazım.
“TAMAMIYLA REVİZE EDİLMELİ”
*Türkiye’nin mevcut anayasasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1980 anayasasının iyi tarafları olduğunu da söylemek isterim. Söz konusu bu anayasada iyi olmayan yan, 12 Eylül askeri darbe döneminin koşulları içinde hazırlandığından içeriğinin geliştirilmesi gerekiyor. İyi yanları da var diyorum. Zira o günden, yani 1980’den beri revize edilmiş, değiştirilmiş pek çok yönü oldu. Evet, Türk anayasasında bir ilerleme oldu, ama bunlar mükemmel değil tabi. Nihayetinde Bu anayasa için, yapılması gereken bir adım daha ileriye atıp, bunu tamamıyla revize etmek, değiştirmektir. Ki Ancak böyle olursa Avrupa standartları çizgisine girebilir.
“VESAYET ALTINDAKİ DEMOKRASİ”
*12 Eylül anayasasına yapılan en büyük eleştiri, bu anayasanın vatandaşı devlete karşı koruyacağına, tam tersine devleti vatandaşa karşı koruma görevini üstlenmiş olması…
-Genellikle tersi oluyor ama Türkiye’de öyle oldu. Dediğiniz doğru. Zira Türkiye’deki anayasa, devletin çıkarlarını öyle yorumluyor ki, sonuçta vatandaşın taleplerine karşı bir duruş sergiliyor. Aslında bu bir yorum meselesidir de. Zira Türkiye’deki mevcut anayasada insan hakları beyannamesinde yer alan bütün özgürlükler, haklar var. Burada bir problem yok. Ama anayasada bu hakları kısıtlayan o kadar çok yasa ve madde var ki! Bu ise devleti koruma adına vatandaşın temel özgürlüklerini kısıtlıyor. Halbuki yapılması gereken devleti değil, vatandaşı devlete karşı himaye etmek ve korumaktır. İşte bu sebeptendir ki, Türkiye’deki demokrasiyi, ‘vesayet altındaki demokrasi’ olarak değerlendiriyoruz.
*Niye vesayet diyorsunuz?
-Askerin vesayetinde, yüksek bürokrasinin vesayetinde ve de yüksek yargının da vesayetindedir. Yapılan değişimler askeri yargı organlarının, mahkemelerinin yetkisini azalttı, yine son değişimler ile birlikte yüksek yargıda da değişimler oldu. İşte biz de bu çerçevede işbirliği içindeyiz, bu kapsamda, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ekim 2010’da Venedik’e geldi görüştük. Yapılan değişimler ve bunların uygulanması konusunda konuştuk. Bu nedenle şu an itibarıyla birlikte çalıştığımızı, iyi bir işbirliği içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum. Tabi ümit ederim Türk halkının hizmetinde, demokratik yeni bir anayasa içinde birlikte çalışırız.
“ANAYASADA KÜRTLERE DE YER VERİLMELİ”
*Siz de ‘Türk halkı’ kavramını kullandınız. Bu belirli çevrelerce neredeyse genelleştirilmiş bir tanım. Kürtler kendisini bu tanım içinde görmüyorlar. Nasıl bir anayasa yapılmalı ki herkes kendisini içinde görebilsin? Hiç bir etnik tanıma gönderme yapmayan bir anayasa nasıl yapılır?
-Daha önce vatandaşlardan söz ettim ama tabiî ki azınlıklar da var. Sanırım bu bir komplekstir. Tabi belki de bu kompleksi oluşturan, biçimlendiren husus, hem geçmiş, hem de mevcut durumdur. Zira Kürt azınlığın sorunları var. Ben İtalyanım. İtalya anayasasından söz edince ‘İtalyan anayasası’ diyorum. Tabi ki her anayasanın kendi içinde var olan bütün farklılıkları, azınlıkları kabullenmesi, yer vermesi ve kapsaması gerekiyor. Dolayısıyla, yeni yapılacak anayasanın Kürtlere yer vermesi ve kapsamasını umut ediyorum. Bu da ancak Türkiye’nin devleti ile olur. Kürt azınlığı Türkiye’nin parçası olarak değerlendirmeli. Siz etnik olarak Türk değilsiniz bu doğru, ama bu safhayı aşmak gerekiyor artık. Nasıl ki Türkler kendilerini Türk his ediyorlar ise sizin de kendinizi Kürt hissetme hakkınız olmalı. Sonuçta siz kendinizi aynı toplum içinde iki kardeş olarak his etmelisiniz. Azınlıkların bir hassasiyeti var ve bunun dikkate alınması lazım.
“DÜNYA YERELLEŞMEYE GİDİYOR”
*Yeni anayasada azınlık hakları nasıl ele alınmalı, örneğin ‘Türklük’ yerine ‘Türkiye vatandaşı’ kavramı olamaz mı?
-Evet, öyle yapmalıyız ki söz konusu bu hassasiyetlere saygı göstermemiz lazım. Yeni yapılması öngörülen anayasada, azınlık haklarının da göz önünde bulundurulması gerek. Devletin daha adem-i merkezi, daha yerelleşmesini ön gören bir değişim olmalı ki, azınlıkların hakları yaşam bulabilsin. Evet, bu mevcut anayasada eksik olan hatta olmayan bir yön. Şunun bilinmesi gerekiyor; eğilim olarak gerek Avrupa’da gerek ise dünyada merkezden yerelleşmeye doğru bir yönelme var artık. Kimileri buna bölgeselleşme diyor, kimileri buna federal ülkeler diyor.
*Türkiye’de durum nedir?
-Türkiye’de durumun öyle olmadığını biliyoruz. Türkiye federal bir devlet olmaya mecbur da değil tabi. Ama yerel ve bölgesel idarelere özerklik, otonomi vermesi önemli. Bu artık bir modernitenin eğilimi ve gereğidir. Hatta demokrasinin eğilimidir bu. Yeni anayasa yapıldığında, Türk parlamentosunun işin bu yönüne daha büyük bir önem vermesi gerek. Ki vereceğini de ümit ederim. Artı, bu tür konuların kültürel boyutu da önemli. Artık bunları farklı bir şekilde telafi etmenin zamanıdır diyorum. Artık işi Türk-Kürt meselesi olarak değil, aynı topraklarda yaşayanlar olarak, birbirimize saygı ve sevgi içinde, kendi farklılıklarınız ile ortak yaşam sahasını geliştirme olarak görmeliyiz. Kendi toplumunuza ait, ama aynı devlet içinde birlikte yaşama koşullarını bulmak durumundasınız. Evet, aynı devlet içinde ama desantralize olmuş yani yerelleşmiş bir devlette.
“BİRLEŞTİREN ANAYASAYA İHTİYAÇ VAR”
*Anayasadaki değiştirilmesi dahi önerilemez denilen maddeler var. Bu maddeler, devletin dili, milleti, bayrağı gibi konularda tekliği esas alıyor. Ki bu değişikliğin bile önerilemeyeceği vurgusu yapılıyor…
-Avrupa’da böylesi maddelerle değiştirilmesi engellenmiş olan başka ülkeler var. Bu maddelere bakıldığında, maddelerin kendisi kötü değildir. Zira sözünü ettiğim bu maddelerin amacı laikliği muhafaza etmek içindir. Ama gel gelelim kamuoyunda bazen bu konu öyle ele alınmış ki, sanki değişimi önerirsen laiklik yok edilmiş olacak gibi bir algı yaratılmış. İşte burada asıl meselenin özü, yorum meselesidir diyorum. Eğer siz yorumunuzu demokratik bir mantık ile yaparsanız, bu maddeler kendilerini muhafaza edebilirler. Ama amaç uzlaşı yoluyla farklılıklara yer vermek ise yani gelişkin bir adım atmak ise değiştirilmesi neden olmasın ki?
Türkiye’de yaşanan geçmiş tecrübelerden derslerin çıkarılması gerek. Örneğin, siyasi partileri yasaklayan maddelerin ortak uzlaşı olmadığından dolayı, iptalini isteyen paket geçmemişti. Sorun muhalefettin buna hemfikir olmamasıydı. Sonuç itibarıyla Türkiye’nin artık birleştiren bir anayasaya ihtiyacı var, bölen değil. Tabi bunun için de ortak akıl ve uzlaşı gerekiyor. Ama her partinin her hassasiyetin farklı bir anaysa maddesi hazırlaması fikrine pek sıcak bakmıyorum.
“HER KESİMDEN TEMSİLCİLER YER ALMALI”
*Neden sıcak bakmıyorsunuz? Peki, nasıl bir yöntem?
-Çünkü bu bizi bitimsiz bir zamana yayılmışlığa götürebilir. Bu olursa sonra ortak paydaları bulmakta zorlanabiliriz. Bunun yerine herkesimden temsilcilerin içinde yer aldığı, yani muhalefetin azınlıkların, velhasıl farklı eğilim ve hassasiyetlerin bünyesinde yer aldığı -ki bunun adı komisyon olabilir-, bunlar herkesin hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak, ortak bir uzlaşı metni hazırlayabilirler. Doğrusu ben bu yöntemi daha makul görüyorum. Yani ilk başta birlikte çalışabilecek ama farklılıklardan oluşan bir oluşum. Tabi burada yetkililerin de, muhalefetin de, azınlık temsilcilerinin de iyi niyetlerini sergilemeleri gerekiyor. Yapıcı ve pozitif bir yaklaşım olmalı ki, birlikte bir ilerleme sağlanabilinsin. Öyle bir metnin çıkarılması gerekiyor ki, bu sürece müdahil olmuş bütün kesimlerin, mümkün mertebe en geniş şekliyle memnun ayrılmasının sağlanması lazım. Mümkün mertebe hiç kimsenin bu yeni anayasa hazırlama sürecinin dışarısında tutulmamasına özen gösterilmeli.
*Burada kör bir düğüm var. ‘Demokraside çoğunluk ne derse o olur’ deniliyor. Böylece azınlıklar yine inkar edilmiş oluyor…
-Bu bir noktaya kadar doğru. Ama eğer hele bu konu bir anayasal değişim ise azami uzlaşıya varılması gerekiyor ki, yapılan değişimi en geniş kesimler yani herkes sahiplenebilsin. Tabi bir bütünen sahiplenmek, hemfikir olmak sağlanamayabilir. Ama azami bir uyum sağlanması zaruridir. Yeter ki herkes iyi niyetini ortaya koysun. Böylece memnuniyet verici bir uzlaşıya varılır. Ben geniş katılımı önemle vurguluyorum zira bu katılım yapıcı olursa çok değerli olur.
*Etnik yapılardan bahsedilmeden modern bir anayasa yapılamaz mı? Anayasada sadece cumhuriyete veya vatandaşlığa bağlı tarafsız-nötr bir aidiyet tanımı olamaz mı?
-Evet, bu mümkündür. Anayasada illa etnik kökenlerden söz etmek bir gereklilik değildir. Ama anayasaların bir ülkede var olan etnik ve dini azınlıkların haklarını garanti edecek cevheri içinde barındırması gerek. İşte onun içindir ki bizim Avrupa Konseyi’nde azınlıkları koruma sözleşmemiz var. Hazırlanacak olan yeni anayasa sadece Türkler için olmamalı. Ya da sadece Kürtler için olmamalı. Bu anayasanın Türkiye’de yaşayan diğer farklı hassasiyetleri ve farklı etnik kökenleri de hesaba katması ve bunları anayasada yansıtması gerekiyor.
*İktidara geldiğinde Başbakan Erdoğan da ‘Türk vatandaşlığı’ kavramı yerine ‘Türkiyelilik vatandaşlığı’ kavramını kullanmaya aşladı. Ama bunun gereğini yapmadı.
-Evet, bu önemli bir husustur. Ve bunun en iyi çözüme kavuşması için de şimdiden arayışlara gidilmesi ve herkesi kapsayacak en uygun çözümün bulunması gerekiyor.
“BÖLGELERE YETKİ VERİLMELİ”
*Eski parlamenterler meclisi başkanının deyimi ile Türkiye’de bölgelerin adı var, ama idari olarak içi boş…
-Türkiye’deki merkezi yapı, ya da merkez kaç, daha çok ilkeldir. Türkiye çok merkezi bir devlettir ve yerel ve bölgesel yönetimlere fazla yer yoktur. Tabi bu şu an öyledir ve değişebilir. Evet, Türkiye’de bölgeler var ama yetkileri yok. Dolayısıyla bu bölgelere idari otonomi için yetki vermek gerekiyor. Sonuçta Bu yetki dağılımını belediyelere, diğer yerleşim birimlerine de yaymak lazım. Bu eğilim epeydir Avrupa’da yaygınlaştı ve halen de gerçekleşmektedir. Siz Fransa’yı örnek verdiniz, doğru, Fransa merkezi bir yapıya sahip, ama bölgesel ve yerel yetkiler sahasında pek çok ilerleme kaydetti ve etmeye de devam ediyor.
*İtalya da bu duruma dahil mi?
-Evet, örnek olarak İtalya’yı da gösterebiliriz. İtalya bir bölgeler ülkesine dönüştü. Bölgelerin artık pek çok yetkileri var. Hatta kimi siyasi partiler İtalya’da tam federal bir yapı istemekteler ve er geç varılacak bir hedeftir bu. Şunu söylemek istiyorum, bu tür gelişmeler, er ya da geç olur. Hedefe adım adım ilerlemek gerek. Ben Türkiye’deki yerel yönetimlerin ilkel olduklarını söyledim. Zira daha fazla yetkiye sahip olmaları gerektiğini söylüyoruz, işte bunun yeni anayasada yer alması gerekiyor.
*Farklı kimlikler ve dillerin varlığının kabulü yeni anayasada mı yer almalı, yoksa yasalar kendi başına bunu çözebilir mi?
-Bu bir metot sorunudur. Kimi anayasalar var ki genel ve belirli bir çerçeveyi kapsarlar, kimi anayasalar ise daha teknik ve yasasal bir içeriğe sahipler. Bu yöntemlerden birinden biri seçilebilir. Burada önemli olan garantiler vermektir. Öce bu haklar garantisini anayasal çerçeve bazında ararsın. Daha sonra ise daha özgün ve detaya inen bir yasalar bütünlüğüne indirgersin.
*Yeni anayasanın kabulü için en uygun yöntem hangisidir; referandum mu, parlamento mu?
-Bu değişebilir. Görecelidir. Bunun anayasal değişimleri nasıl öngördüğünü, biçimlerini bilmek gerekiyor. Anayasayı hazırlama yetkisine sahip bir organ gerekiyor. Hatta şu an ki hazırlıklardan daha önce de Türkiye’de yeni bir anayasanın maddelerini hazırlamak ile görevli teknik bir komisyon icra edilmişti. Söz konusu bu komisyonunun başkanı ise Türkiye’nin Venedik Komisyonu üyesi olan Prof. Ergun Özbudun’nun kedisiydi. Bana bizatihi aktardığına göre iyi bir çalışma yapmışlardı. Prof. Özbudun’nun kendisi iyi bir anayasacı, iyi bir demokrat ve iyi bir Avrupalı olarak değerlendiriyorum. Maalesef bu yazılı metin parlamentodan geçmedi. Nedeniyse muhalefetin itiraz edişi ve iktidarın bunu geçirmesi için gerekli çoğunluğun olmamasıydı.
*Ya da hükümetin niyeti ve istemi yoktu, diyebilir miyiz?
-Bu kanıda değilim ben. Bu komisyonu kuran, bu projeyi hazırlatan bu hükümetin bizatihi kendisiydi. Hükümet parlamentoda yeteri çoğunluğu bulamayacağını hesaplayarak bundan vazgeçmişti. Yoksa kendisi komisyon atayıp o komisyonu dikkate alamamazlık yapmış olamaz herhalde. Yine anayasa referandumundaki pakette daha önce genişti ve bu daraltıldı. Zira parlamentoda yeteri destek bulunamadığından bu daraltıldı. Yine çok önemli olan ve yeni anayasanın da çözmesi gereken siyasi partiler kanunu da geçmedi. Bu da muhalefetin itirazlarına takıldığından geçemedi. Ki bunun kesinlikle çözüme kavuşturulması gerekir. Zira bu anahtar bir konumdadır ve siz hep eski yoldan yürüyerek çok yeni yola varamazsınız.
*İlgili kişilere ve yöneticilere öneriniz nedir?
-‘Devleti vatandaşa karşı koruyan’ bir mantık ile kesinlikle olumlu sonuç alınmaz. Önce bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi sorunu, sadece kültürel yada mantalite sorunu değildir. Aynı zamanda yazılı yasal metinler sorunudur da. İlk başta özgürlükleri kısıtlayan bütün engelleyici maddelerin kaldırılması, eski metinlerden ayıklanması gerekiyor. Örneğin, Türkiye’deki basın yasasına şöyle bir bakarsanız standartlarına uygundur. Ama devamında bir bakıyorsunuz, Türkiye pek çok defa AİHM’de mahkum olmuş ve oluyor. Peki, neden kaynaklanıyor bu? İşte bu kısıtlayıcı bir mantık ve yaklaşım ile yorumlanmış olmasından kaynaklanıyor. Sözde devletin çıkarlarını her şeyin üstünde gören bir mantığa dayanıyor bu. Vatandaş kendisine hizmet eden bir devlete kötülük yapmaz.

Yorumlar kapatıldı.