İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ALPER GÖRMÜŞ’LE POLEMİK! DEVLET DEĞİŞMEDEN DEĞİŞEMEYECEK MİYİZ?

Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin’in, medyadaki gayrimüslim algısındaki değişim için devletten “medet uman”, toplumdan ve medyadan “umudunu kesen” Taraf yazarı Alper Görmüş’e itirazı var.

Kürşat BUMİN/YENİ ŞAFAK
Alper’le polemik! Devlet değişmeden değişemeyecek miyiz?
Arkadaştan öte dostum olarak gördüğüm Alper Görmüş, Taraf’ta yayımlanan dünkü yazısında (“Devlette ve medyada gayrimüslim algısı”) benim de davetli olduğum ama katılmadığım bir çalıştayda söylenenlerden ve söylediklerinden söz ediyor. “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” bünyesinde faaliyet gösteren “Medialog-Kültürlerarası Diyalog” grubunun Heybeliada’da (İstanbul) düzenlediği çalıştayda “Medyamızda Gayri Müslim Algısı” konusu tartışılmış.
Alper, konuya haklı olarak ülke medyasının “normal” bir medya olmadığını, bu medyanın asıl olarak “devletin toplumdan taleplerinin aracısı olarak” görev üstlendiğini hatırlatarak girmiş. Bu tespitini çalıştayın konusuna da doğrudan şöyle bağlamış: “Türkiye’de bütün algıların belirleyicisi olan devlet (…) medyadaki gayrimüslim algısının da temel belirleyicisi durumunda.” Altı özellikle çizilen bu tespite de hak vermemek imkansız.
Alper’in bu tespitinden ülkedeki etnik-kültürel aidiyetlerden eskiye oranla çok daha serbestçe söz edilmeye başlandığı bugünler de kurtulamıyor. Başbakan’ın çok sık kullandığı “Yaratılanı severiz Yaradan’dan dolayı” diyerek başladığı konuşmalarını “Kürt’üyle, Türk’üyle, Çerkes’iyle, Boşnak’ıyla..” diye devam ettirirken cümlenin sonunu “Ermeni’siyle, Musevi’siyle, Rum’uyla…” olarak getirmeyi unuttuğunu söylüyor. Bu da haklı bir eleştiri tabii ki… “Yaratılan”lardan anlaşılan sadece Müslümanlar olmasa gerek…
Alper’in yazısından şu satırları da hatırlatmak gerekiyor: “Tam bu noktada beni, medyadaki gayrimüslim algısındaki değişim için devletten medet ummakla eleştirebilir; tam tersini yapmadığım yani ‘bağımsız ve özgür medya’yı devletteki sorunlu algıyla mücadele etmeye çağırmadığım için itham edebilirsiniz. / Bu eleştirinin (ilkesel’ planda haklı olduğunu hemen teslim edeyim, fakat bu türden çağrıların bir işe yaramayacağını düşünüyorum. O nedenle ‘pragmatik’ davranıp devlet aktörlerine çağrıda bulunmayı, oradaki –artık ne kadarsa- ‘rasyonel’e hitap etmeyi daha işlevsel buluyorum.”
Alper’in bu öneride bulunurken halihazır medya içinde bir ayrım yapmadığını unutmamamız gerekiyor. O ülke medyasının tamamından umudunu hepten kesmiş görünüyor.
Yazının başında “Alper’le polemik!” derken aklımda tam da yazının bu faslı vardı. Yukarıdaki alıntıda okuduğunuz gibi yazının bu faslının “polemik”e açık olduğunu zaten Alper de kabul etmiş görünüyor. “Pragmatik davranmayı” seçtiğini özellikle belirtmesi gibi.
Ama ben yine de “polemik”i başlatmak istiyorum! Alper’i bu seçimini yaparken haddinden fazla “kötümser” buldum. Üstelik bu kötümserlik sadece “medya” değil, çok daha önemli olarak “toplum” söz konusu olduğunda da geçerli. Güzel gelişmelerin “toplum” tarafından samimi ve ciddi biçimde benimsenmesi gerçekleşmeden hayat bulamayacağını Alper de biliyor tabii ki… “Medyamızda Gayrimüslim Algısı”nda olduğu gibi “Devletimizde Gayrimüslim Algısı”nında şahit olacağımız olumlu gelişmelerin de ön koşulunun “Toplumumuzdaki Gayrimüslim Algısı”nın doğru yola girmesinden geçtiğinin tabii ki Alper de farkında… “Oradaki rasyonel”i gerçek anlamda rasyonel kılacak olanın “devlet aktörleri” değil, toplumsal aktörler olduğunu kuşkusuz o da kabul edecektir.
O zaman bu yöndeki umutların “Devlet”in tarih boyunca sokulduğu kılıklardan birisi olan bu “Akıl”a bağlanmasını nasıl açıklamalı?
Peki bu durumda “Toplumumuzdaki Gayrimüslim Algısı” nasıl doğru yola girebilir?
Bunun yolunun Alper’in sözünü ettiği “çalıştay”lar benzeri yarı-toplumsal gayretlerle oluşamayacağı muhakkak. Bunun niçin böyle olduğunu zaten Alper de anlatmış. Şu satırlarla: “Orada da söylediğim gibi, böyle bir toplantıyı düzenleyen insanlarla, yönettikleri televizyonlarda olur verdikleri diziler üzerinden (Samanyolu televizyonundaki Tek Türkiye, Şefkat Tepe gibi diziler) sözü edilen ‘önyargı’nın beslenmesinde ve tahkiminde en büyük paya sahip olan insanların aynı dindarlık algısını paylaşıyor olmaları bence çok çarpıcı.” Bu satırların arkasından da söz edilen dizilerde karşımıza gelen şu örnek: “Mesela bir bölümde, erlerden biri, komutanının ‘dağ faresi’ dediği birkaç PKK’lıyla ilgili olarak ‘Komutanım, bu hamsileri yağda mı kızartayım, yoksa buğulama mı yapayım’ diye soruyordu.” Sözü edilen “dağ fareleri”nin “Zerdüştlük”le bağını kurmayı ihmal etmeyerek tabii ki….
Demek ki, umudumuzu “toplum algısı”nın doğru yola girmesine bağlamak gerekir derken, herkesin “toplum”dan anladığı şeyin aynı olmadığını bilmemiz gerekiyor. “Toplumsal”ı ülkedeki bu ve diğer “zararlı” algıları ortadan kaldırmaya muktedir tek alan olarak kabul ederken, “Devlet”i aklından çıkaramayan bir “sivilleşme-sivikleşme” gayretinin hakiki ve dolayısıyla makbul olmadığını söyleyeceğiz. Demek ki her şeye rağmen toplum-toplumsallıktan umut kesip Devlet’e “Buyur bu algıyı da sen düzelt” demenin haddinden fazla problemli olduğunu tekrarlayacağız…
Thomas Paine’in kaleminden çıkmış şu satırlar (Levent Köker’in güzel –yani anlaşılır- çevirisiyle) öznesi kim olursa olsun karşılaşılan sakıncalı-zararlı “algılar”dan nasıl uzaklaşılabileceğinin formülünü apaçık olarak vermiyor mu:
“Bazı yazarlar, toplumla hükümeti öylesine birbirine karıştırmışlardır ki, ikisi arasında ya çok az bir ayrım yapılmakta veya hiçbir ayrıma yer verilmemektedir, halbuki ikisi sadece ayrı olmayıp, aynı zamanda farklı kökenlere sahiptirler. Toplum, bizim isteklerimizin, hükümet ise bizim kötülüğümüzün ürünüdür; toplum, duygularımızı birleştirerek pozitif anlamda, hükümet ise kötülüklerimizi sınırlayarak, negatif anlamda mutluluğumuzu artırır. Biri ilişkiye girmemizi teşvik eder, diğeri ayrımlar yaratır…”
Güzel özet doğrusu…. (Aktardığım bu metindeki “Bazı yazarlar” ifadesinin Alper’le uzaktan yakından ilgisi olmadığını belirtmem gerekmiyor herhalde…)

Yorumlar kapatıldı.