İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenistan meselesi (1)

Mıgırdiç Margosyan / mmargosyan@hotmail.com

Kirvem, Geride bıraktığımız bütün bir hafta boyunca Ermenistan’daydım. Sebebi ziyaretime gelince; bunun nedeni Ermenistan Yazarlar Birliğinin ve ona maddi bakımdan destek sunan Diaspora Bakanlığının müşterek organizasyonuyla gerçekleştirilen “kültür” ağırlıklı bir davete icabet etmekti.

İki yılda bir yapılan, nitekim bu yıl altıncısı gerçekleştiren bu toplantıya, “diaspora”da yaşarken, aynı zamanda da bulundukları ülkelerin dilleriyle mesela Fransızca, mesela Romence, İngilizce, Yunanca, Rusça, Farsça ya da diğerleriyle yazan Ermeni yazarlar davet edilip, böylece aralarında bir iletişim kurulmasına, “edebi sohbet”ler eşliğinde Ermeni dili, edebiyatıyla ilgili sorunlara tartışma ortamı yaratılıp, dolayısıyla “çözüm” önerilerine kapı aralanmaya çalışılıyor.
Nitekim bu yazarlar içinden kimilerine belki de “kırmızı mum”larla mühürlü, kimilerine belki de “özel ulak” zarflar içinde, ya da benim gibi Diyarbakır Gavur Mahallesi’nde fi tarihinde hasbelkader doğup, ana dilini ancak on beş yaşından sonra öğrenmek gibi bir “lüks”ü yakalama fırsatını İstanbul’da önce bir yetimhanede, sonra da ortaokul sıralarında bulup, böylece Ermeniceyi iyi-kötü öğrenen bir “ana dil” serüvencisine de, son zamanların en ileri, aynı zamanda da en “pratik” elektronik posta yoluyla ulaştırılan mektubu alır almaz, bittabi ki soluğu Atatürk Havaalanından gecenin köründe kalkıp ardından da “Ver elini Erivan” diye havalanacak uçakta almak, dolayısıyla “tayyare”yi” kaçırmamak için tamı tamına hareket vaktinden üç saat önce limana vardım.
Sonra?..
Sonra zaten haftada sadece iki kez, o da daima gece yarısından sonraki saatlerde İstanbul-Erivan, ya da aynı şekilde Erivan-İstanbul tarikiyle yapılan bu “sefer”lerin, aslında asla zamanında gerçekleştirilmediğini, dolayısıyla yerine göre iki, üç, dört saat oradaki koltuklarda uyuyup, pineklemenin her halükarda sıradan, “olağan” sayıldığı, hatta aksinin ise “mucize” babında değerlendirildiği bir seyahate peşinen eyvallah etmek, tüm Ermenistan yolcularının “kader”i nitekim!
Neden?..
Çünkü Ağrı Dağı’nın bir tarafından, yani Türkiye’den, yani deyim yerindeyse birbirinin “burundaş”ı olan Kars’tan “öte yaka”ya, yani yakim  Erivan’a kara yoluyla kestirmeden gitmek için çıkınına yerleştirdiğin haşlanmış yumurta, patates, soğuk köfte, zeytin, domates, hıyar ve peynirin yanı sıra, keza somun veya lavaş ekmekle takviye ettiğin “sepetini koluna takıp”, sonra da bindiğin köhne bir kaptıkaçtı, tren, otobüs ile sınırdan geçip gidemeyeceğine, bunun “yassağ!” olduğuna göre, üstelik o yörelerde daima yağan “kar”lar yüzünden değil de, tam aksine “siyasi”, “politik”, ve en önemlisi de “zart-zurt” gerekçelerle yollar kapalıysa, bir bakıma geriye kalan tek seçenek ister istemez havayoluysa,  ehh o zaman git sabahın körüne kadar  kanapelerde uzanıp, yerlerde bağdaş kurup, yerlerde sürünüp, ardı sıra gökten süzülüp gelecek o köhne, o hurda yığınından farksız “demir kuşu” sabırla bekle ağparik!
Nitekim işin bu faslını geçersek, beri taraftan “Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali, ben özüm de önce ana dilim Ermeniceyle, daha sonraki yıllarda buna paralel olarak, “Güneş Dil Teorisi”nce  bilumum dillerin “ana”sı olduğuna dair bir zamanlar verilen “fetva”ya, bu dahiyane “moda”ya uyup, bir bakıma belki de farkında olmadan kendi “ana dilim”e bir nebze de olsa “ihanet” edip, böylece giderek daha çok Türkçe yazdığım, ve en önemlisi de dedelerimin, dedelerinin, dedelerinin doğdukları bu topraklarda, bu diyarlarda, bu coğrafyada “diaspora”lı, bir “yazar” kimliğimle Ermenistan’a davet edildiğim için mutlu mu olmalıydım, yoksa  “iki dilli” ama aynı zamanda da “iki dinden avare”  bu “biçare” halime iki gözü iki çeşme ağlamalı mıydım bilmiyorum, bilemiyorum Kirvem!..

Yorumlar kapatıldı.