İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımdan dolayı affınızı diliyorum!

Aris Nalcı /  Radikal
Önemli olan özrün, kelimenin anlamsızlaştırılmadan dilenmesidir. 2015 için karşı atak hazırlıklarının başlatıldığı bir ortamda öncelikle ‘özür’ kelimesinin altı boşaltılacaktır. Ki dilenebilsin özür…


Başlıkta gördüğünüz bu cümleyi okuduğunuzda aman da neler oluyor demeyin. Ben size aslında Türkiye’de hiç duyamayacağınız bir cümleyi şimdiden yazayım da hem kendi vicdanımı rahatlatayım hem de sizin içinize bir nebze olsun su serpeyim diye yazdım. Oldu ama değil mi? Bu başlık bazılarınızın başına kaynar sular döktü. Bazılarınızın da içini rahatlattı, “Amanın gerçekten mi?” dedirtti. İşte bu yüzden de bu satırları okumaya devam ediyorsunuz.
Türkiye’de birkaç yıl içerisinde Başbakan’ın yarım ağızla özür dilediği Dersim gibi bir özür gelecek ne de olsa bu konuda. Ben şimdiden bu özrü kabul etmeyeceğimi söylemek istedim başlarken. Zira Dersim özrünü özür olarak kabul edenlerin de aslında oyuna geldiğini hepimiz biliyoruz ama kendimize itiraf edemiyoruz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermeni soykırımının 100. yılı 2015’e kadar veya 2015 içerisinde hatta büyük ihtimalle 24 Nisan 2015’te bir özür dileyecek. Ama bu özür, bu toprakların özrü olmayacaktır.
Çünkü her şey ve her kelime gibi özrün de içi boşalmış olacak.
Şimdi diyeceksiniz ki “Ee daha ne istiyorsun? Özür dilesek bile yetmez ise ne yapmak lazım? Toprak talebin varsa milliyetçi Ermenilerle aynı yere düşeceksin” diyecekseniz, kimin kimden kimin toprağını talep edeceği zaten başlı başına bir sorunken bu toprağın üstünden bir şey istediğimiz olmadığını söyleyeyim. Hrant’ın da dediği gibi toprağı, altına girmek için ister bizimkiler… Üstüne ağaç dikemeyeceğimizi 1942-1944-1955-1980-2007 gayet güzel öğretti bizlere.
Türkiye’ye kadar gelip Hocalı mitingine kadar girip Azerilerle soykırım konuşma cesaretini göstermiş bir diyasporalı Ermeni olan eşim Linda meleklerimin bulunduğu sağ omuzumdan sohbete katılıyor:
“İnkârı geçmek ve özrü dilemek için beklenen 100 yıl bir o kadar yarayı derinleştirdi. O yüzden bir 100 yıl da anlayışla beklemek gerekecektir.”

Haksız diyebilir misiniz? 
Türkiye’nin âkil adımlarını atan sol örgütler bile 88 yıl sonra bu ülkede soykırımdan uluorta bahsedebilir oldu. İki yıl önceki 24 Nisan anmalarında soykırım kelimesini kullanmaktan çekinen örgütler, dernekler, girişimler yıl 2012’yi gösterip de Sevag öldürüldükten sonra, Roboski’de insanlar katledildikten sonra, ancak metinlerine soykırım yazabildi.
Yeri geldiğinde toplantılarında ‘soykırıma’ soykırım demek için yanlarında duran Ermenilere bakan bazı sevgili solcularımız, şimdi 2012 olduğunda soykırıma ‘soykırım’ deme gücünü kendilerinde bulabildiler.
Ermeni soykırımının konuşulduğu bir toplantıda moderatöre sormuştum “Siz ne düşünüyorsunuz” diye. “Ermeni arkadaşlarım ne der ona bakarım” cevabı geldi. “Yani sizin bir görüşünüz yok, öyle mi?” dedim. Mırıldandı “Öyle değil” o iş der gibi.
Böyle yaralar kolay iyileşmez.
O halde belki de korkusundan değil de naifliğinden konuşamaz ve o ‘ne dediğine’ baktığınız Ermeniler bile soykırıma ‘soykırım’ diyemez bazen.
Bunu anlayışla karşılamalısınız. Zira o, yıllardır genlerinde yolda binlerce kilometre sürgün edilmiş annenin, çocuğunu ölüme yürütme duygusu ile büyümüş bir milletin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, yeri geldiğinde de 24 Nisan gibi kanının çekildiği bir günde topraklarında atalarının katledildiği bir memleketi kendi oluşturduğu ‘düşman’a karşı korumak için gittiği askerlik görevini yaparken ‘arkadaş’ı tarafından bir ağır silahla öldürülmüştür.
Evet. Sevag Balıkçı’dan bahsediyorum. Halen bir cevap, halen bir resmi özür gelmemiştir Sevag için bu TC’den. Soykırım için özür dilemekten önce Sevag için geç kalmış bir özrü hak etmektedir Ani Kuyrik (abla). Acısını yaşama şansı bile verilmeden 24 Nisan’a bir acı daha ekleyen Balıkçı ailesinden.
Ama doğrudur, normaldir anormal olan. Kendi vatandaşını terörist sayıp hapse atan, duygusunu hiçbir askerine hissettirmesin diye katliamlarını artık insansız hava araçlarına yaptıran bir ülkede normaldir, özrün kabahatten sonra gelmesinin beklenmemesi.
Önemli olan özrün, kelimenin anlamsızlaştırılmadan dilenmesidir. 2015 için karşı atak hazırlıklarının başlatıldığı bir ortamda öncelikle ‘özür’ kelimesinin altı boşaltılacaktır. Ki dilenebilsin özür… Ki unutulabilir olsun acılar… Ki ders kitaplarına girmekten kurtulsun… Ki 4+4+4 ile nesiller yetiştirebilsin…
Hep ‘ki’lerle doludur bu memleketin tarihi. Ben küçükken her 23 Nisan sabahı kalktığımda Feriköy’deki Ermeni ilkokuluma giderken evimizin camından aşağıya sarkan Türk bayrağına bakar dururdum.
Biz 400 kadar Ermeni öğrenci okulun bahçesinde andımızı bağıra çağıra okurken Türk Müdür Başyardımcısı’nın yüzündeki tebessüm anlamsızdı 11 yaşındaki bir Ermeni için. Ama lisede bir gün eve gelip anneme bağıra çağıra neden Türk bayrağı astığını sormuştum.
Cevap vermemişti. Verememişti belki. 1915’te Der Zor’a yürürken çocuğunun kendinden önce öleceğini bilerek yola devam eden annenin duygusunun bir yansımasıydı belki de o bayrağı asmasına sebep olan.
O Türk bayrağı 23 Nisan’da asıldığı camda 24 Nisan’da bu kez hüznü temsil ederdi adeta.
Katili parmakla göstermenin başka bir yoluydu belki de.
Şimdi düşünüyorum da içi boşaltıldığında bir özür dilendikten sonra acaba, 80’lerde 23 Nisan’da bayrak dağıtan gazeteler 24 Nisan’da da siyah pankart dağıtır mı? Bence içi boşaltıldıktan sonra dağıtır.
Ben o gün kendimi iyi hissetmek için şimdiden yazayım dedim. O gün gelip de utanmayayım diye. Diyalog her zaman lazım. Ama ‘D’sini doğru yere yerleştirmek gerek. Bu yüzden Ermenistan’da soykırımın son tanıklarıyla görüşen Erhan Arık’ın Horovel belgeselinden şu sözleri hatırlamak gerekiyor Ermenilerden bu özrün kabulünü beklerken:
Nenem şu gördüğüm nehrin yanına yaklaşmazdı
Balık bile yemezdi o nehirden
Çünkü 1915’te 4 çocuğunu bu nehirde boğarak öldürmüşler
Ve ardından da “Artık buraya bir daha dönmezsin” demişler.
Nenem sabahları sevmezdi nehrin sesini duyduğu için
Nehrin sesini duyduğunda çocuklarının hırıltılarını duyduğunu söylerdi;
Şimdi bu nehir aramızdaki sınır çizgisi
Söyle bana evlat ben o nehiri nasıl geçeyim
Var mı bir yolu ölüler gibi acılarımızı da gömmenin…

Özrün altı boş kalmasın 
Af nasıl dilenir derseniz. Almanya Federal Devlet Başkanı Johannes Rau’nun Yahudi soykırımı için İsrail parlamentosunda yaptığı özür şu şekildeydi diye de hatırlatalım ki özrün altı boş kalmasın:
“İsrail halkı izlerken; öldürülenler, mezarı bile olmayanlar önünde eğiliyorum. Kendim ve kuşağım adına, geleceğini İsrail’in çocukları ile birlikte görmek istediğim çocuklarımız ve torunlarımız adına, Almanların yaptığı şey için affınızı istiyorum. Kurbanlar bizim geleceğimizin bir parçası olarak kalacak.”

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1085864&CategoryID=132

Yorumlar kapatıldı.