İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hoşgörü ve azınlık hakları

İsmet Çiğit

Demokrasinin yerleşmesi için ikinci önemli konu ise, azınlık haklarıdır. Yine yukarıda izahına çalıştığım kavramlarla yakın ilişkisi vardır… Sağlıklı demokrasilerin olmazsa olmaz çok önemli iki kuralı vardır. Biri hoşgörüdür. En uçta yaşayan bireylerin bile yaşam biçimine, düşüncelerine saygı göstermektir. İşin bu yönünü bizim Atatürkçüler, laikler içlerine sindiremiyor.İkinci kural, azınlık haklarına saygıdır. İşin bu yönünde de başta Sayın Başbakan olmak üzere, AKP içinde güçlenip, önemli makamlara gelmiş bazı siyasetçilerin ve bürokratların eksik olduğunu düşünüyorum. Hoşgörü ve azınlık haklarına saygıyı öğrendiğimiz ve becerdiğimiz zaman, emin olun çok daha mutlu çok daha demokrat bir Türkiye’de yaşama imkanı bulacağız.

*********
Bazen kimi yazılarım nedeniyle yanlış anlaşıldığımı, hakkımda sağda solda farklı yorumların yapıldığını, hatta yakın çevremdeki kimi dostlarımın bile bana kuşkuyla bakıp, eleştirdiklerini biliyorum.
Açıkça belirtmek isterim; umurumda bile olmaz.  Kendimden eminim, kendimle barışıkım. Kendimi, “Atatürkçü ve laik” olmakla övünen herkesten daha fazla “Atatürkçü ve laik”;  kendini “Dindar ve temiz Müslüman” olarak gören herkesten daha fazla “Dindar ve temiz Müslüman” olarak kabul ederim.
Her insanın farklı bir birey olduğunu kabul ederim. Hiç kimseyi, davranışları, inançları, siyasi görüşü nedeniyle kınamam, dışlamam ya da sevmek zorunda olduğumu düşünmem. Türkiye’nin gerçek demokrasiye ulaşması için, önce insan hakları ve bireyin özgürlükleri konusunda çok yol alması gerektiğine inanıyorum. İki önemli kavram var bana göre: Birincisi hoşgörü. İkincisi azınlık hakları. Bugün size, bu iki konuda çarpıcı örnekler vermek istiyorum.
…….
Çok bahsettim, belki okurlarımı da sıktım. Ama bir kez daha şu önceki hafta yapılan bir haftalık ABD gezisine döneceğim. 22 kişilik bir grup olarak gittik. Ben 50 yaşını aşmış bir adamım. Hiçbir yerde, bulunduğum hiçbir ortamda kendi yaşam biçimimden, tarzımdan feragat etmedim, aman içinde bulunduğum ortama uyayım diye bir yapmacık gayret içinde olmadım.
İzmit’ten ABD’ye 22 kişilik bir grup olarak gittik. Bu 22 kişinin 21’i dini vecibelerini harfiyen yerine getiren, inançlarına uygun yaşayan insanlardı. Bir tek ben farklıydım. Farklı olduğumu gizleme gereği de hiç duymadım. Ben kendimi her ne kadar en az onlar kadar Müslüman ve inançlı olarak kabul etsem de, beni dışlayabilirlerdi. Ağzıma gelen her şeyi rahatça söyledim. Cemaatin faaliyetlerinin tanıtıldığı sunumlar uzadığında tepkimi ifade edebildim. Herkesin ayran, kola, meyve suyu sipariş ettiği yemeklerde, ben garsonlarla şarap cinsi konusunda pazarlık yapabildim.
Beni dışlayabilirlerdi. Öbür tarafı, yani dindar kesimi dışlayan, kendinden uzak tutan ve gelecekleri için tehlike gibi gören kesimi çok iyi tanıyorum. Eğer ben, bu kesimden, yani Atatürkçülüğü, laikliği kendi tekellerinde sanan, sadece kendilerini bu ülkenin ve bu cumhuriyetin sahibi olarak gören kesimden 21 kişi seçsem. Bu grubun içine bir de dini esaslara göre yaşayan, hatta cemaat mensubu olan birini alıp koysam emin olun tablo çok farklı olurdu. ABD’ye giden heyet içinde beni kimse dışlamadı. tam tersine, hepsi üzerime titrediler. Fethullah Gülen Cemaati’nin İzmit’te önde gelen isimleri, cemaat mensuplarının “Ağabey” olarak tanımladığı insanlar, en çok benimle sohbet ettiler. ABD’de bize önderlik yapan Mahmut Yeter, her fırsatta, “İsmet Abi bir eksiğin, bir isteğin var mı?” diye etrafımda dolaştı. İşte bu hoşgörüdür. İnsanları olduğu gibi kabul etmek, bireye saygı göstermektir. Çok açık biçimde iddia ediyorum. O bahsettiğim 21’i Atatürkçülük ve laikliği kendi tekelinde gören insanlardan oluşmuş bir ekibin içine, benimle birlikte ABD’ye gelen inançlı insanlardan birini alıp koysak, ABD’ye bir haftalık seyahate göndersen, dışlanırdı. Gruptaki diğer insanlar ondan uzak dururdu. O birey, beş vakit namaz kılmaya kalksa,  gruptaki diğer insanlar O’nu beklemez, saygı göstermezlerdi.
Zaten bu anlayıştır ki,  Türkiye Cumhuriyetini geride kalan 80 yıl içinde gerçek demokrasiye ulaştıramadı. Toplumu kamplara ayırdı. Oysa Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal’in tarzı bu değildi. Ben son yıllarda Atatürk ve İstiklal Savaşı, Cumhuriyet’in kuruluşu dönemleri ile ilgili kitaplara kafayı taktım. Bu konuyu çok önemsiyor ve sürekli okuyorum. Mustafa Kemal,  İstiklal Savaşını kazanırken de, Cumhuriyet’i kurarken de toplumun dini inançlarına hatta toplumu yönlendiren imamlara, mollalara çok büyük değer ve önem vermiş. Türkiye’de bütün insanların önce bu hoşgörüyü, birey hakkına bireylerin yaşam biçimine saygıyı öğrenmesi gerekiyor.
…….
Demokrasinin yerleşmesi için ikinci önemli konu ise, azınlık haklarıdır. Yine yukarıda izahına çalıştığım kavramlarla yakın ilişkisi vardır.
Geçen akşam, evde televizyonda Clint Eastwood’un hem yapımcısı, hem yönetmeni olduğu 2009 yapımı “Invinctus” (Yenilmez) isimli filmi izledim. Morgan Freeman ve Matt Damon başrolleri paylaşıyorlar. Güney Afrika’yı dünyanın en ırkçı, en faşist, antidemokratik ülkesi olarak alıp, dünyanın en saygın ülkelerinden ve demokrasilerinden biri haline getiren Nelson Mandela’nın hayatından bir kesiti anlatıyor.
Güney Afrika’yı yöneten ırkçı, beyaz azınlık, ülkedeki siyahların lideri olan Mandela’yı
30 yıl 3 metrekarelik bir hücrede hapsediyor. En ağır işlerde çalıştırıyor, en ağır hakaretlerle karşı karşıya bırakıyorlar. Mandela 1990’lı yılların başlarında serbest kalıyor. Devlet Başkanlığına aday oluyor, ülkedeki siyah çoğunluğun oyları ile Güney Afrika’nın ilk siyah devlet başkanı seçiliyor.
Beyazlar panikte. Ülkedeki siyahlar, yıllarca yaşadıkları ezilmişliğin, itilip kakılmışlığın öfkesi içinde, intikam arıyor. Mandela, Güney Afrika’daki beyazların sembolü haline gelmiş ülkenin Ulusal Rugby takımını sahipleniyor. Takımın kaptanı, ülkedeki beyazların sembolü (Matt Damon oynuyor) ile birebir ilişki kuruyor. Ülkedeki siyahlar ulusal rugby takımının dağıtılmasını, adının, forma renklerinin değiştirilmesini istiyor. Devlet Başkanı Mandela, kendisini bu göreve seçen siyahları kızdırmak pahasına tam tersini yapıyor. Bir yıl sonra ülkesinin evsahipliğini yapacağı Dünya Rugby Şampiyonası için, beyazların takımına her türlü desteği veriyor. İdmanlarına gidiyor. Takım kaptanını kendi konutunda ağırlıyor.
Güney Afrika rugby takımı, imkansızı başarıyor. Kendisinden çok daha güçlü takımları eziyor, yeniyor, dünya şampiyonu oluyor. Öyle sahneler var ki, gözyaşlarımı tutamadım. Beyazların takımı Siyah Devlet Başkanının desteği ile Dünya Şampiyonu olunca ülkenin her yerinde siyahlar ve beyazlar kucaklaşıyorlar. Öfke, düşmanlık bitiyor. Kardeşlik başlıyor.
…….
Sağlıklı demokrasilerin olmazsa olmaz çok önemli iki kuralı vardır. Biri hoşgörüdür. En uçta yaşayan bireylerin bile yaşam biçimine, düşüncelerine saygı göstermektir. İşin bu yönünü bizim Atatürkçüler, laikler içlerine sindiremiyor.
İkinci kural, azınlık haklarına saygıdır. İşin bu yönünde de başta Sayın Başbakan olmak üzere, AKP içinde güçlenip, önemli makamlara gelmiş bazı siyasetçilerin ve bürokratların eksik olduğunu düşünüyorum.
Hoşgörü ve azınlık haklarına saygıyı öğrendiğimiz ve becerdiğimiz zaman, emin olun çok daha mutlu çok daha demokrat bir Türkiye’de yaşama imkanı bulacağız.
Bugün, İsmet ÇİĞİT

http://www.ozgurkocaeli.com.tr/makale/hosgoru-ve-azinlik-haklari-91623.html

Yorumlar kapatıldı.