İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hiç tanımayıp çok konuştuğumuz Ermeni Diasporası 1-2

Alin Ozinian*

Türkiye’de Ermeni Diasporası hakkında ne yazık ki hâlâ basmakalıp, kulaktan dolma ve gerçekle çok da örtüşmeyen bilgiler dolaşmakta. Türkiye’de basının da yardımıyla üç gruba (Ermenistan, Türkiye Ermenileri, Diaspora) ayrılmış Ermenilerden biri olan Diaspora, belki en tanınmadığı, tanıtılmadığı halde “en sevilmeyen” ve ilişkilere taş koyan taraf olmaktan sıyrılamayan grup. Bugün, hâlâ “yekpare” ve “diyalog düşmanı” olduğu zannedilen Diaspora’nın, aslında Osmanlı’nın eski yurttaşlarından ve torunlarından oluştuğu düşünülecek olursa, onun doğru anlaşılması ve ilişkilerin sağlıklı geliştirilmesi Türkiye için çok önemli.

Değerli Okurlar, Bu öemli yazının 2 bölümünü birlikte yayımlıyoruz. HYETERT
Hiç tanımayıp çok konuştuğumuz Ermeni Diasporası (1)
ALİN OZİNİAN*   –   11.03.2012 Türkiye’de Ermeni Diasporası hakkında ne yazık ki hâlâ basmakalıp, kulaktan dolma ve gerçekle çok da örtüşmeyen bilgiler dolaşmakta.
Türkiye’de basının da yardımıyla üç gruba (Ermenistan, Türkiye Ermenileri, Diaspora) ayrılmış Ermenilerden biri olan Diaspora, belki en tanınmadığı, tanıtılmadığı halde “en sevilmeyen” ve ilişkilere taş koyan taraf olmaktan sıyrılamayan grup. Bugün, hâlâ “yekpare” ve “diyalog düşmanı” olduğu zannedilen Diaspora’nın, aslında Osmanlı’nın eski yurttaşlarından ve torunlarından oluştuğu düşünülecek olursa, onun doğru anlaşılması ve ilişkilerin sağlıklı geliştirilmesi Türkiye için çok önemli.
Bugün Türkiye’deki algıya göre Diaspora, Ermenistan’ı anayurt sayan, her daim maddi ve manevi desteğini ondan esirgemeyen, Ermenistan’ın “Türkiye siyasetini” kontrol altında tutan ve kimliğini Türk düşmanlığı üzerinden korumak ile meşgul bir kitle… Ama ne yazık ki Diaspora, bu kadar çabuk ve kolay analiz edilebilecek bir olgu değil. Diaspora hakkında fikir yürütebilmek için ister istemez şekillendiği döneme, ülkelere bakılmalı ve bu süreç içinde Türkiye, Ermenistan ve vatandaşı olduğu ülkeler ile arasındaki ilişkiler dikkatlice değerlendirilmeli…
1915: Ermeni Diasporası İçin Milat
1915 yılında etnik temizliğe mahkûm olup, sistematik bir biçimde anayurtlarından sürülmek zorunda kalmış Ermeniler temel olarak Der-zor çöllerine yürütüldüler. Sağ kalabilenler Halep, Şam, Beyrut, Bağdat’a ulaşmaya çalıştılar. Bir kısmı, bu şehirlerde kendilerine bir hayat kurmaya çalışırlarken bir kısmı Mısır, Yunanistan, Fransa, Kıbrıs, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Amerika’ya doğru yol aldılar. 1915 yılından sonra Küba, Arjantin, Uruguay, Brezilya, Avustralya, Addis Ababa, Cape Town ve Hong Kong’da bile Ermeni cemaatleri oluşmuştu. Bugün Diaspora herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer olarak kabul edilmekte ve “Ermeni Diaspora’sı” teriminin ilk olarak 1920’lerin başlarında kullanıldığı belirtilmektedir. Fakat tarihe baktığımızda Ermeniler aslında, 1915 yılından çok önceleri, Arşakuni Ermeni Krallığı’nın (428) yıkılmasından sonra farklı ülkelerde cemaatler kurmaya başlıyorlar. 15-16. yüzyıldan başlayarak Romanya, Polonya, Hindistan, İtalya, Almanya, İran ve Amerika başta olmak üzere birçok ülkede şekillenen Ermeni cemaatlerinin kurucuları, temelde ticaret için o ülkelere giden Ermeni tüccarlardı. O dönemde Anayurt dışında yaşayan Ermenilerin sayısının 200 bin olduğu tahmin edilmekte. Osmanlı’da 1915 yılına henüz gelinmeden Ermenilerin ilk ve temel göçü aslında 1870’li yılların başında II. Abdülhamit döneminde yaşanan korku ve can kayıpları sebebiyle 1895-96’da en büyük sayıya ulaştı. Bu dönemde Ermeniler Anadolu’daki misyonerlerin de etkisiyle en çok Amerika’ya göç ettiler. 1915 yılından sonra, Türkiye’de Ermeni kimliğini koruyarak kalabilenler temelde İstanbul’da yaşamaktaydılar. Trakya’da yaşayanlar olaylardan sonra Doğu Avrupa’ya göç etseler de bir kısmı, İstanbul’a gelebilmişti, diğer illere kıyasla İstanbul daha güvenliydi. Sayıları çok az olsa da doğu illerinde hayatlarını sürdürebilenler bir süre sonra baskılara dayanamayıp İstanbul’a yerleşme kararı aldılar. Büyük ölçüde İstanbul’da şekillenen Ermeni cemaati, Varlık Vergisi, “Vatandaş Türkçe Konuş” Kampanyaları, 6-7 Eylül olayları, 1980 Askeri Darbesi ve en son olarak da Karabağ’da yaşananlar sırasında Türkiye’den ayrılarak Avrupa ve Amerika’ya yerleşip, oradaki yerleşik Diaspora’ya katıldılar.
1916-1917 yıllarında binlerce Ermeni, Türkiye’nin doğusundan Ermenistan, Gürcistan ve Rusya’ya kaçmayı denediler. 28 Mayıs 1918 tarihinde kurulan Ermenistan Cumhuriyet’i kurulduğu ilk günden başlayarak Diaspora ile ilgili adımlar atma konusunda denemeler yaptı. Uzun seneler sonra bağımsız bir Ermenistan’a kavuşma fikri dünyanın dört bir yanında bulunan Ermenilerde büyük bir sevinç yarattı. 1920 yılının Ağustos ayında, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Ermenistan dışında bulunan Ermeniler ile çalışma masası kurulması kararı alındı. Bu kararın temel sebebi Ermenistan Cumhuriyeti’nin Diplomatik Misyonları yardımıyla yurt dışında bulunan Ermenilerin Anayurt’a dönmesini daha sistematik ve sağlıklı bir biçimde sağlamaktı. Ancak 1920 yılının Kasım ayında Ermenistan Bolşevik egemenliği altına girince, bakanlık bünyesindeki bu masa, ancak 3 ay çalışabilmiş oldu ve Diaspora ile ilişkilerde hatırı sayılır bir iz bırakamadı.
Sovyetler Birliği’nin Ermeni Diaspora’sı Siyaseti
Sovyetler Birliği kurulduğu ilk günden başlayarak Ermeni Diasporası konusunda aktif bir siyaset yürüttü. Ermenistan, Sovyetler Birliği bünyesine girdikten sonra 1921 yılının Temmuz ayında Erivan’da “Göçmen İşleri Bürosu” kuruldu, bu büro bakanlık olmadığı halde, bakanlık statüsünde idi. Aynı yılın aralık ayında Mezopotamya’dan 3 bin kişilik ilk Ermeni göçmen grubu Batum’a gemiyle gelip, daha sonra kara yolu ile Ermenistan’a ulaştılar. 1921-22 yıllarında farklı yerlerden toplam 9 bin kişi, 1924-25 yıllarında başta Türkiye ve Yunanistan olmak üzere 20 bin kişi Ermenistan’a göç etti. Türkiye’den Ermenistan’a gelen Ermenileri yönlendirme ve yardımcı olma konusunda kuşkusuz o dönem, Karaköy’deki Voyvoda Sokak’ta (şimdi Bankalar Caddesi) bulunan Türkiye’deki ilk Ermenistan Temsilciliği’nin payı büyüktü. 1925-26 yıllarındaki göçlerden sonra Hemşeri Dernekleri ve Birlikleri oluşturulmaya başlandı. Özellikle ABD’de kurulan Arabkirliler (Arapkirliler) Cemiyeti ricasıyla Erivan’da “Yeni Arabkir” mahallesi kuruldu, daha sonraki yıllarda “Yeni Kayseri”, “Yeni Amasya” ve “Yeni Harput” gibi birçok mahalle kuruldu ve bu şehirlerin eski sakinleri olup göç etmiş olanlar yerleştirildi. Bu semtler bugün hâlâ bu isimler ile anılıyorlar. Göçler 1936 yılına kadar devam etti, bu yıllar arasında yaklaşık 23 bin kişi Anayurt özlemiyle Ermenistan’a geldi. 1936 yılında Stalin rejiminin getirdiği “Büyük Terör” Ermenileri de vurmuştu. Stalin’in desteğiyle iç göçe heveslendirilen Ermeniler, vatan hainliği ve kapitalist ajanlığı yapmak suçlarından cezalandırılıp, infaz edildiler.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar Sovyetler, Diaspora Siyasetine eğilmedi. Savaş sonrasında Stalin’in “Ermeni Diaspora Siyaseti” tekrar hortladı. 1945 yılının Kasım ayında Sovyetler Birliği resmi olarak Dünya Ermenilerinin Ermenistan’a göç ettirilmesini hedefleyen bir karar aldı, bu karar neticesinde Ermenistan’da “Ermenistan İç Göç Komitesi” kuruldu. Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu yabancı ülkelerin büyükelçiliklerine bu komitenin temsilcileri atanmaya başlandı. Bu görevle giden Ermeni yetkililer Ermenistan’a göçmeye karar verenleri listelemeye ve Ermenistan’a göndermeye başladı. Böylece 1946-1948 yılları arasında Sovyetler’in “Hayrendartsutyun” yani “Vatan’a dönüş” projesi başlamış oldu. Bu siyasetin Sovyetler’in siyasi programına girmesi hakkında 3 temel tez var.
İlki, savaş sonrası Sovyetler Birliği ve Türkiye’nin ilişkileri bozulmuştu. Türkiye’nin doğusunu alıp topraklarına katmak için sebepler aramaktaydı. İşte burada Diaspora siyaseti çok önemliydi, bu topraklar Ermenistan’a dışarıdan göç eden Ermenilerin Anayurt’u olarak alınacak ve bu bölgeye göç eden Ermeniler yerleştirilecekti. İkincisi, Sovyet Ermenistan nüfusu savaş sonrasında çok azalmıştı, sayının daha da azalması durumunda Ermenistan cumhuriyet statüsünden düşürülebilirdi, bunun için bu ülkenin nüfusu hızlı bir şekilde çoğaltılmalıydı. Diaspora’nın göçü Sovyetler Birliği’ndeki cumhuriyet sayısını stabil tutmak için hayati rol oynayabilirdi. Üçüncüsü, Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu dünyaya, “Yurt dışında yaşayanlar “Sovyetler Birliği’ne” göç ederek içinde bulundukları kapitalist hayatı terk ediyorlar” mesajı verip, Sovyetler’in itibarını yükseltmekti. Aslında bu tezlerden her biri kendi içinde yeterli olmasa da, üçünü beraber değerlendirdiğimizde Sovyetler’in bu siyasetini açıklar nitelikte olabilmekte.
Elçiliklerde çalışan diplomatlar, yurt dışında yaşayan Ermenilere zenginlik ve refah içinde olan Sovyetler’e göç ettikleri takdirde kendilerine iş, ev ve yardım verileceği vaadinde bulunuyorlardı. 1946-48 yılları arasında gerçekleşen göçlerde Ermenistan’a 90 bin kişi geldi. Ne yazık ki gelince karşılaşılan ülke anlatılan ve hayali kurulana pek benzemiyordu. Savaştan sonra çok ağır durumda bulunan Ermenistan’da erzak ve iş sıkıntısı çekiliyordu. Konut sayısı yeni gelenleri yerleştiremeyecek kadar azdı. Gelenlere toprak verilip, kendi evlerini kendi imkânlarıyla yapmaları istendi. Verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı. Bunlar yetmezmiş gibi, binlerce göçmen, yerel halk ile birlikte milliyetçi, daşnak (taşnak) ve sistem karşıtı olmakla suçlanıp 1949 yılında Sibirya-Altay’a sürüldüler. Tüm göçmenlerin sürüleceği korkusu Stalin’in ölümüyle son buldu. Sürgündekiler ancak onun ölümünden sonra Ermenistan’a dönebildiler. Göçmen Ermenilerin bir kısmı hayatlarını kurtarabilmişlerdi ama bundan sonraki yıllarda da Ermenistan’da çok parlak bir hayat süremeyeceklerdi…
*Araştırmacı-yazar
Hiç tanımayıp çok konuştuğumuz Ermeni Diasporası 2
Alin Ozinian
08.04.2012 1946-48 yılları arasında onlarca ülkeden gerçekleşen “ikinci dalga” diyebileceğimiz göçlerde Ermenistan’a 90 bin kişi geldi.
Bu büyük dalga sırasında yaşananlar, Ermenistan’ın dışarıdan gelen Ermenileri karşılama ve kabul şekli, yıllar boyunca yerel Ermeniler ve dışarıdan gelenlerin aynı kefeye konulamaması, ayrımcılık ve hatta küçümsemeye varan yaklaşımlar Diaspora-Ermenistan ilişkilerinin şekillenmesinde ilk etkenlerden biri oldu. Ermenistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra Diaspora için “açılımlar” yapılmaya başlandı. 1998 Dışişleri bakanlığı bünyesinde “Diaspora İle İlişkiler Masası” kuruldu, 2008 Nisan’ında kurulan “Diaspora İle İlişkiler Komitesi”, 2008 yılının Ekim ayında Diaspora Bakanlığı’na yükseltildi. Bugün Ermenistan’ın Diaspora siyasetini ve bu siyaseti yürütmeye çalışan kurum ve projeleri incelemeden önce, konunun daha sağlıklı anlaşılabilmesi ve Ermenistan’ın Diaspora için ve Diaspora’nın Ermenistan için ne anlam ifade ettiğini anlayabilmek için, Diaspora’nın “Anavatan” ile ilk karşılaşmasını, nasıl kabul edildiğini ve geçirdiği dönemleri anlamak gerekli.
Anayurtlarından, evlerinden sürülmüş, aileleri parçalanmış, varlıkları yokluk olmuş bir halk yıllar sonra tekrar bir “Anayurt” ümidine kapılmıştı. Dünyanın dört yanına dağılan Ermeniler, Sovyetler’in propagandasından etkilenerek, yıllar sonra tekrar bulundukları ülkelerdeki düzenlerini bozdular, evlerini dağıttılar, eşyalarını toplayarak bilmedikleri ama “bolluk-bereket” içinde yaşanıldığı konusunda ikna edildikleri, vardıkları anda iş, ev ve sosyal güvenlikleri sağlanacak ülkelerine göçmeye başladılar. Daşnak Partisi yayınlarını saymaz isek, Diaspora’daki Ermeni yayın organlarının hemen hemen tümü, bu konu hakkında elinden geleni yaptı, Ermenileri vatana çağıran yayınlar yapılmaya, konferanslar verilmeye başlandı. O tarihlerde Ermeniler arasındaki en popüler konu “Ermenistan’a göçtü”. Göçü onaylamamak, cemaat içerisinde vatana ihanet ile aynı kefeye konuluyordu.
Rüyanın neredeyse Sovyet Ermenistan’ına ayak basmadan kokusu çıkmaya başladı. Ermenileri getiren gemiler ve trenler henüz Batum, Bakü ve Culfa gibi ilk giriş şehirlerine varmadan, gelenlerden hangilerinin geldiği ülkede askerlik yapıp yapmadıklarına, siyasî partiler ile ilişkileri olup olmadığına (özellikle Daşnak Partisi), yanlarında bulundurdukları neşriyatlara dair listeler tutuluyordu. Bu yapılanlara anlam veremeyen Ermeniler vatana vardıklarında durumun değişeceğini umuyorlardı, ama beklenen olamadı. Sovyet diplomatlarının anlattığı gibi, ne duvarların dibinde tavukların yeni yumurtladıkları ama bolluktan kimsenin toplamaya tenezzül bile etmediği yumurtalar vardı, ne de ağaçlardan dökülen meyveler. Savaş sonrası dükkânlarda ekmek sıkıntısı vardı, besin ürünleri için karne uygulamasına gidiliyordu, Ermenilerin alıştıkları ne giyim butikleri vardı Ermenistan’da ne de çikolata dükkânları… Kandırılmışlardı. Bunu anlamaları uzun sürmedi. Olaya soğukkanlılık ile yaklaşanlar az da olsa vardı, savaş sonrası dönem olduğunun farkındaydılar ve bu süreçte ülkelerini ayağa kaldırmak için ne yapmaları gerekiyorsa yapacak, ülkelerine destek olacaklardı. Böyle düşünenlerin fikirleri de maruz kaldıkları ikinci sınıf vatandaş uygulamasından sonra değişmeye başladı, yerel halktan ayrı tutulduklarını, ne yaparlarsa yapsınlar “şüpheli” vatandaş olmaktan sıyrılamayacaklarını anladıklarında artık Ermenistan ile Diaspora Ermenileri arasında yıllar sonra daha da büyüyecek yarık oluşmaya başlamıştı. Milliyetçi Ermeniler sistem karşıtı olarak fişlenip, Sibirya’ya gönderildikleri gibi, geldikleri ülkedeki Komünist Parti üyesi Ermenilerin komünistlikleri, Ermenistan’da bir şey ifade etmiyordu. Gelenlerin, 20 senelik parti üyesi olsalar bile stajları hesaplanmıyor, ancak 18 yaşındaki bir genç gibi partiye kabul ediliyorlardı.
Sovyet Ermenistan’da elli yıldan fazla başbakan yardımcılığı da dahil olmak üzere çok yüksek devlet kademelerinde görev almış Aleksan Kirakosyan, uzun yıllar hükümetin kurduğu “Göç ve Sorunlar Dairesi” başkanlığı yaptığından, dışarıdan gelen Ermenilerin neler ile karşılaştığını çok iyi bilen yetkililer arasındaydı. “Bildiğim acı gerçekleri zor da olsa kâğıda dökebildiğim anılarım.” diye bahsettiği “Günbatımı Öncesi” adlı kitabında şöyle diyor. “Bu insanların hünerli elleri vardı, çok iyi ustalardı, bundan dolayı çok az bir zaman içinde tüm ustalık isteyen işlerde başı çekmeye başladılar, Ermenistan halkı onlardan zanaat konusunda çok şey öğrendi… Biz onları doğru dürüst yerleştiremedik, yerel halka karışmalarını sağlayamadık, dışlandılar, kendilerine verilen araziler üzerinde kendi elleriyle evlerini kurdular, babalarının kaybettikleri yurtlarının adlarını verdiler bu semtlere, Arapkir, Zeytun, Maraş… Bir gün elime bir bu insanlardan birinin yazdığı mektup geçti, lise talebesi olan çocuğu bir okul gezisi sebebiyle sınıfça bir fabrikaya gidiyor, o çocuk ve onun gibi ailesi dışarıdan gelenlerin fabrikaya alınamayacağı, bu fabrikanın savunma sanayii bölgesinin bir parçası olduğu söyleniyor. Çok sinirlenmiştim, bu kadar ayrımcılık fazlaydı, sabah ilk iş fabrikanın müdürü ile görüşmeye gittim, kendisi de üzgündü, bunun çok yukarılardan, hatta Ermenistan dışından gelen bir emir olduğunu söyledi bana…”
diaspora ve ermenistan halkı arasındaki önyargılar
Fakirliğe bir şekilde alışan, artık kendilerine “gelenler” denilen insanlar için, başka kefeye konulmak, daimi olarak kuşku duyulmak, aşağılanmak ve dalga geçilmek zor gelmeye başlamıştı. Yerel halk ile aralarında çok büyük bir algılama farkı vardı. “Gelenler” için ticaret yapmak, alıp-satmak, evlerini geçindirmenin bir yolu iken, bunun Sovyet insanı için neden bu denli utanç verici olduğunu anlayamıyorlardı. Bu sistemde ticaret en az hırsızlık kadar yüz kızartıcı bir suçtu. Burjuvaziyi yaymak ile suçlanan “gelenler” ile yerleşikler arasında dil de başlı başına bir sorundu. Bu insanlar Batı Ermenicesi konuşuyorlardı, çok azının yüksek eğitimi vardı, Marksizm, Leninizm’den bîhaberdiler, Sovyet halkalarına benzemiyorlardı. Birbirlerine “yeghbayr” diye, yani ağabey kelimesinin halk azındaki karşılığı “akhbar” ile sesleniyorlardı. Belirli bir süre sonra bu şekilde anılmaya başladılar, artık isimleri “akhbar” olmuştu, çok nüktedan söylenen bu kelimeden kimse hoşlanmıyordu.
Erivanlı yazar Avik İsahakyan, Diaspora Ermenilerini özlemle andığı “Bizim Akhbarlarımız” yazısında şöyle diyor: “Erkekler her daim tıraş olurdular, hepsi şık giyinirlerdi, kadınlar hanımefendi gibi, erkekler beyefendi gibi, yazın güneş gözlükleri takarlardı. Bizimkiler gibi sokakta çekirdek çıtlatmaz, onlarca şişe birayı üst üste içmezlerdi. Kibardılar. Baklavayı, imam bayıldıyı, şeker lokumu, kadayıfı, böreği hep onlardan öğrendik, en önemlisi kahveyi, küçücük bardaklar ile servis ederlerdi evlerine gittiğinizde, ya İstanbulluların yaptığı pastırmaya ne demeli, karaborsaydı o pastırma, ancak tanıdığı olan el altından satın alabilirdi… Gücendirdik onları, ‘akhbar’ dedik, küçümsedik, oysa en iyi ayakkabıcılar, kuyumcular, terziler, kuaförler, aşçılar, araba tamircileri onlardılar, hayatımıza çok yenilik getirmişlerdi…” Diaspora Ermenileri tüm bunlara uyum sağlamaya çalıştılar, dinî ibadetlerini gizli yapmayı, evlerine Hıristiyanlık ile ilgili objeleri koymamayı, dinî tören olmadan evlenmeyi, sevdiklerini duasız toprağa vermeyi içlerine sindirmeyi öğrendiler.
Fakirlik, ayrımcılık, sürgün derken, gitmek, kaçmak artık şart olmuştu. Nerenin vatanları olduğunu anlayamıyorlardı, Avrupa’da yaşarken yabancıydılar da, Ermenistan’da neydiler, kimdiler? Kafaları iyice karışmıştı “gitmek, en iyisi” söylemleri dolaşmaya başladı 1960’ların başlarında. İlk gidenler Fransa’dan göçenler oldular. 1962 yılında Fransa Dışişleri Bakanı Pino’nun Erivan’a yaptığı gezi sırasında bir miting yapan Diaspora’lılar “Paris’e, evimize gitmek istiyoruz!” diye çağrıda bulununca, Pino durumun vahametini anladı ve Moskova ile görüşüp 1962-1964 yılları arasında sayıları 7 bine yaklaşan Fransa Ermenilerinin büyük kısmını Fransa’ya geri almayı başarabildi. Fransa ile başlayan bu kaçışlar Amerika ile devam etti. Amerika’ya göç etmek için başvuruda bulunan bir Ermeni anılarında durumu şöyle anlatıyor: “Memur sordu, Amerika’ya gitmek istiyormuşsun, orada akraban, tanıdığın var mı? Sakince cevapladım: 49’da Sibirya’ya gönderirken sordun mu orada akraban tanıdığın var mı diye?”
70’lerden sonra Ermenistan yavaş yavaş “akhbar”lardan boşalmaya başladı, Diaspora yine göçmenliğe, yine bir yerlerde yaşam mücadelesi vermeye devam etti. Bu sefer Ermenistan’da kabul görmeyen Ermeniler, Diaspora’daki cemaat tarafından da “Ermenistanlı” olarak karşılandı ve yine kabullenilemediler. Söylemek gerekir ki Stalin’in planı olan “vatana dönüş” projesi Ermenilerin birleşmesi, halk olabilmesi, tekrar vatan kurabilmesi konularında hiçbir etki bırakamadı, aksine zamansız ve altyapısız hazırlanan bu göç birbirlerini tanımayan Ermenileri vatanlarından ve diğerler Ermenilerden uzaklaştırdı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra bile, gidenlerin çocukları bağımsız Ermenistan’ı bir kereden içlerine sindiremediler. Turist olarak geldikleri Ermenistan’da bu önyargılardan kurtulamadılar, zamanında aynı kendilerine yapıldığı gibi bu sefer kendileri Ermenistan halkına yukarıdan baktılar, hor gördüler.Diaspora ve Ermenistan halkı 90’ların sonunda bile hâlâ birbirleri hakkında oluşturdukları stereotipleri [önyargıları] çöpe atamadılar…
* Araştırmacı, yazar. Serinin ilk yazısı 11 Mart 2012 tarihli Zaman’da yayımlanmıştır.

Yorumlar kapatıldı.