İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meksika şapkalı Ermeni

ORHAN KEMAL CENGİZ
Geçmişindeki trajik olaylarla karşılaşmayı reddettiği için nevrozuna sıkı sıkı sarılmış, bu nedenle de kolayca manipüle edilebilen bir birey gibi Türkiye.


Üç-dört yıl önce Kanada’da, Toronto Üniversitesi’nde oturmuş o sunumu izlerken tarifi çok güç duygulara kapıldım. Sanki birisi Salvador Dali’den Ermeni meselesini anlatan resimler çizmesini rica etmiş ve işte bu genç de o resimler eşliğinde bize bir şeyler anlatıyordu.

Meksika’da çölün ortasında bir yer. Kocaman kaktüslerin arasından geçip ilerliyorlar. Adamların her birinin kafasında kocaman sombrero’lar, bir anıta doğru yürüyorlar. Sonra anıtın önünde saygıyla durduklarını görüyoruz. Kesif İspanyol aksanıyla İngilizce konuşan, Meksika Ermenisi bu genç bize ‘Meksika’da Ermeni Soykırımı Anma Törenleri’ başlıklı bir sunum yapıyor. Sanki sürrealist fotoğraflar izliyorum. Çocuk, fotoğraftaki sombrerolu adamları gösterip “Bu kişiler daha çok Türkiye’nin Van, Muş illerinden gelen Ermenilerdir” deyince bende film kopuyor.

‘Yaşam’da pek çok şeyi ‘karşılaşmalar’ sırasında algılıyoruz aslında… Hiç hazır olmadığımız, boş bulunduğumuz bir anda, bir gerçeklik, savunma duvarlarımızı aşıp yüreğimizin ta dibine oturuveriyor. Benim için Ermeni meselesi işte bu Meksika şapkalı Ermenilerdir mesela… Benim için Ermeni meselesi, Erivan’da otel resepsiyonunda çalışan, hayatında hiç Türkiye’yi görmemiş o Ermeni çocuğun kendisini ‘Van’lı olarak tanıtmasıdır… Benim için Ermeni meselesi, Boston’da konuştuğum, Türk komşularını sevgiyle yâd eden, ‘eşkıyaların’ neler yaptıklarından söz ederken gözleri yaşlanan, hâlâ Türkçe konuşan yüz yaşındaki o Ermeni kadındır.

Bu ‘karşılaşmalar’ sırasında fark ettiğim en önemli şeylerden birisi de bizim ‘Ermeni trajedisi’yle tüm duygusal bağlarımızı kestiğimizdir. Biz hiçbir şekilde 1915’te gerçekte ne olduğuyla ilgilenmediğimiz gibi, ‘tehcir’ diyerek kestirip atıverdiğimiz şeyin duygusal bakiyesiyle karşılaşmayı da reddediyoruz. Bizim ‘resmen’ kabul ettiğimiz versiyonun bile, insanları evlerinden yurtlarından söküp atıp, aç açık sokaklara dökmek ve zorla ülkeden atmak olduğunu kavramak istemiyoruz. Yaşlı bir Ermeni kadının, tüm hayatını geçirdiği evinden, kolundan zorla tutulup sokağa atılmasının, bu esnada çoluğunu çocuğunu kaybetmesinin, yollarda akrabalarının yarısının telef olmasının ve sağ kalanların, dillerini, kültürlerini bilmedikleri yaban ellerde tekrar kök salmak zorunda kalmalarının ne demek olduğunu hiçbir şekilde hissetmiyoruz.

Bütün bu hissetmeme ve sürekli inkârın da bir bedeli var şüphesiz. Bu inkâr bizim tekamülümüzü engelliyor. Sahte bir gurur yaratıyor. Bu sahte gururu koruyacağım derken kendimizi fena halde küçük düşürüyor ve sürekli aynı katı ‘savunma mekanizmaları’nı tekrar ediyoruz. Geçmişindeki trajik olaylarla karşılaşmayı reddettiği için nevrozuna sıkı sıkı sarılmış, bu nedenle de kolaylıkla manipüle edilebilen bir birey gibi Türkiye. Hangi düğmesine basarsanız ne yapacağını ve daima her zaman aynı şeyi yapacağını biliyorsunuz. Onun başka hiçbir şekilde davranma şıkkı yok. Her yıl, bu işin düpedüz soykırım olduğunu düşünen ülkelerin parlamentolarını vazgeçirebilmek için lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödüyor Türkiye. Bütçemiz şeffaf olmadığı için bu ‘utanç diyeti’nin devasa maliyetini göremiyoruz.

Eh işte yine nisan ayındayız. Robert Menendez ve Mark Kirk isimli iki senatör bu yılın Ermeni soykırımı karar tasarısını Amerikan Senatosu’na sundular bile. Her yıl gördüğümüz filmi yine göreceğiz. Gündemde Suriye ve İran olduğu için bu yıl da bu tasarı geçmeyecek Amerikan Senatosu’ndan. Peki ya sonra? Yıllar sonra?.. Uzun vadede sürekli inkâr politikasını sürdüren Türkiye’nin kaçınılmaz bir şekilde, uluslararası dengeler değiştiğinde, büyük bir yol kazasına uğrayacağını düşünüyorum. Halbuki, dürüst bir karşılaşmayı göze alıp, Meksikalı Ermeninin Van’dan başlayan öyküsünü dinlemeye katlanabilsek çok şey değişecek. Hem biz toplum olarak tekamül edeceğiz ve hem de Türkiye gerçek politikalar geliştirerek uluslararası rüzgârların etkisiyle bir gün kaçınılmaz olarak kayalara toslama tehlikesinden kurtulacak.

Türkiye’yi bu alanda o kadar korkuları yönetiyor ki, hiçbir şekilde sorunu ve çözümün neler olabileceğini düşünmeye bile yanaşmıyoruz. Gelecek yazıda toprak, tazminat talepleri vd. gibi korkuların uluslararası hukuk bakımından bir temeli olup olmadığını ve Türkiye’nin dürüst bir karşılaşmanın ardından geliştirebileceği gerçekçi politikaları analiz etmeye çalışacağım.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1083608&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=98

Yorumlar kapatıldı.