İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dersim ve 1915

Etyen Mahçupyan
Vesayet sisteminin bitirilmesi AKP açısından hayati bir konu…. Öte yandan vesayet sistemi Cumhuriyet’in uzantısı, ulus-devlet rejiminin günümüzdeki ‘doğal’ hali. Dolayısıyla bu süreç ideolojik bağlamda Cumhuriyet’in de eleştiri masasına yatırılmasını ima ediyor. AKP’nin bu açıdan en önemli çıkışı Dersim özrü oldu…  AKP Dersim’e mesafe almak konusunda pek de yabancılık hissetmedi. Ama daha önemlisi, toplum da bundan tahmin edileceği kadar rahatsız olmadı. Anlaşılan o ki Sünni İslami kesim bir zihni eşiği geçmişti. Genelde bu türden eşik geçmelerin genel bir zihniyet dönüşümünü ima etmesi nedeniyle belki birçokları aynı tutum değişikliğinin 1915 konusunda da olmasını beklediler ama en azından henüz öyle bir ‘rahatlama’ olmadı. Oysa Dersim’de yaşananlar 1915’in dar bir zaman ve mekâna sıkıştırılmış ‘konsantre’ halinden ibaret.
********
Vesayet sisteminin bitirilmesi AKP açısından hayati bir konu.
Çünkü Uludere katliamının gösterdiği üzere, vesayetin tam anlamıyla bitmemesi halinde herhangi bir demokratik hükümetin tam anlamıyla iktidar olması da mümkün değil. Öte yandan vesayet sistemi Cumhuriyet’in uzantısı, ulus-devlet rejiminin günümüzdeki ‘doğal’ hali. Dolayısıyla bu süreç ideolojik bağlamda Cumhuriyet’in de eleştiri masasına yatırılmasını ima ediyor. AKP’nin bu açıdan en önemli çıkışı Dersim özrü oldu… Detaylarına girmeye gerek yok, ama kimliksel farklılığı olan bir kesimin denetlenemeyen bir coğrafyada enterne edilmeleri ve şiddet yoluyla bastırılmaları örneklerinden biriydi Dersim. Görüntüde meşruiyet sağlanması amacıyla bazı çete oluşumları sanki yekpare bir isyan varmış gibi gösterilmiş ve nihayette kadın ve çocuk dinlemeden binlerce insan göz göre göre imha edilmişti. Hiçbir ölçüte göre insanlığa sığmayan bu vahşetin temel nitelikleri de gizlenebilir gibi değildi. Ortada salt Alevi/Kürt oldukları için grup halinde imha edilen ve devletin merkezi kararla, planlı bir biçimde, kasıtlı olarak yürüttüğü bir askerî operasyon bulunmaktaydı… Yani günümüzün terimleriyle her yönüyle bu adı hak eden bir soykırım yaşanmıştı.
AKP Dersim’e mesafe almak konusunda pek de yabancılık hissetmedi. Ama daha önemlisi, toplum da bundan tahmin edileceği kadar rahatsız olmadı. Anlaşılan o ki Sünni İslami kesim bir zihni eşiği geçmişti. Genelde bu türden eşik geçmelerin genel bir zihniyet dönüşümünü ima etmesi nedeniyle belki birçokları aynı tutum değişikliğinin 1915 konusunda da olmasını beklediler ama en azından henüz öyle bir ‘rahatlama’ olmadı. Oysa Dersim’de yaşananlar 1915’in dar bir zaman ve mekâna sıkıştırılmış ‘konsantre’ halinden ibaret. Yani ne devlet eyleminin niteliği, ne üretilen gerekçeler ne de mağdurların maruz kaldığı koşullar açısından esasta bir fark yok. Dolayısıyla soru şu: Acaba Dersim konusunda gerçeği kabullenmeye bu denli hazır olan AKP ve İslami kesim, 1915 konusunda niçin böylesine tutuk?
Bunun nedenlerinden biri 1915’in tazminat ve toprak talebi gibi tartışmaları ima etmesi olabilir. Ama toprak talebi açıkça uydurulmuş, hukuki zemini hiç olmayan bir konu. Tazminat ise belirli ölçülerde hem Dersim için geçerli hem de bu tür tazminatlar zaten sembolik bir adım olarak geleceğin inşası açısından işlev görüyor. Yani sonuçta Türkiye’nin kendi halkı ve tarihsel mirası için yapacağı bir harcamadan söz etmiş oluyoruz. Tabii AKP’nin Dersim özrünün arkasında CHP’yi zora sokma niyetinden de söz edebiliriz, ama doğrusu CHP’nin hükümete rakip olma özelliği o kadar yıpranmış durumda ki, bunun temel bir neden olarak öne sürülmesi mümkün değil. O halde soruya dönelim… Benim görebildiğim kadarıyla AKP’nin ve İslami kesimin Dersim’e ilişkin gösterdiği nesnelliği 1915’e ilişkin gösterememesinin dört nedeni var.
Birincisi Dersim’de fail devletin kendisi ve halkın bu fiile katılımı yokken, 1915’te halkın önemli bir bölümü devletin yanında saf tutarak katliamın parçası olmuş durumda. Dolayısıyla 1915 bir suç ortaklığını ima ediyor ve hatırlanması ya da hatırlatılması rahatsız edici oluyor.
İkincisi Dersim’de bir yeniden bölüşüm meselesi yokken, 1915 Ermeni kişi ve kurumlarına ait çok büyük bir servetin yeniden paylaşılmasını ve yerel eşrafın da bundan nemalanmasını ifade ediyor. Ayrıca bu yeniden dağıtımın devletle işbirliği içinde, olayı hukuksal kılıfa uydurarak yapılması söz konusu. Diğer bir deyişle katliamın parçası olanların mükâfatlandırıldığı, bu süreçte devletle organik bağ kurduğu bir konsolidasyon üretiliyor. Nihayet bu geniş çaplı nemalanmadan doğrudan yararlanmayanların bile, Ermenilerin terk ettiği sıradan işleri ve gayrimenkulleri devralarak hayatlarında ekonomik bir sıçrama yaşadıkları açık. Dolayısıyla hatırlama kimsenin işine gelmiyor.
Üçüncü olarak, Dersim’de suçu ‘rejime’ yüklemek mümkünken, 1915’te fail ‘kuruluş halindeki devlet’. Rejim İslami kesimin kendisini yakın hissetmesi bir yana, çatışma içinde olduğu bir ideolojiye karşılık gelmekte. Oysa ‘kuruluş halindeki devlet’ İslami kesimin de devleti ve neredeyse kutsallaştırılmış durumda. Dolayısıyla İslami kesim rejimin yıpranmasından gocunmazken, devletin korunması gerektiği duygusuyla yaşıyor.
Dördüncüsü, Dersim’de gerilim asayişçi ve bağnaz rejimle bir kısım vatandaş arasında. Yani bu bir ‘iç mesele’. Buna karşılık 1915 emperyalizm ve Hıristiyanlık kabuğu altına alınarak ‘dışsallaştırılmış’, ‘biz ve onlar’ şeklinde ayrımlaştırılmış bir mesele. Nitekim Dersim’in ‘gayrimilli’ savunucuları yok, ama 1915’in var… Böylece bizatihi 1915’i ‘milli’ olanın dışına ve karşısına konumlandırmak ve bu sayede Ermenileri yabancılaştırarak hafızayı ertelemek mümkün. Görüldüğü üzere Dersim, mesafe almayı kolaylaştıran özelliklere sahip… Oysa 1915’te hem paylaşılmış bir suç ve nemalanma var hem de bu suçun üzerinin ideolojik olarak örtülmesini mümkün kılan bir biçimde ‘devletleşme’… O nedenle de gerçek bir demokratikleşme zemini 1915’e ilişkin hafızaya muhtaç.
e.mahcupyan@zaman.com.tr 

Yorumlar kapatıldı.