İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ve gündelik ırkçılığın düğmesine basıldı…* 6-7 Eylül 1955

Talin Suciyan

Devlet televizyonu TRT’nin, Hocalı’yı anma mitingine verdiği katkıyı da unutmamak lazım. Anaakım gazeteler de dün olanları “bir anma” şeklinde haberleştirildi. Hürriyet’in yaptığı gibi “Hocalı katliamı protesto edildi” demek, Sabah’ın yaptığı gibi ana sayfadan “Hocalı’nın hesabı sorulacak” şeklinde haberi vermek, Milliyet’in Musa Kesler imzalı haberindeki gibi mitingi “görkemli 1 Mayıs”lara benzetmek sadece ırkçılığı örtbas etmek demek değil, o ırkçılığın parçası olmak, ırkçılığı yeniden üretmek demektir.Merkezi iradenin gündelik ırkçılığın düğmesine ilk basışı değil bu. 6-7 Eylül’ün nasıl hazırlandığını, nasıl hayata geçirildiğini unutmadık. Bunun karşısında, mevcut siyasi, toplumsal ağları hareket geçirerek, körüklenen gündelik ırkçılığa cevap veremezsek, 1915’in yüzüncü yılı yaklaşırken çok daha korkunç olaylar kapımızda demektir. Bunu söylemek için ne müneccim ne de felaket tellalı olmaya gerek var. Son yüz yıllık tarih ve bu tarihle duyulan gurur olacakların garantisidir.

************
 BY AZAD ALIK

Bundan iki hafta önce Silva Bingaz ile yazdığımız “24 Nisan 2011’in ardından” başlıklı yazıda,Türkiye’de Ermeni Soykırımı ile ilgili bilinç yaratmak için çalışan sivil toplum kuruluşlarına seslenmiş ve geçen sene 24 Nisan’ın yıldönümünde bir tarafta anmalar düzenlenirken bir tarafta sadece Ermeni olduğu için zorunlu askerlik yaparken Sevag Balıkçı’nın öldürülmesi olayına nasıl yaklaşacağımıza ilişkin sorular sormuştuk. Özellikle de Fransa’da soykırımların inkarını cezaya tabi kılan yasanın Türkiye’deki yansımalarının verdiği endişeye dikkat çekmek ve bundan sonra beklenecek gündelik ırkçılık karşısında nasıl bir tavır almak gerektiğini düşünmeye davet etmiştik.
Bu yazıyı iki hafta önce yazmıştık ama geçen hafta “Ermeni Yalanına Kanma” afişleri İstanbul’un dört bir yanını doldurmasıyla Ermenilerin topyekun gündelik ırkçılığın hedefi olduğunu gördük bile.  “Bu ilanları veren kim?” diye düşünürken Radikal’in haberinden ilanları verenin “Hocalı Soykırımını Anma Gönüllüleri” diye bir grup olduğunu öğrendik ve bu gruptan Mesut Ülker ile yapılan görüşmeyi okuduk. Haber imzasız. Mesut Ülker’in kim olduğu, bu bahsedilen gönüllü grubunun ne zamandan beri var olduğu, kimlerden oluştuğu gibi çok basit sorular haberin dışında bırakılmış. Oysa ki, Mesut Ülker’in kendi websitesine ulaşmaktan kolay bir şey yok. Ülker’in, kendi websitesindeki bilgilere bakılırsa, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin eğitim ve strateji birimlerinde planlayıcı ve eğitimci olarak çalışmış. Milli Güvenlik Akademisi’nde öğretim üyesi olmuş. 20’den fazla ülkede inceleme  ve tetkik gezilerinde bulunmuş, seminer, sempozyum ve konferanslar vermiş”. Yani Mesut Ülker devletin yüksek siyaset mekanizmalarının ortasında bulunmuş, şimdi de belli ki bu siyaset üretme mekanizmalarıyla bağları olan ve bu alanda çalışmaya devam eden biri. Radikal’in haberinde bir önemli nokta var, o da bu billboard reklamlarının finansman kaynağının açıklanmıyor olması. İlk günlerde şehrin dört bir yanını bu ilanlarla doldurmanın, New York Times – ve dahi bu yazının yayımlandığı gazete- dahil pek çok gazeteye tam sayfa ilan vermenin maliyetinin nasıl karşılandığının önemli olduğunu düşünmüştüm. Fakat belli ki finans kaynakları hiç önemli değil, çünkü bu işin finansman sorunu yok. Çünkü devlet gündelik ırkçılık için düğmeye bastığında, insan ve para kaynakları hiç önemli bir sorun olmaz. Nitekim, Hocalı’yı Anma mitinginden “Katil Ermeni”, “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz p.çsiniz”, “Bir gece ansızın gelebiliriz”, “Ermeni şaşırma sabrımızı taşırma” sloganları yükseldi.  Mitingin toplam 60 ilde, artı Bakü, Brüksel, Paris, Münih ve Girne’de de düzenlenmesi planlanmış. İstanbul’daki mitingde İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yaptığı intikam çağrısı, hükümetin bu ırkçı bir gövde gösterisine desteğini de gösterir. Bakan istifa etse bile onun  temsil ettiği zihniyetin yaygınlığıdır asıl vahim olan.
Bu kampanyanın hazırlığı belli ki Ocak ayı içinde yapılmış. Türkiye Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun Ocak ayındaki Türkiye ziyareti sırasında, Fransa’daki yasanın yarattığı zeminde iki ülke bu yola birlikte baş koymaya, birbirine olan desteği güçlendirmeye ve 1915’in yüzüncü yılı yaklaşırken, Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmesi çağrılarına, saldırgan, ırkçı bir dille yanıt vermeye karar vermişler. Böylece Türkiye beş – altı yıldır düzenlenen 24 Nisan Anmalarına, Hrant Dink Davası’nda verilen kararın yarattığı tepkiye, Azerbaycan’la işbirliği halinde, mevzuyu kendi çapında “uluslararasılaştırmak” suretiyle karşılık verme yoluna girmiş. Yani devlet, bugüne kadar tolere ettiği anmaları, eylemleri sıradanlaşmış, normal kabul edilen milliyetçi damarlara seslenerek daha yüksek bir ivmeyle bastırmayı, milliyetçiliği, ırkçılığı son yüzyılda olduğu gibi, devlet katından aşağılara, sokaklara kolaylıkla dökmeyi planlamış. Pazar günü yapılan, bundan sonraki dönemde inkarcılığın Türkiye’de nasıl bir şiddetle şekilleneceğini çok net bir biçimde ortaya koyuyor.
Bunlar olurken, bir taraftan da, FilmMor Festivali’nde gösterilecek Suzanne Khardalian’ın, Ermeni Soykırımı’ndan kurtulan büyükannesinin hikayesinden yola çıkarak çektiği “Grandma’s Tattoos” (Büyükannemin Dövmeleri) filminin gösteriminin durdurulması için Azerbaycan araya giriyor ve Azerbaycan Haber Ajansı, festivali düzenleyenlere, Türkiye hükümetinden bu filmin gösterimi için izin alıp almadığını soruyor. Ne tesadüf!
Devlet televizyonu TRT’nin, Hocalı’yı anma mitingine verdiği katkıyı da unutmamak lazım. Anaakım gazeteler de dün olanları “bir anma” şeklinde haberleştirildi. Hürriyet’in yaptığı gibi “Hocalı katliamı protesto edildi” demek, Sabah’ın yaptığı gibi ana sayfadan “Hocalı’nın hesabı sorulacak” şeklinde haberi vermek, Milliyet’in Musa Kesler imzalı haberindeki gibi mitingi “görkemli 1 Mayıs”lara benzetmek sadece ırkçılığı örtbas etmek demek değil, o ırkçılığın parçası olmak, ırkçılığı yeniden üretmek demektir.
Merkezi iradenin gündelik ırkçılığın düğmesine ilk basışı değil bu. 6-7 Eylül’ün nasıl hazırlandığını, nasıl hayata geçirildiğini unutmadık. Bunun karşısında, mevcut siyasi, toplumsal ağları hareket geçirerek, körüklenen gündelik ırkçılığa cevap veremezsek, 1915’in yüzüncü yılı yaklaşırken çok daha korkunç olaylar kapımızda demektir. Bunu söylemek için ne müneccim ne de felaket tellalı olmaya gerek var. Son yüz yıllık tarih ve bu tarihle duyulan gurur olacakların garantisidir.
*Radikal Gazetesi bu yazıyı “Gündelik Irkçılık Start Aldı” başlığıyla, bugün (28.2.2012) yayımladı.

Yorumlar kapatıldı.