İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Milliyetçilik ve toprak parçası

Serdar KAYA/Taraf GAZETESİ
Her insanın, doğup büyüdüğü (ya da bir tarihten sonra yaşamaya başladığı) memleketi ile arasında çeşitli sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik bağlar vardır. Milliyetçilik, kişiye bütün bu bağlarını ikinci plana atmasını ve her şeyi öncelikle etnik ve siyasi bir çerçeve içinde anlamlandırmasını telkin eder. Bu tasavvura göre, dünya, farklı parçalara bölünmüş olan, sınırları belli topraklardan ibarettir. Ulus-devletlerin hâkimiyetindeki bu toprak parçalarının her biri üzerinde farklı bir etnik grup yaşamaktadır. Bizi biz yapan şey (yani kimliğimiz) ise, herşeyden önce, bu etnik aidiyet üzerinden anlam kazanır. Bu yaklaşım, halkları milletlere, memleketleri vatanlara, azınlıkları ise yabancılara dönüştürür,,,Milliyetçilik Türkiye’ye Batı’ya nazaran biraz daha geç geldiği gibi, haddinden uzun da kaldı. Batı’da artık insanlık suçu olarak kabul edilen uygulamaların Türkiye’de halen normal addediliyor olması, bunun bir sonucu. Bu insanlık suçlarından biri de, bir topluluğu (sırf hasbelkader taşıdığı bir kimlikten ötürü) güdülecek bir hayvan sürüsü gibi görmek ve gerekli görüldüğünde bir yerden diğerine nakletmeye kalkmak.

**************
Kuzey Irak’ın özerkleştiği 1990’larda, Türkiye’de çok sayıda insan bu gelişmeyi tedirginlikle karşılamıştı. Ancak yaşananlarda Türkiye’nin Kürt sorunu adına bir çözüm ışığı görenler de az değildi. Şöyle ki, madem artık Kürtlerin de bir devleti oluyordu, Türkiye’deki Kürtler çok istiyorlarsa oraya gidebilirlerdi. Kürt sorunu da böylece –yani Kürtlerden kurtulmak suretiyle– kökünden çözülmüş olurdu.
Milliyetçiliğin anlam dünyası
Milliyetçilik, insan ile üzerinde yaşadığı toprak arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlar. Şöyle ki, her insanın, doğup büyüdüğü (ya da bir tarihten sonra yaşamaya başladığı) memleketi ile arasında çeşitli sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik bağlar vardır. Milliyetçilik, kişiye bütün bu bağlarını ikinci plana atmasını ve herşeyi öncelikle etnik ve siyasi bir çerçeve içinde anlamlandırmasını telkin eder. Bu tasavvura göre, dünya, farklı parçalara bölünmüş olan, sınırları belli topraklardan ibarettir. Ulus-devletlerin hâkimiyetindeki bu toprak parçalarının her biri üzerinde farklı bir etnik grup yaşamaktadır. Bizi biz yapan şey (yani kimliğimiz) ise, herşeyden önce, bu etnik aidiyet üzerinden anlam kazanır.
Bu yaklaşım, halkları milletlere, memleketleri vatanlara, azınlıkları ise yabancılara dönüştürür. Bu çerçevede, kişinin önceden (sözgelimi) köyünden ibaret olan memleketinin sınırları, ulus-devletin hâkimiyet alanı ile çizilen çok daha geniş bir toprak parçasını kapsayacak şekilde genişler. İnsanların ilgili toprakları hiç görmemiş (ya da görmeyecek) olmaları önemli değildir.
Milliyetçilik, buna ek olarak, memleket sevgisini bireysel olmaktan çıkararak kolektifleştirir. Ancak bundan kasıt, sınırlar dâhilindeki herkesin birbirine kenetlenerek bir diğerinin memleketini sevmesi değildir. Aslolan, milletin hep birlikte haritaya bakması ve sınırları çizilmiş olan toprak parçasını sanki tek parça ve homojen bir satıhmışçasına sevmesidir. (Sınırlar dâhilindeki bir toprağı sevmek için orada birilerinin yaşıyor olması da gerekmez. Vatanın herhangi bir yeri, sırf havası, suyu ya da taşı, toprağı için sevilebilir.)
Bir örnekle izah etmek gerekirse, Türkiye özelinde, Edirne’den Ardahan’a dek uzanan her karış toprak Türk milleti için vatandır. Yunanistan ile Türkiye arasında doğal bir sınır işlevi gören Meriç Nehri’nin öbür yakası ise, (orada da Türkler yaşıyor olsa da) vatan değildir –çünkü Yunanlara aittir. Dünyanın her yerinde aynı durum geçerlidir. Her vatan, aynı zamanda (ve öncelikle) orada yaşayan hâkim milletin yurdudur.
İnsanlara göre devlet değil, devlete göre millet
1990’larda Kürtleri Irak Kürdistanı’na göndermek suretiyle Türkiye’nin Kürt sorununu çözebileceğini düşünenler, böyle bir anlam dünyasının içinden konuşuyorlardı. Bu dünyaya göre, Türkiye Türklerindi. Kürtler ise, ülkedeki hâkim kimliğin Türk kimliği olduğunu bilmek ve kendilerini mümkün mertebe bu kimlikle uyumlu hale getirmek durumundaydı. Mesela (o yıllardaki hâkim görüşe göre) Kürtçe konuşmaları doğru olmazdı. Böyle bir şey ülkeyi bölerdi.
Buradaki bölünme kaygısı, her toprak parçasını belli bir etnisite ile eşleştirmenin bir sonucu. Dahası, bu kalıplarla düşünüldüğünde, bir toprak parçası üzerinde iki etnik kimliğin varolması, gerçekten de bölünmeye kapı açan bir durum. Dolayısıyla, Kürtleri Irak Kürdistanı’na göndermek rastgele dile getirilmiş bir argüman değil. Bu argüman, kendi içinde tutarlı bir düşünce dünyasında anlam buluyor. Bu dünyanın değerlerine göre, Türklerin Türkiye’de, Kürtlerin ise Irak Kürdistanı’nda yaşamalarının eşyanın tabiatına daha uygun olduğu dahi söylenebilir. Sözü edilen Kürtlerin “memleket”lerinin nerede olduğu ise, bu noktada çok fazla önem arz etmez.
Sonsöz
Milliyetçilik Türkiye’ye Batı’ya nazaran biraz daha geç geldiği gibi, haddinden uzun da kaldı. Batı’da artık insanlık suçu olarak kabul edilen uygulamaların Türkiye’de halen normal addediliyor olması, bunun bir sonucu. Bu insanlık suçlarından biri de, bir topluluğu (sırf hasbelkader taşıdığı bir kimlikten ötürü) güdülecek bir hayvan sürüsü gibi görmek ve gerekli görüldüğünde bir yerden diğerine nakletmeye kalkmak.
Türkiye’nin siyasi geleneği bu gibi “çözüm”lere pek yabancı değil. Peki, Türkiye’de devlet ileride gerek uluslararası hukukun bağlayıcılığı, gerekse ülkede hukukun üstünlüğünün yerleşmesi nedeniyle (sözgelimi) Kürtleri kimliklerinden ötürü ülkenin batısından doğusuna ya da doğusundan Kuzey Irak’a süremez hale gelirse ne olacak? Bu durum, milliyetçiliğin Türkiye’nin sadece doğusunu değil, batısını da bölebileceği anlamına geliyor. (Önümüzdeki pazar, konunun bu yönünü ele alacağım.)
http://www.taraf.com.tr/serdar-kaya/makale-milliyetcilik-ve-toprak-parcasi.htm

Yorumlar kapatıldı.