İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ufuk: İşte öyle bir adam…

Fatih Polat/ fpolat@evrensel.net /

Mahçupyan, 2 Şubat günü kaleme aldığı “Hrant’ın arkadaşları” ve 5 Şubat günü “Hrant’ın parazitleri” başlığı ile devam ettirdiği yazılarla yine o uğursuz misyonunu oynadı.“Hrant’ın parazitleri” başlıklı yazısında şunları söylüyor örneğin: “Sol adına yapılan bu Hrant araçsallaştırması, bir parazit kolonisinin saygı ve dinginliği hak eden bir acının üzerine çullanmasından, onu didikleyerek beslenmesinden başka bir şey değil. Bunun son örneklerinden birini geçenlerde Ece Temelkuran’ın kaleminden okuduk.”Mahçupyan, başkalarını Hrant Dink’i ‘sol’ adına yeniden kurgulamakla suçlarken, kendisi onu tam da kendi durduğu yerden yeniden kurmaktan geri durmuyor ve şöyle diyor: “Daha sonraki yıllarda Hrant demokratlığı bu bellek inşasının meşru zemini olarak gördü ve o noktadan itibaren de sosyalizm onun için nostaljik bir gençlik romantizmi anısına dönüştü.”Bunlar hayli iddialı sözler. Peki varsayalım ki öyle, o zaman neden sol içinden de geniş bir kesim “Hrant’ın arkadaşları” ile birlikte davasının takipçisi olmaktan geri durmuyor da, ama aynı çevrelerin Etyen Mahçupyan’a içi hiç ısınmıyor?…

************
Etyen Mahçupyan, soğuk savaş döneminin ‘para eden’, insana piyasa kazandıran özelliklerini yıllar önce keşfetmiş bir yazardır. Bakıldığında İslami kesimden de, geleneksel sağ yelpazenin ana damarından da gelmemiş, sağcıların ve solcuların, sağında ve solunda dolaşarak vitrinin en görünür yerinde kendine yer bulmayı meslek edinmiş olan bir adam. Siyasetin hangi tarafında durmuş olursa olsun, ama durduğu yerde sağlam durmuş ve bunun bedelini de ödemiş olanlarla kıyaslandığında, onun tarzı daha çok siyaset borsacılığı gibidir. Yükselişte olana oynayarak en tepedeki dalganın orta yerine kurulmaya çalışan bir adamdır O. Öyle bir adam…
Son olarak da, cemaatin amiral gazetesi ve AKP Hükümetinin de en sağlam destekçilerinden Zaman gazetesindeki köşesinde Hrant Dink üzerinde yaptığı tartışma, işinden edilmiş meslektaşlarımızdan Ece Temelkuran’a yönelik tavrı ve cezaevinde olan Ahmet Şık ve Nedim Şener’e dair dile getirdiği saptamalar Nuray Mert’in çok haklı bir biçimde “densizlik” olarak adlandırdığı bir noktaya kadar vardı.
Mahçupyan, 2 Şubat günü kaleme aldığı “Hrant’ın arkadaşları” ve 5 Şubat günü “Hrant’ın parazitleri” başlığı ile devam ettirdiği yazılarla yine o uğursuz misyonunu oynadı.
“Hrant’ın parazitleri” başlıklı yazısında şunları söylüyor örneğin: “Sol adına yapılan bu Hrant araçsallaştırması, bir parazit kolonisinin saygı ve dinginliği hak eden bir acının üzerine çullanmasından, onu didikleyerek beslenmesinden başka bir şey değil. Bunun son örneklerinden birini geçenlerde Ece Temelkuran’ın kaleminden okuduk.”
Mahçupyan, başkalarını Hrant Dink’i ‘sol’ adına yeniden kurgulamakla suçlarken, kendisi onu tam da kendi durduğu yerden yeniden kurmaktan geri durmuyor ve şöyle diyor: “Daha sonraki yıllarda Hrant demokratlığı bu bellek inşasının meşru zemini olarak gördü ve o noktadan itibaren de sosyalizm onun için nostaljik bir gençlik romantizmi anısına dönüştü.”
Bunlar hayli iddialı sözler. Peki varsayalım ki öyle, o zaman neden sol içinden de geniş bir kesim “Hrant’ın arkadaşları” ile birlikte davasının takipçisi olmaktan geri durmuyor da, ama aynı çevrelerin Etyen Mahçupyan’a içi hiç ısınmıyor?
Bu arada, Mahçupyan’ın tavrı, tarzı ve duruşunu değerlendirirken yardımcı olabilecek küçük bir anekdot hatırlatmak anlamlı olabilir. ABD’nin Irak’ı ve Afganistan’ı işgaline karşı oluşturulmuş, Ortadoğu’ya emperyalist müdahalelere tavır alan Doğu Konferansı Girişimi, ilk ortaya çıktığında ciddi etki gösteren bir girişimdi. Etrafında ciddi bir ilgi yaratmış olan bu oluşumun çekirdeğinde Aydın Çubukçu, Cem Somel, Mehmet Bekaroğlu, Hrant Dink, Nuray Mert gibi isimler bulunuyordu. Bu oluşumun çekim merkezi oluşturması üzerine o toplantılara Etyen Mahçupyan da katıldı ve o ana kadar bu girişimin toplantılarında kimsenin akıl edemediği (!) bir öneriyi dile getirdi: “Antiemperyalizm gibi arkaik politikaları ve söylemleri terk etmeliyiz.”
Böyle bir önerinin, Doğu Konferansı Girişimini yolundan saptırıp, liberal bir güzergah üzerinden dönüp dolaşıp ABD’nin arka bahçesi haline getireceği açıktı ve elbette ki kabul görmedi. Mahçupyan da daha sonra “dahiyane” fikirlerini aldı ve gitti.
Etyen Mahçupyan’ın Hrant Dink’i kuruş ve tanımlayış biçimi ile Doğu Konferansı Girişimi toplantısında dile getirdiği öneri arasındaki paralellik ilginç değil mi?
Aslında bu paralellik sadece iki olay arasındaki fikri örtüşme değil, bizatihi Etyen Mahçupyan’ın kendisidir. O’nu, 100’ü aşkın gazetecinin cezaevinde olduğu bir zamanda bile ‘Ergenekon karşıtlığı’ manipülasyondan dolanarak AKP iktidarını savunmaya götüren de bu oluyor. 
Oysa çok açık değil mi; hem Ergenekon’a hem de AKP’nin gazetecileri cezaevlerine doldurmasına karşı olmak mümkündür. Hrant Dink cinayetinde hem polis, hem asker, hem de dönemin bürokratlarının sorumluluklarının ortaya çıkarılmasını talep etmenin de mümkün olduğu gibi. Hükümetin bunun sağlayacak siyasal iradeyi ortaya koymasını talep etmek gibi. Hrant Dink’in avukatlarının davanın başından itibaren talep ettikleri de bu değil miydi zaten?
Bu kadar açık olan gerçekleri dahi eğip bükmek herkesin işi değildir. İşte orada, bunu düşünüp de yapamayanları mahcup eden zekasıyla Etyen Mahçupyan çıkıyor ortaya.

Yorumlar kapatıldı.