İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2015 stratejisi ve taktikler

Deniz Ülke Arıboğan
1- Ermeni meselesinde yıllardır değiştirip durduğumuz tezlerimizin hangisinde karar kıldığımızı açıklığa kavuşturmalıyız…  Yeni Türkiye’ye yakışan insanlığa karşı işlenen tüm suçlara karşı net ve asil bir duruş sergilemek…2- Türkiye açısından en önemli dezavantajlardan bir tanesi de Genocide tanımının hangi kapsamda ele alınacağına bağlı olarak çerçevenin değişmesi. Zira eskiden daha dar bir çerçevede tanımlanan soykırım suçu giderek, çatışmalarda ortaya çıkan hemen her sivil dramla özdeşleşir hale gelmiş bulunuyor… 3- Soykırımcı statüsünün Türkiye açısından en önemli boyutlarından bir tanesi de geçmişten bugüne aktarılan bu lekenin, Türkiye’nin kimliğiyle örtüştürülmesi ve önce Pontus, Rum sonra da Kürt meselesiyle de ilişkilendirilmesi. Soykırımcı statüsüne yerleştirilen bir ülkenin her türlü iç ve dış müdahalesinde kendisine bu gözlükle bakılmasını sağlayacak bir faktör bu.

*****************
Fransa’daki inkar yasasının Senato tarafından kabulünün ardından tasarıyı Anayasa Konseyi’ne götürecek 60 imzanın toparlanabilmesini umut ediyoruz. Komisyon’un açıkça Fransız anayasasına aykırı olduğunu ilan ettiği bu yasa ne ilk ne de son mücadele alanı olacak bizler için. Bugün burada reddedilmesi sağlansa bile, yarın başka bir yerde, öbür gün bütün AB coğrafyasında ve hatta dünyada gündem konularından bir tanesi haline gelecek. Bu nedenle ‘önümüzdeki dönemde stratejimiz ne? Buna uygun ne gibi taktikler geliştirilmeli?’ sorularına hep birlikte kafa yormalıyız. Benim özetle önerilerim şunlar:
1- Ermeni meselesinde yıllardır değiştirip durduğumuz tezlerimizin hangisinde karar kıldığımızı açıklığa kavuşturmalıyız. Bir dönem ‘Ermeniler kendiliklerinden gittiler biz hiçbir şey yapmadık’ noktasından, ‘yaptık ama az yaptık’ noktasına gelen ve sayılara odaklanan bakış açısı, şimdilerde ‘mukatele’ yani ‘karşılıklı birbirimizi öldürdük’ noktasına taşınmış durumda. Halbuki Türkiye’nin temel alması gereken şey hukuk ve soykırımın siyasal nitelikli değil, hukuki tanımı. Türkiye Genocide yani soykırım suçunun ilk tanımlandığı haliyle hukuki bakımdan bazı avantajlara sahip. Konunun genetik temizleme esaslı değil, güvenlik maksatlı bir şiddet olduğu noktasında birçok belge var. Uygulanan şiddetin ölçüsüz ve gayri insani olduğu konusunda ise hiç şüphe yok. Birkaç çeteci yüzünden yüz binlerce insanın hayatına mal olacak önlemler almak akıllı bir siyasetin ürünü değil. Sahiplenilmesi de gerekmiyor. Yeni Türkiye’ye yakışan insanlığa karşı işlenen tüm suçlara karşı net ve asil bir duruş sergilemek. Bunlara meşruiyet sağlayıcı arayışlara girmek yerine hesaplaşmak, ama bir yandan da siyasal sebeplerle üzerimize yapıştırılmaya çalışılan soykırımcı etiketine de tepki göstermek.
2- Türkiye açısından en önemli dezavantajlardan bir tanesi de Genocide tanımının hangi kapsamda ele alınacağına bağlı olarak çerçevenin değişmesi. Zira eskiden daha dar bir çerçevede tanımlanan soykırım suçu giderek, çatışmalarda ortaya çıkan hemen her sivil dramla özdeşleşir hale gelmiş bulunuyor. Son 10 yıllara kadar soykırım kavramı genelde Yahudilere ait bir mağduriyet ölçüsü iken, artık eski Yugoslavya’dan Ruanda’ya, Sudan’a uzanan, Batı tarihinin de yüzleşmeye başladığı bir şey. Kısaca artık soykırım suçu birçok insani trajediyi tanımlamakta kullanılıyor. Kızılderililerin durumunda Cezayir’e, Afrika’daki sömürgecilik faaliyetlerinden komünizm dönemindeki siyasal temizleme faaliyetlerine kadar birçok konu soykırım kapsamına alınıyor. Bu durum bir yandan Ermeni meselesinin aynı kapsamda değerlendirilmesini kolaylaştırıyor, diğer yandansa suçun sıradanlaşmasına ve hafiflemesine yol açarak, geçmişin siyasal hesabında herkese dokunabilecek bir unsura dönüşüyor.
3- Soykırımcı statüsünün Türkiye açısından en önemli boyutlarından bir tanesi de geçmişten bugüne aktarılan bu lekenin, Türkiye’nin kimliğiyle örtüştürülmesi ve önce Pontus, Rum sonra da Kürt meselesiyle de ilişkilendirilmesi. Soykırımcı statüsüne yerleştirilen bir ülkenin her türlü iç ve dış müdahalesinde kendisine bu gözlükle bakılmasını sağlayacak bir faktör bu. Bu kimlik kuşkusuz gelecek nesiller açısından da taşınması gereken psikolojik bir yük olarak varlığını sürdürecektir. Geçmişin geleceği yaralaması böyle bir şey. Bugünün elinde bir silaha dönüşen geçmiş, geleceğin de en tehlikeli silahlarından bir tanesi haline geliyor bu yolla. Türkiye bu kimliği reddetmek ve başkalarının değil kendi yaptığı kimlik tanımının geçerli olabilmesi için, yolunu belirlemeli. Demokratik, insan haklarına saygılı, müreffeh ve sosyal dayanışması güçlü bir ülkeyi mi, yoksa güvenlik endeksli, baskıcı, egemen güçler üreten bir ülke olmayı mı tercih edeceğiz, buna karar vermemiz gerekiyor. Dünyada her ikisinden de var. İkinci seçeneği tercih edeceksek, o zaten bize biçilen elbise olduğuna göre fazla direnmeye gerek yok, ne derlerse desinler. Ama ilk seçeneği tercih ediyorsak o zaman işimiz daha zor. Çook çalışmamız lazım çoook…

http://www.aksam.com.tr/2015-stratejisi-ve-taktikler-5322y.html

Yorumlar kapatıldı.