İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sadece Ermeniler değil mesele Türkiye’nin tüm acıların hesabını vermesi

Pınar Ersoy
Paris’te 12 Eylül öncesi Fransa’ya gelen Ermenilerle buluştuk. Bugün Senato’da oylanacak yasaya prensipte karşılar ama “Türkiye de hiç adım atmıyor” diye isyan ediyorlar “Bu ülkede Dersim, 6-7 Eylül olayları oldu, darbeler yaşandı, başbakan asıldı, 800 bin kişi işkence gördü… Türkiye tüm bu acıların hesabını vermeli” diyorlar… “Bizim en büyük meselemiz 1915 değil. Kaybolan koca bir kültür var. Anadolu’da 2 bin okulumuz vardı. İzmir ve İstanbul’da 285 Ermenice gazete basılıyordu” diyor… Bu kültür erozyonuna aralarında “beyaz soykırım” adını takmışlar. “Kanlı soykırımdan sonra beyaz soykırımla bütün kültürel altyapımızı kaybettik. Çocuklarımıza bu kültürü aktarmak çok zorlaştı” diyorlar… Yasanın geçmesini istiyorum çünkü yasaya karşı argümanlar beni çok rahatsız etti. Ama uygulanmamasını dilerim. Çünkü o zaman dava peşinde koşan avukatlar ve kahraman olmak isteyen Türkler bu konuyu hafifletecek. Oysa çok ciddi bir mesele. 


***********
Paris’te 12 Eylül öncesi Fransa’ya gelen Ermenilerle buluştuk. Bugün Senato’da oylanacak yasaya prensipte karşılar ama “Türkiye de hiç adım atmıyor” diye isyan ediyorlar “Bu ülkede Dersim, 6-7 Eylül olayları oldu, darbeler yaşandı, başbakan asıldı, 800 bin kişi işkence gördü… Türkiye tüm bu acıların hesabını vermeli” diyorlar
PINAR ERSOY PARİS pinar.ersoy@milliyet.com.tr
İstanbul’da büyümüşler. Hatıraları orada, okulları, dostları, akrabaları… 12 Eylül öncesinde Paris’e gelmişler. “Ermeni olmakla ilgisi yok. Tabii ki etkisi var ama tek neden değil” diyorlar. Hayatlarında verdikleri en zor karar. Tek kelime Fransızca konuşmadan 30 yaşında geldikleri bu ülkede şimdi yeni bir hayatları var. Ama her sabah önce Türkiye gazetelerini okuyorlar, evde Türk televizyonlarını izliyorlar. İsimleri saklı. Ama anlattıkları çok gerçek, çok samimi hikayeler…
Gare du Nord’da bir cafede buluşuyoruz. Kasketlerini çıkarıyorlar, saçları beyazlamış, dökülmüş. Hepsi çocukluk arkadaşı… 60 yaşlarındalar ama aralarında samimiyetin getirdiği muziplikle paslaşıyorlar. Daha yasayla ilgili ilk soruda bu konuyla ilgili bugüne kadar yazıp çizmiş herkesten çok daha fazla düşündükleri belli oluyor. “Mesele yalnızca yasa, soykırım falan değil” diyor Yetvart. İstanbul’da kimya okuduktan sonra profesör olacakken Paris’e gelmiş. İçlerinde en sert olanı o… “Mesele, Türkiye’nin kendi vatandaşlarıyla kurduğu ilişki” diyor ve devam ediyor:
“Türkiye’nin tarihinde Dersim var, Varlık Vergisi var.. 6-7 Eylül yaşandı, bir başbakan asıldı… Bu ülke üç darbe gördü, 1 milyon hayat karardı. Sadece Ermeniler değil herkes çok büyük acılar çekti. Bunların hesabını kim verecek? Türkiye devleti halkına hizmet mi edecek yoksa vatandaş devlete kurban mı olacak? Türkiye’nin bu sorunun yanıtını bulması lazım.”
‘Hrant gibi sahip çıkın’
Hepsi prensipte yasaya karşı. Hem ifade özgürlüğü açısında hem de Fransa’nın işe karışması nedeniyle. “Başka ülkelerde düello edecek değiliz” diyorlar. Ama bu herhangi bir yasa değil. “Türkiye de hiç adım atmadı ki! Hrant öldü, içimizden bir parça koptu, davanın durumu ortada” diye isyan ediyor biri… Hrant için on binlerce kişinin yürüdüğünü, bütün medyanın davayı takip ettiğini hatırlatınca “Yetmez ki! Bu ülkede 800 bin kişi işkence gördü hiçbirinin hesabı sorulmadı. Bu ülkede ölen tüm masumların hesabı Hrant’ınki gibi sorulsa devlet değişir. Önemli olan bu” diyor. Öbürü “Umudum Türkiye’nin bir demokrasi olması. O zaman her şey farklı olur” diye iç geçiriyor.
Ermeni soykırımına karşı çıkanların en büyük iddiası savaş sırasında Türkler dahil birçok milletten insanın ölmüş olması… Yasayı konuşurken daha ben sormadan Yetvart “Birinci Dünya Savaşı’nda bu topraklarda İslam halkları da dahil 2.5 milyon kişi öldü. Bu ölümlerin sorumluları tarih kitaplarında kahraman gibi anlatılıyor, heykelleri dikiliyor. Türkiye bununla neden yüzleşmiyor” diye soruyor.
‘Oyumuzu etkilemez’
Hagop İstanbul’de Ermeni okulunda felsefe öğretmeniymiş. “Kalsam Hrant öğrencim olacaktı” diyor. Paris’e gelince konfeksiyona geçmiş. “İş bulma kurumunda bana masalı bir iş bulun dedim, bana masa lazım… Ama olmadı” diye omuzlarını silkiyor. Fransız siyasetçilerin bu konuyu kullanmasıyla ilgili “Valla bizim oyumuzu etkilemez. Burada herkesin hangi partiye oy vereceği zaten bellidir” diyor. Ermeni soykırımının siyasileştirilmesine “Küçük milletiz diye ordan oraya savruluyoruz. Her 24 Nisan yaklaştığında bir şeyler oluyor. Yine bizi kullanıyorlar diye korkuyorum ama o kadar alıştık ki bu oyunlara” yorumunu yapıyor. Yetvart “Tabii Fransa ile Türkiye’nin ekonomik çekişmesinin çok büyük etkisi var bu kez” diye ekliyor.
* * *
İnsan bazı hikayeleri her duyduğunda tekrar tekrar perişan olabiliyor. Bu üç yetişkin adamla Ermenileri, siyaseti konuşurken araya sürekli yaşanan acılar giriyor… Yetvart “Büyükannem bana masal yerine tehcir günlerini anlatırdı… Bütün çocukluğumda bir tane masal dinlemedim. İnsan bir tane güzel hikaye duymadan büyür mü? Sürekli kafasına sıcak ütü konan insanlar, acılar… İki çocuğunu Sivas-Malatya yolunda bir telgraf direğinin altına bırakmış. Bu kadın nasıl güzel hikayeler anlatır” diyor sert bir sesle…
‘Nenem ölene kadar hiç gülmedi’
Sonra Hagop “Benim nenem ölene kadar hiç gülmedi. Çocuğu kaynanasının kucağındaymış. Onu Fırat’a atarken çocuğu da kılıçla öldürmüşler. Nenem ölene kadar hep pencereden dışarı baktı, o çocuğu aradı” diye anlatıyor. Bıyıklarını gösterip “Eskiden Ermenilerin hep bıyığı olurmuş. Ben de nenem mutlu olsun diye bıyık bırakmıştım” diyor. Koca koca adamların bu hikayeleri anlatırken yüzlerinde beliren ifadeyi, dalıp gidişlerini, hırslanışlarını gören hiçkimse acılarının samimiyetinden şüphe edemez. Öyle bir ızdırap var gözlerinde…
Yetvart “Elimden gelse, bunlar yaşanmamış olsa büyükannemin, büyükbabamın Kızılırmak kenarındaki topraklarında yaşamak isterdim. Yaşlandıkça bu his daha da artıyor” diyor. Hagop “Ben bu saatten sonra gidip tapu falan isteyecek değilim ama bu iş hallolmalı” diyor. Yetvart Anadolu’daki Ermeni tarihini enine boyuna araştırmış. Verdiği örneklerden, sayılardan anlaşılıyor. “Bizim en büyük meselemiz 1915 değil. Kaybolan koca bir kültür var. Anadolu’da 2 bin okulumuz vardı. İzmir ve İstanbul’da 285 Ermenice gazete basılıyordu” diyor.
‘Beyaz soykırım daha acı’
Bu kültür erozyonuna aralarında “beyaz soykırım” adını takmışlar. “Kanlı soykırımdan sonra beyaz soykırmla bütün kültürel altyapımızı kaybettik. Çocuklarımıza bu kültürü aktarmak çok zorlaştı” diyorlar. Sevan en az konuşanları. “Artık diasporanın çocuklarına anlatabileceği yalnızca acı var. Oysa biz onları kendi kültürlerinde büyütmek isterdik” diyor. Hagop “Ermeniler kelaynak kuşu gibi… Eninde sonunda bu halk yok olacak” diye ekliyor. Bu yüzden çocukları Ermenilerle evlensin istiyorlar, bu yüzden Ermenistan’ı kolluyorlar…
* * *
Türkiye’yi 30 yaşlarında terk etmişler. Hagop o kararı “1978’di… Her an kim vurduya gidebilirdiniz. Siyasi biriydim… Anam sonunda bir gün ‘Yeter artık dayanamayacağım, Fransa’ya gidiyorsun’ dedi. Bir ay içinde iki çocukla buraya geldik” diye anlatıyor. Sonra o ilk günü anlatıyor: “Kız kardeşim arabayla havaalanından aldı. Arabada Ermenice şarkılar çalıyordu. Bizim evde çalmaya korktuğumuz şarkıları o burada arabasında dinliyordu. O an hüngür hüngür ağlamaya başladım.”
Evde Türk dizisi açık
Burada bir hayatları var. Ama akrabaları, dostları, geç- mişleri İstanbul’da… Hagop “Büyüdüğünüz toprakları bırakmak kolay değil. Bir ayın sonunda geri dönmek istedim ama karım ‘yeter artık’ dedi” diye gülüyor.  Şimdi her sabah önce Türk gazetelerini okuyorlar. Evde CNNTürk ve NTV açık, tartışma programlarını izliyorlar. Hanımlar Türk dizilerinin yakın takipçisi… Hagop eşinin “Bir gün buradan kaçmamız gerekse İstanbul’a gideriz, başka gidecek neremiz var” dediğini anlatıyor.
Türkiye’ye her gidişlerinde daha da değişmiş buluyorlar. Hagop arkadaşlarına dönüp “Ben on yıl aradan sonra ilk kez 1990’da İstanbul’a döndüm. Bir baktım Ermeni gençler kahvede Karabağ savaşını tartışıyor” diyor. Çocukluk arkadaşı Hagop ve Sevan geçen yaz beraber Bodrum’a tatile gitmişler. Sevan “Sokakta dolaşırken Ermenice bir şarkı duyduk. Nereden geliyor diye bakınca bir baktık kitapçıda çalıyor. Yeni albüm çıkmış, onu çalıyorlar. İnanamadık” diyor.
Şizofrenik bir hayat
Patrick Deveciyan, Türkiye’de kalan Ermeniler için “Türk devleti onları esir olarak tutuyor” demişti. Onlara göre İstanbul Ermenileri iki gruba ayrılıyor. İnsanlığa uygun yaşamak için mücadele edenler ve her şeyi görmezden gelerek hayatta kalmaya çalışanlar. “Neredeyse şizofrenik bir hayat. Evden çıkıyor, ismini değiştirip kullanıyor, iş hayatında rahat etmesinin tek yolu bu” diyorlar. Oysa Fransa’da Ermeni olduklarının kimse farkında değil.
Korkuyla büyüdük
“Türkiye’de devlet dairesine gittiğimizde ‘Bu isimlerden kurtulamadık mı daha’ derlerdi. Ermenice ismin varsa potansiyel suçlu sayılırdın” diyorlar. Hepsinin benzer bir anısı var. “Çocukken mahallede Rum çocuklarıyla top oynardık. Yukarı mahallede Türk çocukları olurdu. Annem her gün ‘Aman bizi karakola düşürmeyin’ diye sokağa yollardı. Karakol insanları korur değil mi? Benim için korkulan bir yerdi.”
‘Amma da bize benziyormuş’
Laf korkudan açılınca 6-7 Eylül konuşuluyor… Yetvart “7 yaşındaydım. Çok iyi hatırlıyorum. Bütün akşamüstü, 5 saat evde ölümü bekledik. Akşam komşumuz Şaban Efendi kamyonla gelip evi boşalttı, halıları çaldı. Şimdi beyefendi oldu” diyor. Hagop’a askerde bir grup insan aylarca selam vermemiş. “Bir gün bir arkadaşım seslendi. Yanındaki ere beni gösterdi. Çocuk ‘Amma da bize benziyormuş’ dedi” diye gülüyor. Zaten bunlar konuşulurken sürekli bir “Güleriz ağlanacak halimize” hali var…
Hagop “Ben senede 3-5 kez Türkiye’ye gidiyorum. Her seferinde gümrükten geçerken korkuyorum. Torunlarım Türkiye’ye tatile giderken karşıma alıp ‘Dikkat edin orası Türkiye” diyorum, “Karakola düştünüz mü kafadan yüzde 50 haksızsınız, kalanı da tartışılır!”
* Bu haberdeki kişilerin isimleri ve meslekleri tanınmamaları için değiştirilmiştir.
Büyükannem bana tehcir hikayeleri anlatırdı. İnsan bir tane güzel hikaye duymadan büyür mü? Sürekli kafasına sıcak ütü konan insanlar, acılar… İki çocuğunu Sivas-Malatya yolunda bir telgraf direğinin altına bırakmış. Bu kadın nasıl güzel hikayeler anlatır…
Çocukken mahallede Rum çocuklarıyla top oynardık. Yukarı mahallede Türk çocukları olurdu. Annem her gün ‘Aman bizi karakola düşürmeyin’ diye sokağa yollardı. Karakol insanları korur değil mi? Benim için korkulan bir yerdi
Ermeniler dostluk anıtının yıkılmasını hazmedemedi
Fransa’da Senato bugün soykırımı inkarı suç sayan yasayı oylayacak. Yaklaşık bir haftadır Paris’te bu yasanın ardındaki politik nedenleri, Türkiye’nin ve Ermeni kökenli siyasetçilerin resmi politikasını, sokaktaki vatandaşın bakış açısını anlamak için birçok kişiyle konuştuk. Ancak en önemli soru hala yanıtsız: Bu yasa Ermeniler için neden önemli? Ermeni diasporasını Türkiye’de entellektüel çevreyle yakın ilişkileri olan, bu konuyla ilgili her iki ülkedeki gelişmeleri yakından takip eden Ermeni kökenli Fransız araştırmacı Michel Marian’a sorduk:
Bu yasa neden şimdi gündeme geldi?
2006 yılından sonra Fransa’daki Ermeniler bu yasadan desteklerini çekti. İlişkiler düzelmeye başlamıştı. Türkiye’de konu tartışılıyordu. Bir umut doğdu. Ama Ermenistan’la protokolün çökmesi büyük hayal kırıklığı oldu. En çok da Kars’taki Ermeni dostluk anıtının başbakanın talimatıyla yıkılması etkiledi.
Siyasi bir yanı yok mu?
Elbette var. Ama Ermeniler destek vermese hiçbir parti adım atmaz. Nitekim 2006’dan beril ilk kez gündeme geldi…
Türkiye’de durumu zorlaştırmayacak mı?
Bence tahimin edilenden daha az negatif etkileyecek. 2006 yılında bu konudaki açılım çok yeniydi, çok hassastı. Ama 6 yılda çok şey oldu. 100 bin kişi Hrant için yürüdü, 30 bin kişi özür metnine imza attı. Medyada bu konu tartışılabilir hale geldi. Artık geri dönüşü olmayan bir yola girildi.
Diaspora bu konuyu neden Ermenistan’dan daha fazla önemsiyor?
Diasporada her beş kişiden dördünün ailesinde soykrımla ilgili kişisel bir hikaye var. Ermenistan’da ise her dört kişiden biridir… Soykırım Anadolu’da yaşandı. Bugünkü Ermenistan’ın olduğu topraklar Çarlık Rusyası’ndaydı ve korundu. O yüzden bizim için çok daha kişisel.
Fransa Ermenileri için Ermenistan ne kadar önemli?
Diasporanın bu konudaki fikri ikiye ayrılıyor… Özellikle Türkiye ile yaşanan dönemlerde bu kendini gösteriyor. Bir kısmı “Bırakalım kendileri karar versin” derken diğerleri tarih komisyonu gibi kararlara soykırım yokmuş gibi olacağı için itiraz ediyor.
Diaspora homojen mi?
1960’lı yıllara kadar komünistler ve anti-komünistler vardı. Sonra soykırım konusunda ortak noktada buluştular. Hatta stratejide de anlaştılar. Önce uluslararası tanıma, sonra Türkiye’ye baskı… 2000’lerden beri üç grup var: Türkiye’de değişimi destekleyerek diyalog yoluyla çözümü savunan bir azınlık. Çoğunluk tek yol uluslararası baskı diyor. Bir de tazminat, toprak isteyen çok küçük bir grup var.
Anadolu’ya dönme umudu var mı?
Büyük bir bağ var. Ama geri dönüp yaşamak için artık çok geç. Belki sadece buraları tanıma, kiliseleri tekrar yaptırma ümidi… Ermenilerin tazminat isteyecekleri söyleniyor. Bunun için bence çok geç. Bir tazminat olacaksa bu ancak kollektif, burslar, kültür merkezleri, tamiratlar için ödenebilecek paralar olabilir.
Siz yasayı destekliyor musunuz?
Yasanın geçmesini istiyorum çünkü yasaya karşı argümanlar beni çok rahatsız etti. Ama uygulanmamasını dilerim. Çünkü o zaman dava peşinde koşan avukatlar ve kahraman olmak isteyen Türkler bu konuyu hafifleştirecek. Oysa çok ciddi bir mesele. Türkiye’ye baskı uygulanmasına karşı değilim ama başka yolları olmalı. 2015 yaklaşırken Türkiye’deki demokrat ve hümanistlerle birlikte hareket etmeliyiz.

Yorumlar kapatıldı.