İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Selanik’e dönüş: Müslümanlar, Museviler ve Rumeli’den sürgün

Şener Aktürk 
Etyen Mahçupyan’ın 8 Ocak 2012 tarihli “Rumeli’nin sürülmüş çocukları” başlıklı yazısı, bir yandan bende hayal kırıklığı yarattı, bir yandan da Rumeli sürgünleri konusunu gündeme getirdiği için sevindirdi… Mahçupyan, “Ermeni soykırımının karşısına çıkarılan örnek esas olarak Rumeli’dir.” dedikten sonra, “Müslümanlar niçin bu olayı (Rumeli’deki katliam ve sürgünleri) bu denli kolayca unutmaya eğilimliler?” diye soruyor ve cevaben üç sebep öneriyor. Bunlardan ilk ikisi yanlış tespit ve varsayımlara dayanıyor. Üçüncüsüyse doğru, fakat tek başına yetersiz. Mahçupyan, ilk olarak, Ermeniler ve Rumelili Müslümanlar arasında bir ‘otoktonluk (yerlilik)’ farkı olduğunu iddia ederek, Ermenilerin “en az üç bin yıldır” Anadolu’da yaşamasına karşın Müslümanların “Rumeli’ye son üç yüz yıl içinde girdiğini” belirtiyor… Rumeli’deki felaketleri unutmanın ikinci sebebi “Müslümanlığın bir imtiyaz alanı olarak kullanılmasıdır.” demiş Mahçupyan. Bu iddia ürkütücü çağrışımlar yapıyor. Katliama uğrayan nice halklara karşı katilleri, “çünkü siz haksız imtiyaz sahibisiniz.”… Ermenilerin göç ettikleri ülkelere yabancı kaldıklarını, Rumelililerin ise Türkiye’ye entegre  olduğunu da söylüyor Mahçupyan. Bu kısmen doğrudur, fakat ‘unutma’nın sebeplerinden sadece birisi olabilir.

**********
 “Dedemin insanları”nın topraklarına ilk defa, Müslümanların Yunanistan’dan sınır dışı edildiği mübadele felaketinden 87 yıl sonra, 2011 Nisan’ında ayak bastım.
Selanik’e ulaştığımda, hayalimde efsanevi bir hüviyete bürünmüş bu güzel şehir, geçmişin silinen izlerinden dolayı beni üzdü. Müslüman bırakılmadığını elbette biliyordum ama 500 yıllık Osmanlı şehrinde hatıra kabilinden bile olsa tek bir cami olmamasını sindirmek kolay değildi. “İsrail’in anası” ve “Balkanlar’ın Kudüs’ü” olarak da bilinen Selanik’te bir sinagog da göremedim, fakat kalanlar olduğu söylendi. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği ve II. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin toplanarak Auschwitz’e ölüme gönderildiği meydanın otopark olarak kullanıldığına şahit oldum. Bakımsız bir imaret, birkaç hamam ve sahipsiz bir çeşme gibi ancak bilenlerin fark edebileceği Osmanlı kalıntıları etrafında çaresizce dolaştım. İngilizce bir deyimle, eğer bir uzaylı bugün Selanik’e inse, bu şehrin bir zamanlar dörtte üç nispetinde Yahudi ve Müslümanlarla meskun bir Osmanlı şehri olduğunu tahmin edemezdi.
Etyen Mahçupyan’ın 8 Ocak 2012 tarihli “Rumeli’nin sürülmüş çocukları” başlıklı yazısı, bir yandan bende hayal kırıklığı yarattı, bir yandan da Rumeli sürgünleri konusunu gündeme getirdiği için sevindirdi. Müslümanlar ve Yahudiler geçen bin yıl boyunca Avrupa’nın pek çok köşesinden “yerli” olmadıkları, “yabancı” oldukları suçlamasıyla kâh katledilerek kâh sürgün edilerek temizlendiler. Müslüman-Yahudi medeniyetlerine yurt olan Endülüs/İspanya, Polonya, Macaristan, Girit ve Sicilya gibi Avrupa topraklarının Yahudi ve Müslüman halkları yok edildi.
Mahçupyan, “Ermeni soykırımının karşısına çıkarılan örnek esas olarak Rumeli’dir.” dedikten sonra, “Müslümanlar niçin bu olayı (Rumeli’deki katliam ve sürgünleri) bu denli kolayca unutmaya eğilimliler?” diye soruyor ve cevaben üç sebep öneriyor. Bunlardan ilk ikisi yanlış tespit ve varsayımlara dayanıyor. Üçüncüsüyse doğru, fakat tek başına yetersiz. Mahçupyan, ilk olarak, Ermeniler ve Rumelili Müslümanlar arasında bir ‘otoktonluk (yerlilik)’ farkı olduğunu iddia ederek, Ermenilerin “en az üç bin yıldır” Anadolu’da yaşamasına karşın Müslümanların “Rumeli’ye son üç yüz yıl içinde girdiğini” belirtiyor. “Müslümanlar, hiçbir zaman oranın gerçek anlamda ‘yerlisi’ haline gelmediler.” diyor. Bu söylemin nerelere varacağını örneklerle açıklayalım. Bu mantıkla, Yahudiler, yüzyıllardır onları katledenler nezdinde hiçbir yerde “yerli” değildiler ve yaşadıkları her yere “yabancı” kaldılar. Bu da, Yahudileri yaşadıkları her yerde “yerli” halklara nazaran daha az hak sahibi yapıyor, çünkü anlaşılan o ki “yerlilik” bazı hakları beraberinde getiren bir paye ve Anadolu Ermenileriyle Rumeli Müslümanlarını ayıran birinci faktör. Yerliliğin hangi kriterlere göre kazanıldığı belli değil çünkü bu hesaba göre “üç yüz yıl” (yaklaşık on beş-yirmi kuşak) Rumeli’de yaşamak Müslümanları oranın “yerlisi” yapamamış…
Liberal demokrat aydınlarımızın bile, resmî tarih tezlerindeki gibi, Müslümanların Balkanlar’a “Orhun ve Selenga nehirleri arasından” (Moğolistan’dan!) geldiğini düşündüğüne ihtimal vermek istemiyorum. Avrupa’ya Hıristiyanlık “gelince” yerli oluyor, ama Yahudilik ve Müslümanlık “gelince” ebediyen “yabancı” mı kalıyor? Müslümanlık, Hıristiyanlığa göre yeni olduğu için “girdiği” her yerde “yabancı” kalacak, Hıristiyanlara nazaran Müslümanlar “yerlilik” haklarından mahrum olacak. Bu durumda, gerçek yerliler ancak çok tanrılı veya animist inançlılar olabilir, çünkü semavi dinlerin hepsi Arap-İbrani coğrafyasından gelmiş “yabancı” inançlardır!
YERLİLİK VE İMTİYAZLILIK İDDİALARI
Avrupa’daki çoğu Yahudi ve Müslüman katliamında, Avrupa’nın yerlilerinin Hıristiyan olduğu ve diğerlerinin bu kıtanın yabancısı olduğu söylemi bolca kullanıldı. İspanya’da sekiz yüzyıllık Müslüman-Yahudi medeniyetini yok eden Katolik işgalciler de bu söylemi kullandı, Boşnakları toplama kamplarında katleden Miloşeviç rejimi de… Oysa bin yıl önce bile, 973 yılında Sicilya’yı ziyaret eden İbn Havkal Palermo’da üç yüz cami gördüğünü yazmıştı. Yüz binlerce Tatar Müslüman Litvanya-Polonya devletine yüzyıllarca hizmet etti. Bugün bile onların mahzun ve cemaatsiz camileri, o geçmişe şahitlik ediyor. Budin/Budapeşte’nin ve Selanik’in, bilinçli olarak yok edilmiş Müslüman ve Yahudi mahalleleri, sinagog ve camileri ve artık yerin altındaki cemaatleri, “hiçbir zaman oranın gerçek anlamda ‘yerlisi’ haline gelemeden” mi o topraklarda gömüldüler? İnşa ettikleri yüzlerce köprü, cami, hamam, çeşme, imaret ve diğer hayrat, onları Avrupa’nın yerlisi yapamadı mı? Oysa en azından Auschwitz’de ve Srebrenica’da, Endülüs’te ve Sicilya’da, sırf Yahudi ve Müslüman kimliklerinden dolayı topluca katledilmiş olmaları onları Avrupa’nın yerlisi yapabilmeli diye düşünüyor insan.
Rumeli’deki felaketleri unutmanın ikinci sebebi “Müslümanlığın bir imtiyaz alanı olarak kullanılmasıdır.” demiş Mahçupyan. Bu iddia ürkütücü çağrışımlar yapıyor. Katliama uğrayan nice halklara karşı katilleri, “çünkü siz haksız imtiyaz sahibisiniz”, diyebilmiştir. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Müslümanları ve bilhassa İttihatçılar nezdinde, “Hıristiyanlık” bir “imtiyaz alanı” olarak görülmedi mi? Ekonomik kapitülasyonlarla, yabancı devletlerin vatandaşı olmakla, uluslararası anlaşmalar ve müdahalelerle, Rum ve Ermeni milletleri diğer unsurlardan “imtiyazlı” olarak ayrış(tırıl)madı mı? Balkanlar’da Müslümanları sürüp katledenler, Osmanlı yönetimindeki imtiyazlarını gerekçe gösterdiler ve dolayısıyla nesnel bir “ihanet” gerekçesine ihtiyaç yoktu. Nihayetinde, “Rumeli’deki Müslümanların katli için aranan gerekçe zaten mevcuttu.” diyor Mahçupyan. Oysa, Anadolu’dan Hıristiyanları süren ve katledenler de, kapitülasyonlar sayesinde Hıristiyanların kazandığı imtiyazları ve zenginliği vurguladılar, “ihanet” ithamları bu arka plana eklemlendi. “İmtiyaz alanı olarak Müslümanlık/Hıristiyanlık” söylemi, sürülen ve katledilenlerin değil, süren ve katledenlerin söylemidir. Dolayısıyla, mağdurların bu felaketleri “unutmasına”, kabul etmedikleri bu söylem, sebep olamaz.
Yerlilik ve imtiyazlılık iddiaları yanıltıcıysa, Rumelililerin eski vatanlarını unutmalarının sebepleri nelerdir? Ermenilerin göç ettikleri ülkelere yabancı kaldıklarını, Rumelililerin ise Türkiye’ye entegre olduğunu da söylüyor Mahçupyan. Bu kısmen doğrudur, fakat ‘unutma’nın sebeplerinden sadece birisi olabilir. İkinci kuşaktan itibaren hızla unutmanın daha önemli sebeplerinden biri, Ermenilere nazaran Rumelililerin, sürüldükleri topraklara dair fotoğraf, kayıt, anı defteri gibi pek fazla somut veya yazılı hatıraları olmamasıdır ki bu da görece eğitimsiz ve yoksul (imtiyazsız!) olmalarından kaynaklanabilir. Kaliforniya’da ve Massachusetts’te yaşadığım dönemde bu eyaletlerin kalabalık Ermeni “yerlilerinin” Anadolu’nun ücra köy ve kasabalarına dair pek çok fotoğraf, kayıt, tapu, yazılı anı ve belgeye sahip olduğuna imrenerek şahit olmuştum.
Rumeli sürgünlerini unut(tur)manın önemli bir başka sebebi Türkiye’nin Lozan Antlaşması’yla kabul ettiği statükocu dış politikadır. Uluslararası sistemin düzen kurucu devletlerinin çıkar alanlarına müdahale etmeyeceğini, Batı’ya (Rumeli’ye) yönelik yayılmacı, revizyonist amaçlar gütmeyeceğini garanti eden Türkiye’nin bağımsızlığı bu şartlar altında kabul edildi. Kendileri de ekseriyetle Rumelili olan lider kadrosunun ve onların ardıllarının 90 yıldır Selanik’e, Varna’ya, Girit’e, Üsküp’e doğru en ufak bir hamle yapmamış olmaları, jeopolitik maceralarını hep Asya’ya yönlendirmiş olmaları çok manidardır. Rumeli’ye özlem yollu revizyonist söylemlere izin verilmesi, razı olunan statükocu dış politikaya ters düşerdi.
Rumeli sürgünleri 1915’le benzerlikler gösterse de, 1915’e daha fazla benzeyen Rusya’nın 1864’teki Çerkez sürgünü ve 1944’teki Kırım Tatarlarının sürgünüdür. Bu örneklere odaklanılsa, 1915’le şaşırtıcı benzerlikler ve bazı anlamlı ilişkiler göz önüne serilebilirdi. Avrupa’nın kolektif hafızasından silinmeye çalışılan Müslüman geçmişiyle hesaplaşması gereği, asla ve asla 1915’in bir denge unsuru olarak değil, fakat aşırı sağa kaymakta olan Avrupa ülkelerinde, her dine eşit mesafede bir demokrasi özleminin ve hor görülen günümüz Müslüman azınlıklarının eşit yurttaşlık arayışının, bir parçası olarak talep ve teşvik edilmelidir.
*Yrd. Doç. Dr., Koç Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Yorumlar kapatıldı.