İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ekonominin Türkleştirilmesi ve bazı meseleler

Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi’nde “milli iktisat” başlığı altında ve yalnızca yeni ulus-devletin iktisaden güçlenmesine yönelik politikalar şeklinde tartışılan süreçleri bir bütün olarak inceliyor. Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi, İletişim Yayınları, 2011,315 sayfa.

Asım Öz/ Kültür Servisi
Avrupa ölçeğinde 1850 ile 1950 arasını kapsayan yüz yıllık zaman dilimi nüfusu homojenleştirmek amacıyla başvurulan yöntemlerin yaygın olarak uygulandığı demografi mühendisliği asrı olarak adlandırılır. Bu zaman dilimi milliyetçilik akımlarının yükseldiği dünya tarihsel durumu  anlamak bakımından önemli bir tarihsel kesittir. Göçe zorlama, tehcir, mübadele ve yok etme gibi araçları kullanan demografi mühendislerinin meşruiyet evreni on dokuzuncu yüzyıl sonuna kadar  genellikle dini bir anlam dünyası içinde oluşmaktaydı. On dokuzuncu yüzyılın ardından ise bu politikaların ardındaki esas itici güç milliyetçi anlayış oldu.
TÜRKLEŞTİRME UYGULAMALARI
Bu dönemde Osmanlı coğrafyası, Balkanlardan ve Kafkaslardan göç ettirilenlerin iskanı,  gayrimüslim unsurların mübadelesi ve tehciri, gayri-Türk Müslüman unsurların asimilasyonu türünden demografi mühendisliği uygulamalarına sahne oldu.  Yoğun olarak 1912- 1922 arasında Anadolu’da amacı Müslüman Türk çoğunluğu yaratmak olan, nüfusu homojenize eden demografi mühendisliği uygulamaları gerçekleştirildi. Zamanla Müslüman vurgusu ortadan kaldırılan bu politikalar özellikle 1920’lerin ikinci yarısından itibaren etnik zemine yaslanan bir Türklük anlayışına evrildi. İşte bu bakımdan azınlık ve gayrimüslimlere uygulanan zulümlere odaklanan çalışmaların Müslümanlıkla Türklüğü fazlasıyla örtüştüren bakışının erken Cumhuriyet devrindeki uygulamalar da İslam/Müslüman ifadesini kullanırken biraz daha iktisatlı davranması gerekir. Müslümanlığı her zaman Türklükle birlikte anmak farkında olunsun olunmasın bazı haksızlıkların da oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Erken Cumhuriyet döneminde iktisadi alanın “milli” olana açılması, “yerli” sermaye birikiminin sağlanması ve iş yaşamının “homojenleştirilmesi” gibi uygulamalar bugüne kadar birbirinden ayrı süreçler olarak ele alındı. Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi’nde “milli iktisat” başlığı altında ve yalnızca yeni ulus-devletin iktisaden güçlenmesine yönelik politikalar şeklinde tartışılan bu süreçleri bir bütün olarak inceliyor. Sermayenin, işgücünün ve mesleklerin Türkleştirilmesine yönelik girişim ve uygulamaları örneklerle ortaya koyarken, “ekonominin Türkleştirilmesi”ne giden yolun nasıl hazırladığını kapsamlı bir biçimde tartışıyor.
1998 ile 2011 yılları arasında yayımlanmış ve temelde erken  Cumhuriyet dönemindeki Kemalist kadroların ekonominin Türkleştirilmesi ile ilgili olarak geliştirdikleri politikalar, bu politikaların zihinsel çerçevesi ve hedefleri ve pratikleri hakkındaki yazılardan  oluşan Ekonominin Türkleştirilmesi kitabı “Göç ve Ekonominin Türkleştirilmesi” “Sermayenin Türkleştirilmesi” ve “İşgücünün ve Mesleklerin Türkleştirilmesi” başlıklı üç bölüme ayrılmış. Kitapta yer alan yazıların hemen tamamı 1920’li yıllarda gündeme gelmiş ekonominin Türkleştirilmesi politikaları ve uygulamalarına odaklanmaktadır. Yazıların Edirne ve Keskin örneklerini ele alan ikisi dışında anlatılan Türkleştirme uygulamalarının İstanbul ve İzmir’de yaşandığı görülür. Dolayısıyla, dönem içinde başka şehirlerde ne tür uygulamalar olduğu hakkında bilgi edinmek henüz mümkün değil.
MİLLİ İKTİSAT İDEOLOJİSİ
Osmanlının modernleşme sürecinin önemli tartışmalarının yaşandığı İkinci Meşrutiyet döneminde ekonomi meselesi önemli bir yer tutar. Bu yıllarda iktisadi alanda da diğer alanlarda görülen millilik vurgusu milli iktisat ideolojisini oluşturmuştur. İkinci Meşrutiyet liberalizmi neticesinde ekonomik alanda Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimlerin etkisinin günden güne artması, buna karşın Müslüman zanaatkârların yoksullaşarak mesleklerini kaybetmeleri milli iktisat politikalarını gündeme getiren en önemli sebepti. Ayrıca gayrimüslim unsurların milliyetçi girişimleri ve ayrılıkçı hareketleri Osmanlı merkezinde de yansımasını buldu. Balkan savaşları ise hem bu sürecin derinleşmesini hem de  Meşrutiyet liberalizminin de sonunu getirdi.
İşte bu ortam içinde İttihatçılar Anadolu’yu ve Müslüman Türk unsuru merkeze alan bir politika geliştirdiler. Bu yıllarda Osmanlı Devletinin borçlanması sürecinde Osmanlı Bankasının adının karıştığı yolsuzluk söylentileri, Osmanlı Bankası hakkında basında önemli tartışmaların yaşanmasını da beraberinde getirir. Bu bankanın yerine milli iktisat doğrultusunda milli bir bankanın kurulması talep edilir. Tanin  yazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın önderlik ettiği Osmanlı Bankası aleyhindeki yazılar karşısında banka basın yoluyla kendisi hakkında dile getirilen düşüncelerin doğru olmadığını ispat etme yoluna gider.   Bir süre sonra Osmanlı Bankası karşısında İngiliz sermayesine dayalı olarak kurulan  Türkiye Milli Bankasının yönetim kurulunda yer alan Hüseyin Cahit Yalçın aslında milliyetçi karşı koyuşların ne kadar pragmatik olduğunun bir göstergesidir.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında milli iktisat anlayışı ekonomide Müslüman Türk unsuru egemen kılmak, yabancıların ve gayrimüslim unsurların etkinlik ve güçlerini en aza indirmek için kapitülasyonların kaldırılmasından imtiyazlı şirketlerde yazışmaların Türkçe yapılmasına kadar sermayenin ve işgücünün Türkleştirilmesinin meşruluğunu sağladı.  Ama   ne işgücünü ne de sermayeyi Türkleştirme konusunda başarı elde edemeyen bu politik uygulamalar  daha sonraki kimi uygulamaların da temelini oluşturması bakımından  bir ilk adım olmuştur.
Cumhuriyet sonrasında ise bu konudaki tartışmalar bir yandan süreklilik kazanmış diğer yandan bazı boyutları farklılaşmış var olan uygulamalar ekonominin Türkleştirilmesi olarak anılabilecek bir politikaya dönüşmüştür.  Koraltürk, yazılarında muğlaklık  taşıdığı düşünülen  milli iktisat yerine  sürecin sertliğini ifade eden ekonominin Türkleştirilmesi kavramının  kullanmaktadır. Milli iktisat görece yansızlığı ifade ederken Türkleştirme Ayhan  Aktar’ın da belirttiği üzere   sokakta konuşulan dilden okullarda okutulan tarihe; eğitimden sanayiye; ticaretten devlet personel rejimine kadar toplumsal yaşamın hemen her alanında  muhayyel Türk etnik kimliğinin her düzeyde ve tavizsiz olarak uygulanmasını içeren genel bir politikadır.
Murat Koraltürk Milli İktisat ile Ekonominin Türkleştirilmesi arasındaki fark konusunda şunları yazar: “Milli İktisat, Osmanlı Devleti tebaasının veya TC. vatandaşlarının  yabancılar karşısında ekonomide avantajlar elde etmesi olarak  ifade edilebilir. Ekonomiyi Türkleştirme ise tebaa ve vatandaşlar arasında Müslüman-Türk unsurun  gayrimüslim unsurun aleyhine olacak şekilde kayrılmasıdır. İkinci kavram, yurttaşların bir kısmını oluşturan belirli dinsel-etnik grupların hakim etnik gruplardan yurttaşlar lehine iktisadi yaşamın çeşitli alanlarında etkisizleştirilmesi vurgusunu taşır. Milli iktisat kavramında ise yurttaşlar arasındaki  etnik- dinsel  farklılıklara dayalı ayrımcı politika ve uygulamalara ilişkin bir vurgu yoktur.”  Bundan dolayı yazar, erken Cumhuriyet devrinde uygulanan ekonomi politikalarını milli iktisat  başlığı altında  ele almanın, yasal bir zemine dayanmayan uygulamalarda ortaya çıkan etnik- dinsel farklara dayalı ayrımcılıkları görmezden gelmeye yol açan politik bir  tercih olduğunu belirtmektedir.
İTTİHATÇILARDAN KEMALİSTLERE
Milli iktisat politikalarının uygulandığı 1910’lardan itibaren yabancı  kavramı sadece  Osmanlı vatandaşı olmayanları değil Müslüman olmayan  Osmanlı vatandaşlarını da  ifade eden bir boyuta sahip olmuştur. İttihatçıların eseri olan milli iktisat esas olarak Kemalist dönemde de devam etmiş, ancak Kemalistler bunu başarmak için Türkleştirme girişimlerini daha sistematik bir hale getirmişlerdir. Bu dönemdeki uygulamaların dayandığı yasal  zemin tıpkı Meşrutiyet devrinde  olduğu gibi gayrimüslimlere ayrımcılığı destekleyen mahiyette olmadığı için ekonomiyi Türkleştirme uygulamalarını yasal düzenlemelerden takip etmek mümkün değildir.
Türk Yunan savaşı sonrasında topraklarını ve mallarını terk eden gayrimüslim unsurların mallarının yağmalanması 1922 yılına damgasını vuran önemli olaylardan biri olmuştur. Eşraftan mebusa, hemen her kesimden insan bu yağma ve işgal hareketine katılır. Yağmacı ve işgalcileri cesaretlendiren sadece otorite boşluğu değildir. Ülkenin içinde bulunduğu milliyetçi ruh gayrimüslim unsurlara karşı şiddetli bir dışlayıcı tavrı hakim kılar. Dönemin  İktisat  Vekili Mahmut Esat Bozkurt işgalden kurtarılmış yerlerin durumu hakkında 30 Aralık 1922 tarihinde mecliste yaptığı konuşmada   kazanılan zaferle memleketin  tarihi ve siyasi olarak sahibinin Türkler olduğunun gösterildiğini yağmacıların ise  yaptıkları ile  iktisaden de memleketin gerçek sahiplerinin kim olduklarını göstermiş olduklarını belirtir.
Peki, gayrimüslim unsurların Türkiye’yi terk etmeleri Türkiye’nin ekonomisini nasıl etkilemiştir? Beklenen başarı ve kazanç elde edilebilmiş midir? Koraltürk Rumların Türkiye’yi terk etmelerinin Türkiye’deki girişimci sınıfı zayıflattığını, tarımsal üretim ve zanaatları olumsuz etkilediğini gelenlerin ise iskanda yaşadıkları sıkıntılardan dolayı üretkenliklerini yitirdiklerini belirtir. Türk unsurlar ekonomide yer alsalar da uzun zaman  girişimciliklerini geliştirmek yerine devlete bağımlı olarak yaşamayı tercih etmişlerdir.  Bu aynı zamanda Kemalistlerin İttihatçılardan devraldıkları milli burjuvazi yetiştirme uygulamalarının da  ana güzergahını belirlemiştir.
Ekonomiyi Türkleştirme yönündeki talep ve girişimler 1923 İzmir İktisat Kongresinde daha da belirgin  hale gelmiştir. Ankara Hükümeti İktisat Vekaleti tarafından Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir sırada, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi 4 Mart 1923’te sona erdi. Toplam 1135 kişinin katıldığı bu kongrede mesleki temsil anlayışına göre her ilçeyi bir tüccar, sanayici, zanaatkâr, amele, şirket,  banka ve üç çiftçi temsil etti. Kongrenin sonunda on iki maddeden oluşan ve kongreye katılan bütün kesimlerin mutabık kaldığı “Misâk-ı İktisâdî”  başlığı altında bir bildiri yayımlandı.  Milli ekonominin kuruluşu ilerletmek ve Cumhuriyetin sosyoekonomik temelini kısa sürede oluşturacak güçleri geliştirmeyi amaçlayan bu bildiri kongrenin başkanlığını yapan Kazım Karabekir tarafından hazırlanmıştır. Ahmet Hamdi Başar’ın katılmadığı bu görüşlerin yer aldığı bu bildiriyi Kazım Karabekir misakı milliden daha önemli görmektedir.
Kongrenin genel sonuçları İstanbul tüccarını memnun etmediği gibi kongrede korporatist bir ekonomik düzen tasarısı öneren İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un teklifi de kabul görmez. Batı’da liberalizmin meydana getirdiği siyasal, ekonomik ve toplumsal dönüşüme tepki olarak gelişen muhafazakar düşünce içinde kendine yer bulan korporatist  yaklaşım, kapitalizm ve kapitalizmin gerçekleştirdiği tüm ilişkiler ağına, siyasal ve toplumsal düzlemde özgürleşmeye ve bireyleşmeye temelde karşıydı. Erken Cumhuriyet devrinde geri kalmışlığa   karşı bir çözüm önerisi olarak  gündeme gelen korporatist düşüncenin İzmir İktisat Kongresinde kabul görmemesi, dolayısıyla Mahmut Esat Bozkurt’un projesinin reddedilmesi kongrenin sonraki yıllarda düzenli olarak toplanması fikrini ortadan kaldırır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan ekonomik anlayışın liberal olduğuna dair yaygın  kanaatin abartılı olduğunu belirten Michael M. Finefrock’a göre, hem izlenen politikaların hem de İzmir İktisat Kongresindeki egemen havanın liberal olarak nitelenmesinin mümkün olmadığını düşünür. Çünkü bu yıllar Türkiye’sinin iktisadi anlayışı milli iktisattır.Kongrede işçilerle ilgili  alınan kararlar hükümetler tarafından dikkate alınmaz.  Yabancı sermayeye  karşı  tedirgin bir yaklaşımın egemen olduğu Kongrenin açılışında Mustafa Kemal Paşa’nın yapmış olduğu konuşma bunu doğrular: “Çok sa’y ve sermâyeye ihtiyâcımız var. Kânûnlarımıza ri’ayet şartıyla ecnebî sermâyelerine lâzım gelen te’minâtı vermeğe her zaman hâzırız.”
ARAÇSAL DİN POLİTİKALARI
Kongrede alınan kararlardan biri de tatil gününün Cuma olarak kabul edilmesidir. Ticaret grubunun oy birliği ile alınan bu karara göre hangi din ve mezhebe bağlı olursa olsun Cuma günleri hiçbir dükkan ve müessesenin açık bulundurulamayacağına dair karar herhangi bir etnik gönderme yapmaksızın bir yandan ortak paydası Müslümanlık olan bir dayanışma telakkisini açığa vurur  diğer yandan İtilaf Devletleri ile gayrimüslim unsurları karşısına alır. Öte yandan işgücünü Türkleştirmeye dönük somut taleplerde Müslümanlığın değil Türklüğün vurgulanmış olması Cumhuriyetin araçsal din politikalarını anlamak bakımından oldukça önemlidir. Kongrenin karar ve zabıtlarında yer alan “Türk” , “Türk teba’a”, “Türkiyeliler” ve “yerli sermaye” gibi ifadelerin Türklüğü öncelemesi Müslümanlığı ikincilleştirmesi üzerinde durmayan Koraltürk, bu güçlendirme siyasetinin sadece gayrimüslim unsurlar aleyhine olduğunu ifade ediyor. Sadece ekonomik alanda değil hayatın başka alanlarında sürdürülen Türkleştirme politikalarının Müslümanlıkla ilgisini kurmak mümkün değildir.
Erken Cumhuriyet devrinde özellikle Şeyh Said İsyanı sonrasında Müslümanlığın toplumsal ve siyasal taleplerinin tümüyle tırpanlandığı hatırlanırsa devletin uygulamalarında görülen Müslümanlıkla alakalı öğelerin Müslümanlık lehine bir kazanım elde etmekten ziyade Türklük lehine bir kazanımı öncelediği görülecektir.  Kastamonu mebusu Halit Bey ve arkadaşlarının 25 Ocak 1924 tarihli soru önergesinde himaye edilmedikleri için İstanbul’da bulunan fırıncıların mesleklerini terke mecbur kaldıklarını ifade ederler. Rumlara karşı İslam fırıncılarının himayede bulunulmasını talep ederler. Aynı önergede İstanbul ticaretinde rol oynayan ve yüzde doksan Rumlardan meydana gelen değirmenci ve uncuların şeytaniliklerine devam ederken fırıncıların cezalandırılmasının İslam ekmekçi sanatkarlıklarını imha etmekte olduğu da ifade edilir.
Milli Türk Ticaret Birliği (MTTB) Müslüman Türk tüccar içinde ithalat ve ihracat ile uğraşanları, toptancı ve yarı toptancılar arasında hakem olarak görev yapmak ve ticari birlikler oluşturmak başta olmak üzere çeşitli amaçları gerçekleştirmek amacıyla kurulur. Müslüman Türk tüccarını milli iktisat düşüncesi doğrultusunda bir çatı altında toplamayı, bir güç haline getirmeyi amaçlayan MTTB 1 Mart 1922’de kurulur. Toplantıda kuruluşun amaçlarını açıklayan konuşmayı Ahmet Hamdi Başar yapar ve  bu  birliğin faaliyete başlamasının ardından esnaf  ve işçi kesimi üzerinde aynı amaçları gerçekleştirmek üzere örgütler kurulmasına karar  verilir. İstanbul Umum Amele birliği ile yirmi dört esnaf cemiyetinin bir araya gelişi ile kurulan İstanbul Vilayeti Esnaf Cemiyetleri Heyet-i Müttehidesi bu amaçla kurular. Her iki birlik son kertede işçi ve esnaf topluluklarını MTTB’nin güdümünde tutmak amacıyla kurulur.
CUMA TATİLİ MESELESİ
İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelen hafta tatilinin Cuma günü olması yönündeki  teklif henüz yasalaşmadan İstanbul’da Cuma gününün tatil olması yönünde talepler gündeme geldi. Beyoğlu çevresinde ticaret yapan Müslüman tüccarlar İstanbul vilayetine başvurarak bu yöndeki taleplerini ifade ettiler. İstanbul’da Müslüman Türk ticaret erbabının temsilcisi konumunda bulunan MTTB konu ile ilgili bir çalışma yaptı ve kısa bir süre sonra konu hakkında bir tebliğ yayınladı.  İki maddeden oluşan bu kısa tebliğ Cuma gününün tatil olmasını ve buna aykırı hareket edenlerin Türk efkâr-ı umumiyesine değer vermediklerinin ortaya çıkacağını belirtiyordu. Daha sonra MTTB umumi  katibi Ahmet Hamdi Başar  Türkiye İktisat Mecmuası’nda şu yazıyı kaleme aldı: “Artık ister kânûn çıksın, ister çıkmasın, Türk memleketinde Cum’a günü ta’til yapılacaktır ve buna karar verilmiştir.” İstanbul dışında da gündeme gelen uygulama Çorum’da tam anlamıyla uygulanmıştır. Henüz kanunlaşmayan   Cuma tatilinin yasal bağlayıcılığının bulunmaması İstanbul’daki gayrimüslim ticaret kesiminin pasif direniş göstermesine neden olur. Ardından esnaf cemiyetleri temsilcileri bir araya gelerek ilgili kanun hemen çıkarılmasını Ankara’dan talep ederler.  Hafta Tatili hakkındaki kanun 2 0cak 1924’te mecliste kabul edilerek yürürlüğe girer.
Kanunun görüşülmesi sırasında Yusuf Akçura gayrimüslimleri hedef alan milliyetçi bir konuşma yapar. Kanunun uygulanması sırasında karşılaşılan ufak tefek aksaklıklar dönemin basınına da yansır. Kanuna rağmen bankaların Pazar günü öğlene kadar açık olmaları öğleden sonra tatil yapmaları ticaret kesiminin şikayeti üzerine Ticaret Vekâleti’nin  bankaları uyarmasına neden olur.  Vekalet bankalardan Cuma günü akşama kadar kapalı Pazar günü ise akşama  kadar açık olmalarını ister. Hükümetin bu isteği  Türk ticaret kesiminde sevinçle karşılanır. Ahmet Hamdi Başar İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası başyazarı olarak kaleme aldığı yazısında şunu belirtir: ” Türk kendi topraklarında kendi günlerini kendi bayramlarını tanır. Bir kânûn-ı mahsûs ile resmî  hafta ta’tili Cumâ günüdür. Bugün her türlü faaliyeti iktisâdiye ta’til edilir. Bir hafta müddetle didinmiş olan kafaların bir istirâhât gününe elbette  ihtiyâcı vardır. Fakat cumartesi günü, ba’zı sahalarda piyasada fa’al  rol oynayan Yahudilerin iş yapmaması, Pazar günü memleketin henüz millî evlâtları olmak istemeyen Rum ve Ermenilerin ta’til-i fa’a’liyet etmesi ve bankaların da kapanık bulunması; Perşembe günleri Cum’a ta’tili münâsebetiyle işler  kısmen olsun tavsaması, memleketin iktisâdiyâtı için hayırlı olmuyordu.”
Bu yıllarda Cumhuriyet rejimi henüz Müslümanlığı biçimlendirme ve düşmanlaştırma/dönüştürme siyasetlerini uygulamamaktadır. Bundan dolayı Türk ekonomisinde yapılan ve Müslümanlarla ilgili de olan düzenlemelerin Müslümanlaştırma olarak değil Türkleştirme siyaseti olarak okunması gerekir.  Ekonomide rol oynayan gayrimüslim sermayeye veya iş gücüne karşı yapılan düzenlemelerin temel yönlendiricisi milliyetçiliktir. Zaten bu düşünceyi harekete geçiren ve destekleyen İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası 16 Şubat 1927’de Ticaret Vekâleti’ne yazdığı yazıda hafta tatilinin Cuma olmasının piyasaya büyük zarar verdiği üzerinde durur. Hafta tatilinin Pazar gününe alınması için Ticaret Vekâleti’nin yasa teklifinde bulunmasını talep eder. Ancak Ankara bu talebe hemen cevap vermez. Uygulama olduğu halde devam ederken gayrimüslimlere  bazı esneklikler tanınır. Mesela bazı dini bayram ve paskalyaların Cuma günü dışında bir güne denk gelmesi halinde Osmanlı Bankası gibi bankaların bu bayram ve paskalyalar nedeniyle tatil  yaptıkları bilinir. Uygulama 27 Mayıs 1935 tarihine kadar devam eder, bu tarihten itibaren hafta tatili Cumadan Pazar gününe alınır.
Burada Kemalist milliyetçiliğin geniş ölçüde İslam tarafından biçimlendirildiğini ifade eden Soner Çağatay’ın  bu konudaki yorumlarına katılmak mümkün değildir. Çünkü erken Cumhuriyet devrinin belli dönemine kadar İslam’ın bazı yönlerinin araçsallaştırılması söz konusudur. Dolayısıyla bu dönemde Mustafa Kemal’in İslam’la ilgili olarak sarf ettiği olumlu sözlerin tamamını Kemalist milliyetçilikte İslam’ın etkisinden ziyade bu araçsallaştırma siyaseti çerçevesinde okumak daha doğru olur. Hal böyle olunca Murat Koralatürk’ün Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nde yer alan bir olaydan hareketle Çağaptay’ın Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik: Türk Kimdir? kitabındaki tezi doğrulamaya çalışması havada kalmaktadır. Koraltürk’ün naklettiği olay şöyledir: Mustafa Kemal Paşa 16 Mart 1923’te Cuma gününü tatil ilan eden Adana esnafıyla görüşme yaparken şu konuşmayı yapar: “Çok çalışanlar o nisbette havaya, sükûna, istirahata muhtaçtırlar. Cuma günlerini  teneffüs ve tatil günü yapmakla çok makul bir iş yapmış oldunuz. Birer haftada bir günlük tatil hem sıhhatimiz için hem de din icabı olarak lüzumludur. Biliyorsunuz ki şeraitte Cuma namazından maksat herkesin dükkânlarını kapatarak, işlerini bırakarak bir arada toplanmaları ve İslamların umuma ait meseleler hakkında dertleşmeleri idi. Cuma günü tatil yapmak şeriatın da emri icabıdır. Bu kadarcık bir hakikati size herhangi bir zatın, mebus olsun, ben olayım, hacı olsun, hoca olsun ‘bu yapılan şey mugayiri dindir” demesi kadar küstahlık, dinsizlik, imansızlık olamaz”.
Buna benzer pek çok uygulamanın ve sözün Kemalist rejim tarafından araçsal olarak kullanımı İttihatçılarla başlayan Türk milliyetçiliği söyleminin bir yandan Müslüman milleti Türkleştirmesinin diğer yandan da gayrimüslim milleti yabancılaştırmasını mümkün kılar.
Bu bağlamda 1920’lerde Türk milliyetçiliğinin gayrimüslimlere ilişkin tutumunun   Müslümanların hukuku  çerçevesinde gerçekleştirildiğini söylemek  güçtür. Bu konuda  İstanbul Elektrik  Şirketi’nde  çalışan ve  işten çıkarılma korkusu taşıyan Türk Ocaklı A. Avcıoğlu’nun Başvekil İsmet Paşa’ya 10 Mayıs 1926 tarihinde gönderdiği mektupta gayrimüslimlerle ilgili şikayetlerini dile getirdikten sonra Arnavut ve sair Müslüman milliyetlere mensup memurların nispeti ile Türklerin nispetini karşılaştırdığı hatırlanabilir. Döneme damgasını vuran Türk milliyetçiliğinin temel yönlendiricisinin Türklük fakat bileşenlerden birinin İslam olduğu bu  araçsallaştırma siyasetinin  Türk olan Müslümanlar ile Türk olmayan Müslümanlar arasında yapmış olduğu ayrımda daha net olarak görülebilir.
Murat Koraltürk, Ekonominin Türkleştirilmesi, İletişim Yayınları, 2011,315 sayfa.

Yorumlar kapatıldı.