İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Geçmiş hiç geçmiş olmuyor ki!

İlhan Abi, annesinin Ermeni olduğunu acaba neden saklamıştı? Oysa Handan Hanım’dan bilirdim, annesinin İlhan Selçuk için ne kadar özel olduğunu, öldüğü vakit hiç kimselere belli etmeden nasıl yas tuttuğunu… William Saroyan ne güzel demiş: “Geçmiş hiç bir zaman ölmüyor. Hatta geçmiş, geçmiş bile değil.”… Geçmişi yok etmek olanaksız. Geçmişten kaçılmıyor. İnsanlar köklerini de, acılarını da unutmuyor. Biliyorum, geçmiş başa beladır, en iyisi gelin geçmişi gömelim diyenler hiç eksik olmaz. Ben böyle düşünmüyorum. Gömdüğünüzü sanırsınız geçmişi. Hatta bunu bazen ‘devlet gücü’yle yapmaya kalkışırsınız.Geçmişi tahrif edersiniz.Gerçekleri saptırırsınız.Devlet eliyle yalan tarih yazdırırsınız. Kendi insanlarınızı yalanda yaşatmak için olmadık resmi mekanizmalar kurarsınız.Ama nafile çabadır bu. Sonunda gerçek yine suyun yüzüne çıkar.Ve işte 1915, Türkiye için böyle bir gerçektir.
05 Nisan 2011

***************
SOHO, CAFE FANELLİ NOTLARI – 1
Geçmiş hiç geçmiş olmuyor ki!
05 Nisan 2011
NEW YORK
Cafe Fanelli’nin arka tarafı yine tenha, sükunet içinde, sadece bir iki masa dolu.
Ne güzel kimsecikler yok.
Sokağa bakan o masaya, her zamanki yerime oturuyorum.
Garsonlar yine değişmiş…
Bu New York böyle, değişim hızı yüksek…
Oysa Paris’te, St. Germain kahvelerinde garson yüzleri aşina kalır. Kırk yıl gitsen hep aynı garsonla selamlaşırsın.
Ya da bana öyle geliyor.
Kim bilir, yıllar geçtikçe gittiğim yerlerde aşina yüzler görmek belki de hoşuma gidiyor.
Bu masada yazdığım bazı yazıları hatırlıyorum.
Özellikle ikisini.
İkisi de zor yazılardı. Ancak birkaç viskiyle çıkarabilmiştim…
Handan Selçuk’un, Handan Hanım’ın ölümüyle ilgiliydi biri.  Diğer yazı, İlhan Selçuk’un Ergenekon’dan dolayı sabahın köründe gözaltına alınmasıydı.
Evet, güç yazılardı.
Çünkü bir yanda uzun bir geçmiş ve hukuk, öte yanda duyguların üzerinde kalarak söylenmesi gerekenler…
İkisinin arasında duvarlar yok.
Olmaması da gerekir zaten.
Handan Hanım’ın da, İlhan Abi’nin de hayatımda bambaşka yerleri vardı.
Kısacık bir yazıda hem bu gerçeği teslim etmek, hem de yılların içinden gelen fikri anlaşmazlıkları yerli yerine oturmak kolay olmaz.
Çizgi bir oraya bir buraya sapabilir.
N’apalım, hayat böyle.
Geçmiş insanın peşini bırakmıyor.
Kafanı bir yerde bırakamadığın için, geçmişi de beraberinde taşımaya devam ediyorsun.
Cafe Fanelli’de masama otururken Handan Hanım, “Bak şeker!” diye uzaklardan el ediyor ya da işaret parmağıyla beni uyarıyordu.
Geçen akşam Blue Note’da, Michel Legrand’ın piyanosunu ve nostaljik şarkılarını Ayşe’yle dinlerken, Los Angeles’ta geçen hafta geçirdiğim üç günü düşündüm.
Özellikle İstanbul’lu Ermeniler Derneği’nde, sevgili Hrant’ın kocaman siyah beyaz fotoğrafının altındaki o bir kaç saat…
Garabet Efendi kendi adını verecekmiş o konferans salonuna. Ama sonra Hrant Dink demiş…
Geçen cumartesi günkü yazımda bir kaç satırla değindiğim Garabet’in hayatı roman olur, film olur.
Yalnız onunki değil tabii.
Kökleri Anadolu’ya uzanan, göç yollarında geçen uzun yılların sonunda buluşan Ermenilerin gurbette acıyı nasıl içlerine basarak yaşadıklarını kendi yüreğimde hissettim.
Yıllar geçince böyle oluyor.
Acıyı güleryüzle anlatıyorsun.
Garabet de, çoğu da öyleydi.
Fakat Anadolu özlemi, İstanbul özlemi, iç dünyalarında hiç sönmeyen bir burukluk halinde kendini belli ediyordu.
Aklıma takılıyor.
İlhan Abi, annesinin Ermeni olduğunu acaba neden saklamıştı?
Oysa Handan Hanım’dan bilirdim, annesinin İlhan Selçuk için ne kadar özel olduğunu, öldüğü vakit hiç kimselere belli etmeden nasıl yas tuttuğunu…
William Saroyan ne güzel demiş:
“Geçmiş hiç bir zaman ölmüyor. Hatta geçmiş, geçmiş bile değil.”
Saroyan, Amerika’nın bu büyük Ermeni romancısı Bitlis doğumlu. Erivan’daki heybetli heykelini anımsıyorum.
William Saroyan da, anlaşılan, hep o acılı geçmişini taşımış, kim bilir belki de bu sayede yarattıkça yaratmış, yazdıkça yazmış…
Geçmişi yok etmek olanaksız.
Geçmişten kaçılmıyor.
İnsanlar köklerini de, acılarını da unutmuyor.
Biliyorum, geçmiş başa beladır, en iyisi gelin geçmişi gömelim diyenler hiç eksik olmaz.
Ben böyle düşünmüyorum.
Gömdüğünüzü sanırsınız geçmişi. Hatta bunu bazen ‘devlet gücü’yle yapmaya kalkışırsınız.
Geçmişi tahrif edersiniz.
Gerçekleri saptırırsınız.
Devlet eliyle yalan tarih yazdırırsınız. Kendi insanlarınızı yalanda yaşatmak için olmadık resmi mekanizmalar kurarsınız.
Ama nafile çabadır bu.
Sonunda gerçek yine suyun yüzüne çıkar.
Ve işte 1915,Türkiye için böyle bir gerçektir.
Cafe Fanelli’de masalar dolmaya başladı.
Öğle yemeği…
En iyisi şimdi ufak ufak tüymek ve yarın sabah erken yine bir yazı beklemek için aynı masaya tünemek…
Hoşçakalın.

Yorumlar kapatıldı.