İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Boyer Yasası’ sonrası bilanço

Cengiz Aktar – caktar@gazetevatan.com /Taraf
Yasa tasarısına ifade özgürlüğü penceresinden baktığımızda her iki ülkede de tartışmanın büyük ölçüde saptığını söylemek mümkün. Türkiye’de, kaba inkârın dışındaki en temel itiraz ifade özgürlüğü temelindeydi. İfade özgürlüğüne son dönemde ciddì darbeler indiren, yazar, siyasetçi, öğrenci, akademisyen, gazeteci, vicdan-i retçi çevreci binlerce vatandaşın olur olmaz nedenlerden hapiste olduğu Türkiye’nin, Fransa’da ifade özgürlüğünden dem vurması pek inandırıcı değildi. Yasa tasarısının özünü oluşturan konuda ise, fiilen ‘Ermeni Soykırımı’ demek her ne kadar tabu olmaktan çıktıysa da hukuken ‘Ermeni Soykırımı’nı kabul etmek Türkiye’de mümkün değil. Buna mukabil Fransa’daki yasa tasarısında da ‘Ermeni Soykırımı’nı reddetmek mümkün değil!

*************
Fransa’dan başlayalım. Yasa girişiminin farzedilen siyasì ve ahlakì amaçlara hizmet ettiğini söylemek mümkün değil. Sarkozi’nin yeniden seçilme paniğiyle gündeme getirilen tasarının siyasì meyveleri, 22 Nisan’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sosyalistlerin adayı Hollande’ın tasarının ruhunu destekliyor olmasıyla başından itibaren akamete uğramıştı.
Keza bu çeşit yasa tasarılarıyla Ermeni asıllı Fransızların oylarına talip olmak, o seçmenlerin Amerikan tarzı kitlesel ya da cemaatçi bir ‘Ermeni oyu’ uyarınca hareket eden bir seçmen kitlesi olduğunu varsaymaktır. Fransa toplumun kaymak tabakasına mensup olan Ermeni asıllı Fransızların ezici çoğunluğu oylarını cemaatçi saiklerle değil toplumsal tercihlerle verirler. Şu veya bu partinin istismarına açık değildirler.
Üçüncü nokta Sarkozi idaresinin yasama sürecindeki siyasì beceriksizliğiyle ilgili. Yeni yasanın temelini oluşturan 28 Kasım 2008 tarihli AB Çerçeve Kararı, çok daha kapsamlı, misâlen Fransa’nın kabul etmekte zorlandığı Ruanda’daki Tutsi Soykırımı’nı da kapsayan bir yasaydı. Yasanın son halinin sadece Ermeni Soykırımı’nın inkârıyla sınırlı bırakılması yasa koyucunun çifte standardına delâlet ediyor ve ciddiyetini zedeliyor.
Bizim tarafa dönersek, Fransız Millì Meclisi’nde Perşembe günü yapılan oylama bir dizi gerçeği getirip önümüze koydu. İlkin devletin meseleye bakışını belirleyen savunmacı yaklaşımın bir işe yaramadığı ve bu yaklaşımın temelini oluşturan lobicilik, ikna ve tehditten oluşan bütün taktik ve stratejinin iflas ettiğini görüyoruz.
İkincisi, bununla bağlantılı olarak, soykırımın yüzüncü yılı 2015’e yaklaşırken bu topraklarda Ermenilerin ve diğer gayrimüslim unsurların başına gelenler konusunda devletin yazdığı tarihin gözden geçirilmesi gerekiyor. Türkiye’yi iyi bilen ABD’nin eski Ankara sefiri Morton Abramowitz bir defasında Temsilciler Meclisi tasarısına karşı lobi yapmaya giden Türk milletvekillerine ‘ABD’deki tarih savaşını çoktan kaybettiniz’ derken devletin neredeyse başka bir gezegende yaşadığı intibasını uyandıran inkârcı tutumunun ABD’de veya başka bir yerde herhangi bir kıymet-i harbiyesi olmadığını imâ etmişti.
Üçüncüsü, Türkiye’de aşağı yukarı 10 yıldır gayet sağlıklı bir hatırlama süreci yaşanıyor. Uluslaşma uyarınca varlıkları neredeyse tamamen silinen Ermeniler ve Süryaniler, yollanan ve yok edilen Rumlar, varlıkları yoksayılan Kürtler, Aleviler, kamusal alandaki varlıkları gayrimeşrulaştırılan Müslümanlar, hâsıl-ı kelâm bu topraklarda yaşayanların neredeyse tamamı ile ilgili kültürel, akademik, dinsel, kamusal ve bireysel hafıza ve bilgi artık geri geliyor. Sivil girişimlerin eseri olan bu çalışmaların önünün açılması ve sürecin kesintisiz devam etmesi ülkenin demokratik geleceği açısından hayatì önem taşıyor.
Dördüncüsü, ne Fransız Millì Meclisi’nde alınan karar ne bu karara verilen hissì tepkiler bu hafıza çalışmasını kolaylaştıracak nitelikte. Milliyetçi damar ve inkârcı dogma kararla birlikte şahlanmış durumda. Hükümetin epeyidir muzdarip olduğu aşırı özgüvenin verilen tepkileri çok daha ciddì ve sonuçta her bakımdan kritik olabilecek boyutlara taşıma potansiyeli var. Yasa tasarısı Ocak ayında Fransız Senatosu’nda kabul edilip yasalaştıktan sonra devreye sokulacağı anlaşılan ek tedbirleri bu çerçevede okumak lâzım.
Yasa tasarısına ifade özgürlüğü penceresinden baktığımızda her iki ülkede de tartışmanın büyük ölçüde saptığını söylemek mümkün. Türkiye’de, kaba inkârın dışındaki en temel itiraz ifade özgürlüğü temelindeydi. İfade özgürlüğüne son dönemde ciddì darbeler indiren, yazar, siyasetçi, öğrenci, akademisyen, gazeteci, vicdan-i retçi çevreci binlerce vatandaşın olur olmaz nedenlerden hapiste olduğu Türkiye’nin, Fransa’da ifade özgürlüğünden dem vurması pek inandırıcı değildi. Yasa tasarısının özünü oluşturan konuda ise, fiilen ‘Ermeni Soykırımı’ demek her ne kadar tabu olmaktan çıktıysa da hukuken ‘Ermeni Soykırımı’nı kabul etmek Türkiye’de mümkün değil. Buna mukabil Fransa’daki yasa tasarısında da ‘Ermeni Soykırımı’nı reddetmek mümkün değil! Ama örneğin peygamber karikatürlerinde olduğu gibi İslâm dinini yasa tasarısındaki ifadeyle söylersek ‘aşırı bir şekilde küçümseyip’ ceza almamak mümkün.
Dokunulmaz kutsalların ifade özgürlüğü kapsamında olmaması ahlaken ve vicdanen anlaşılabilir ama seçici olmamak kaydıyla.

Yorumlar kapatıldı.