İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Kimse Azınlık Olmak İstemiyor”

Neşe Mesutoğlu
Prof. Dr. Samim Akgönül, ‘Azınlık’ adlı kitabını çıkardı.
Strasbourg Üniversitesi’nin öğretim üyesi Akgönül, “Kanımca azınlıkların İstanbul’un İstanbul olmasına yaptığı katkı baştacı edilmeli, ama bugünkü mozaik de göz ardı edilmeden, ezilmeden, bastırılmadan…” diyor

* Türkiye’de azınlık konusunda çalışmalar son derece az. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında az değil. ‘Azınlıklar hain’ ya da ‘potansiyel hain’ temalı yüzlerce kitap var. Bunun sebebi, Türkiye’nin ulus inşa döneminde müslüman/Türk olmayanların, sürecin dışında bırakılması, ‘öteki’ olarak hedefe oturtulması. Bir de 1990’larda baş göstermeye başlayan ‘nostaljik’ yazılar var. Bu yazılarda, elit İstanbullular eskiden beğenmedikleri gayrimüslimleri yad eder, onları daha ‘kültürlü’, daha ‘modern’ gösterir. Dolayısıyla “Beyoğlu’na kravatsız girilmezdi”, “Gökkuşağının kaybolan renkleri” temalı kitap ve röportajlar yayımlanır. Bu tip yazılara, “Ayaklar baş oldu”, “İstanbul köye dönüştü” temalı serzenişler de eklenir. Halbuki aynı elitler, şimdi özlemle hatırladıkları azınlıkların gözlerinin yaşlarına bakmamışlardı.
* Başka ne türde yayınlar var?
Azınlıklara yapılan acımasızlıklara bilimsel ve insancıl yaklaşabilmek yetenek, bilgi ve cesaret ister. Böyle çalışmalar da var ve artarak devam ediyor. Baskın Oran başta olmak üzere Cengiz Aktar, Elçin Macar, Emre Öktem, Taner Akçam, Fuat Dündar gibi birçok bilimsel disiplinden gelen, Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi ve geleceğini sağlam temellere kurması gerektiği düşüncesinde buluşan birçok bilim insanı var. Daha da önemlisi, arkamızdan gelen genç bilim insanları, Dilek Güven, İlay Örs gibi meslektaşlarımız, daha zengin metotlarla, daha önemli sonuçlara ulaşıyor. Artık bir ay geçmiyor ki, bu konuda yetkin bir çalışma yayınlanmasın.
* Azınlık kelimesini ‘kirlenmiş’ olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Neden?
Çünkü kamuoyunda ve medyada, hatta politikacıların dilinde bile sosyolojik, siyasi ya da hukuki bir durumu değil, acziyeti gösteren bir küfür şeklinde algılanıyor ‘azınlık’ kelimesi. Öyle ki ben, “Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi ve Avrupa Konseyi Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nın imzalanıp uygulanması, Kürt ve Alevi haklarında büyük ilerleme kaydettirir” dediğimde, bazı Alevi ve Kürt dostlarım, “Hayır biz azınlık değil, asli unsurlarız” diyor. Yani diğerleri gayri-asli unsur mu? Bunun sebebi, Türkiye’nin yakın zamana kadar ‘azınlık’ olarak nitelendirdiklerine yaptığı zulüm. Kimse azınlık olmak istemiyor çünkü kimse benzer bir  zulmü kendine yakıştıramıyor.
“Yeni bir mozaik oluşuyor”
* Kültürler birbirini tanımıyorken, ‘kültür mozaiği’nden benzetmek gerçekçi mi?
1930’lardaki kültür mozaiğinden bahsetmek artık imkan-sız. Tek tipleş- tirme mimaride, dinde, dilde, edebiyatta, günlük yaşamda başarıya ulaşmış gibi. Ancak artık yeni bir mozaik oluşuyor. O mozaikse, siteleşmiş yaşamları-mızda birbirine geçişleri engellenen bir doku. Kanımca azınlıkların İstanbul’un İstanbul olmasına yaptığı katkı baştacı edilmeli, ama bugünkü mozaik de göz ardı edilmeden, ezilmeden, bastırılmadan…
* İstanbul’dakilerle Anadolu’daki gayrimüslimler arasında ne gibi fark vardı?
İstanbul’daki müslümanlarla Anadolu’daki müslümanlar arasında olan farklarla aynı. İstanbul ‘şehir’dir ve taşradan farklıdır. Lozan Antlaşması’nda gayrimüslimlere verilen haklar bütün ülke için geçerliyken, fiilen sadece İstanbul’dakilere, o da yarım yamalak tanınmıştır. Anadolu’da kıyıda köşede kalmış Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve hatta Trakya Yahudileri bu haklardan mahkum bırakılmış, sürgüne mahkum edilmişlerdir.
*Pek çok meslek dalında başarılı olan gayrimüslimlerin hızla azalması İstanbullulara nasıl tesir etti?
Osmanlı’dan beri gayrimüslimlerin devam ettirdiği bazı meslek ve sanatlar vardı. Bunların çok azı günümüze ulaşmıştır. Mücevheratta, altıncılıkta, eczacılıkta, pastacılıkta ve birçok daha başka mesleklerde görülebilir bu. Elbette İstanbul’un iktisadi hayatına büyük darbe vurdu.
6-7 Eylül olayları sonrasında İstiklal Caddesi’nde çekilen bu kare, vehametin boyutlarını sergiliyor.
“Tatavla semti Kurtuluş oldu”
* ‘6-7 Eylül’ olaylarının, Orhan Pamuk’un deyimiyle ‘hüzün’ bıraktığı İstanbul’da açılan en çarpıcı yara neydi sizce?
6-7 Eylül, gayrimüslimlerin ve özellikle Rumların kendi şehirlerine güvenlerini kaybettikleri tarihtir. Sanıldığının aksine Rumlar İstanbul’u 6-7 Eylül’ün ertesinde terk etmedi. 1964’te Yunan tebaalı İstanbul Rumlarının sınır dışı edilmelerinden sonra, Türk tebaalı Rumlar da onları takip etti. Geriye talan edilen binalar, dükkanlar, isimleri değiştirilen sokaklar ve mahalleler kaldı. Varlıklarının izleri silinsin, unutulsunlar diye. Rum ve Ermenilerin yoğunlukta olduğu, karnavallarıyla ünlü ‘Tatavla’ semti ne büyük tesadüfse ‘Kurtuluş’ olmuş, Ergenekon ve Bozkurt Mahallesi’ne ayrılmıştır!
“Çok kültürlülük tehlİke değİl, İdeal”
* Soli Özel, “Yeni bir İstanbulluluk şekilleniyor. İstanbul dünyanın en kozmopolit kentlerinden biri olarak ortaya çıkıyor” diyor. Bu süreçte gidenlerin geri dönüşü söz konusu olur mu?
Gidenlerin değil, ama yenilerinin, yeni İstanbulluların, gidenlerin çocuklarının torunları olabilir. Almanya’da, Fransa’da, Yunanistan’da, Amerika’da doğanların İstanbul’a 21’nci yüzyılda katkıda bulunacakları kesin. Ama elbette çok kültürlülük tehlike olarak görülmekten çıkıp ideal haline gelirse…
http://cadde.milliyet.com.tr/2011/12/20/HaberDetay/1477759/%E2%80%9CKiMSE_AZINLIK_OLMAK_iSTEMiYOR%E2%80%9D

Yorumlar kapatıldı.