İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürdün birinden cevap…

Recep Maraşlı
Mahçupyan’ın, makalesinin içeriğinde soruyu asıl olarak Kürt kimliği taşıyan kitlelere değil de “Kürt siyasetine kafa yoranlara” yönelttiği anlaşılıyor. Gerçi “Kürt” olmanın bütün özelliklerini taşımıyorum; daha çok “melez” sayılırım. Ama kimliksiz yanımın özgürlüğünün yanında taraf olmayı tercih ettim ve Kürt siyasetine kafa yormaya devam eden biri olarak kendi kişisel cevabımı rahatlıkla verebilirim.

*****************
Liberal demokrat aydınlar içerisinde seçkin bir yeri olduğunu düşündüğüm Etyen Mahçupyan, Zaman gazetesine yazdığı “Kürtlere Hrant Dink sorusu”[1] başlıklı yazısında, kendisinin diaspora Ermenileriyle sürdürdüğü diyaloglar sonucu edindiği deneyimlerden yola çıkarak Kürtlerin kendilerine Hrant’ın şu sorusunu sormalarını öneriyor:
“Acaba ‘biz’ ne yaparsak, devlet doğruyu yapma yönünde teşvik edilmiş olur ve aynı zamanda ‘bizim’ için de doğru bir hayat ve ilişki alanı doğar?”
Mahçupyan’ın, makalesinin içeriğinde soruyu asıl olarak Kürt kimliği taşıyan kitlelere değil de “Kürt siyasetine kafa yoranlara” yönelttiği anlaşılıyor. Gerçi “Kürt” olmanın bütün özelliklerini taşımıyorum; daha çok “melez” sayılırım. Ama kimliksiz yanımın özgürlüğünün yanında taraf olmayı tercih ettim ve Kürt siyasetine kafa yormaya devam eden biri olarak kendi kişisel cevabımı rahatlıkla verebilirim. Yalnız Kürt siyasetine değil, Kürtlerden önce “etnik arındırma, yok etme, Türkleştirme” siyasetinin hedefi ve kurbanı olmuş olan Ermeni, Asuri-Süryani ve Grek gibi yerli halkların siyasal-toplumsal sorunlarına da kafa yormaya çalışıyorum. Birinin ihmal edilerek diğerlerine doğru bir tahlil ve çözüm üretilemeyeceğini düşünüyorum. Bu yüzden “Hrant Dink sorusu” bu ilişkiye de işaret eden iyi bir bağlantı noktası.
Ne var ki liberal, demokrat ve sosyalist aydınların çoğunlukla referans vermelerine karşılık Hrant’ın duruşunun yanılgılı olduğunu düşünüyorum. Hrant’ın trajedisi üzerinden bu yanılgının “siyasi bir kutsallığa” dönüştürülmesinden duyduğum rahatsızlığı da belirterek; bu yanılgının sadece tek bir çizisine değinmekle yetineceğim;
Rahmetli Dink, siyasi bir suikaste kurban gitmeden sadece 9 gün önce yayınlanan “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı son yazısını şöyle bitirmişti;
” Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. “[2]
Ne var ki politik ve felsefi olarak tam anlamıyla bir “barış güvercini” olarak tanımlanabilecek Hrant Dink’e dokunuldu; örgütlü, teşvikli, devlet korumalı, hınçlı bir biçimde siyasi bir cinayete kurban gitti… Hrant’ın “bu ülkede güvercinlere dokunulmayacağı” türündeki naif yanılgısının tanığı ne yazık ki kendi suikast davası olarak sürüyor.
Kendisi suikasta kurban gitmeseydi bile bu tespit yine de yanlış ve yanılgılıydı; 1915 soykırımının kurbanı yüz binlerce insan yırtıcı kuşlar oldukları için avlanmamışlardı. Dersim mağaralarında “fareler gibi zehirlenerek” öldürülenler de öyle… Uzağa gitmeye gerek yok: 90’lı yıllarda kafasından ensesinde kurşunlanan ya da kaçırılıp işkenceyle öldürülen o kadar çok “güvercin”in tanığıyız ki!…
Hrant Dink bunları bilmiyor muydu? Elbette biliyordu ama yine de bile bile “güvercin” kalmayı önerdi. Bu ideolojik, siyasi, felsefi bir tercih, saygıya değer.
Ne var ki “bu ülkede güvercinlere dokunulmaz” doğru bir tespit değil ve bu yanılgı üzerine doğru bir siyaset oturtulamaz. Bu ülkede güvercinlere de dokunulur, karıncaların yuvası da bozulur. Büyük bir etnik, kültürel, siyasal toplu mezarın üzerinde oturuyoruz. Türkiye’nin siyasal gerçeği bu…
“Celladını nasıl eğitirsin ?”
Mahçupyan’ın söz konusu makalesinde ileri sürdüğü argümanlar ve sorduğu soru; Kürtlerin kendi cellatlarını ikna ederek, belki de eğiterek doğru yola getirmeleri gibi bir imayı barındırıyor.
Kürt siyasetinin durumunu “evlilik” metaforu üzerinden konuşmayı denersek; Kürtlerin durumu ancak “toplu tecavüz” olarak tanımlanabilir.
Ulusların kendi geleceğini kendilerinin belirleme hakkı, uluslar arası literatürde “boşanma hakkı” olarak da tanımlanmakta. Bu, eşit hak ve özgürlüklere sahip ulusların hukuksal bir akitle birlikte yaşama iradelerini veya geçinemiyorlarsa ayrılabileceklerini ifade eder. Türkiye Cumhuriyeti ile Kürtler arasında böyle bir ilişki söz konusu değildir. Ortada hukuksal bir akit ve buna uygun gönüllü bir evlilik değil, “zorla alı koyma ve etnik tecavüz” vardır.
Bu durum göz ardı edilerek yapılan siyaset önerileri, tecavüze uğramakta olan bir kadına, mütecavizin iyi niyetler taşıdığını [AKP’nin ‘Türkiye devlet’ini bir bütün olarak demokratikleştirmek isteğini taşıması ve bunun gereğini yapmaktan çekinmemesi.E.M.], onu nikah altına alacağını[Kürtleri tanıyan demokratik bir Anayasa beklentisi], kendisinin de ebelenip debelenmemesi, işi daha zora sokarak adamı tahrik edecek tavırlardan kaçınmasını [‘Acaba hangi Kürt siyaseti AKP’ yi daha demokratlığa zorlar?’… Şiddet, hükümeti daha da otoriter zemine çekmenin aracı olarak kullanılmaya son derece müsait. E.M.], huyuna suyuna giderek onu düzeltmeye çalışmasını önermeye benziyor.
Bu tutum biraz da kocasından allahın günü dayak yiyen bir kadına, “canım sen de çeneni biraz tut, kocanın huyuna suyuna git, belki iyilikle yola gelir…” diye nasihat veren arkadaşlarının tavrına da benzer. Bu nasihatler evin dirliğinin düzenliğinin korunmasını kutsal kabul eden, kocayı esas alan, hafif tertip de “kadın da hak ediyor yani!” diyen bir zihinsel arka plana sahip.
Başka Kürtler adına bir şey söyleyemem ama, Kürdün biri olarak benim derdimin “evliliği kurtarmak” olmadığını, ortada bir “evlilik” değil, “zorla alı koyma ve tecavüz” olduğunu ve bir an önce bu zulümden kurtulmak istediğimi söylemeliyim.
Umarım illa da “bu evin içinde ve bu kocaya razı geleceksin” denilmiyordur. Zira tecavüzcüsüyle evlendirilerek sorun çözme anlayışı da bir hayli yaygın. Şeriata da uygun!
Kürt siyasetinin şiddet zemininde şekillenmesinin sorumlusunu yine Kürtler olarak göstermek büyük bir haksızlık.
Sömürge-sömürgeci ilişkilerinde şiddetin belirleyici olduğu; adaletsizlik ve nefret üzerine oturan etnik sorunlarda çözüm aracı olarak da şiddetin öne çıktığı bir sır değil. Toplumsal, tarihsel özellikler de bu zemini besliyor veya azaltıyor . Örneğin Gandi’nin önderliği sayesinde nispeten barışçı bir zeminde gelişen Hindistan bağımsızlık mücadelesi acaba kendi içinde göründüğü kadar barışçı ve şiddetten uzak mıydı?
Hem kararlı bir Kürt yurtseveri, hem de hümanist bir insan olan Diyarbekir eski Belediye Başkanı Mehdi Zana, çok mücadeleci ama aynı zamanda bir o kadar da şiddete karşı olan bir insandır. Diyarbekir zindanında -hani o en çok nefret ve şiddet ürettiği kabul edilen mekanda!- bol bol tartışma olanağı bulduğumuz günlerde asıl olarak barışçıl mücadele yöntemlerinin esas alınmasını savunurdu. Hep şöyle dediğini anımsıyorum;
“Biz Kürtler, kitleler halinde Türk tanklarının toplarının karşısında durmalıyız. Gelsin bizleri ezip geçsinler. Yine karşılarında duralım. İnanıyorum ki bir süre sonra döktükleri bu kan deryasına bakıp kendileri utanacaklar ve “biz ne yapıyoruz, bu insanlardan ne istiyoruz?” diye soracaklar. İşte o zaman kendileri bizim haklarımızı tanıyacak..”
Bütün bunlar Kürt hareketi içinde hiç tartışılmayan, taraftarı olmayan şeyler değil.
Acaba gerçekten de cellatlarımız böyle eğitebilir miyiz, böylelikle doğru yola gelirler mi? Mütecavizi yaptığından utandırmak için ona sevgi dolu sözlerle mi karşılık vermeliyiz? Maço’nun bu durumdan algılayacağı tek şeyin “kurban bundan hoşlanıyor!” olacağından eminim.
İyi ama mütacavizi üzerinden kaldırmak için illa kurbanın onu ikna etmekten başka çaresi yoksa, evrensel hukuk niye var? Adalet kavramı, İnsan hakları niye var?
Şiddet dönemi bitti mi?
Kürt siyasetinin demokratik bir zeminde gelişmesi, adil ve barışçı bir geleceğin inşası için son derece önemli. PKK’nin demokratik bir işlerliğe sahip olup olmaması, totaliter yapısı, demokratik bir zemin isteyip istemediğini tartışmak ebetteki anlamsız değil. Bu da çok önemli!.. Bunu sadece Kürt toplumunun kendi içinde tartışıp çözeceği bir sorun olarak “ev içine” hapsetmek de doğru değil. Yanlış olan, Kürt toplumunun temel hak ve özgürlüklerini, şu veya bu örgütün yapısına, şu veya bu politik duruşuna endekslemek…
Kürt toplumundan var sayalım ki hiçbir demokratik nitelikli örgüt çıkmadı ve çıkmayacak… Bu, yirmi beş milyonu aşkın dinamik nüfusuyla dünyada hiçbir ulusal hakkı tanınmayan statüsüz bir halk olarak kalmasının bir gerekçesi olabilir mi?
Türkiye 30 yıl tek parti diktatörlüğüyle, 50 yıl da “askeri vesayetin” gölgesinde idare edildi. Ama bu yüzden kimse Türklerin ulus olma, kendi devletlerini kurma haklarını tanımayalım, ellerinden alalım demedi.
Örneğin Fransa’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren ve özgür Cezayir’in ilk meşru yönetimi olarak tanınan FLN, bugünün PKK’ sinden çok mu daha demokrat özelliklere sahipti?
Çok daha yakın bir örnek olarak soralım: Kosova’da bağımsızlık için mücadele eden ve “terörist örgütler” listesinde bulunan UÇK, birkaç gün içinde nasıl oldu da Avrupa’nın diplomatik mahfillerinde ulusal temsil sıfatıyla ağırlanmaya başlandı? Şiddet yöntemleriyle hesaplaşıp demokratikleştiği için mi yoksa, çözüm için NATO ile uzlaştığı için mi?
Mahçupyan soruyu bütün Kürtlere soruyor ve doğal olarak milyonlarca Kürdün, duygusal yüklerle de dolu en az yüz binlerce, on binlerce farklı cevabı olabileceğini varsayabiliriz. Acaba başta AKP iktidarı olmak üzere, Türk politika ve düşün dünyası bu farklı cevaplara ne kadar alışık? Büyük bir çoğunlukla “her kafadan ayrı bir sesin çıktığı” demokratik bir zemindense duymaktan hoşlanacakları cevapları alacakları tek bir örgütün olmasını tercih edeceklerini düşünüyorum. Deneyimlerin de gösterdiği gibi, onların duymaktan hoşlanacağı cevabı verdiğinde, PKK’nin gerçekte demokratik bir yapıya sahip olup olmamasının hiçbir önemi kalmayacaktır.
Örneğin PKK-MİT görüşme kayıtları basına sızdığında bu görüşmeler genelde olumlu bir tepki aldı ve bu çevreler PKK’nin “demokratik olup olmamasını” sorun yapmadılar.
Zaten işe “PKK sorunu” ile “Kürt sorununu” birbirinden ayırt etmek gibi hayırhah bir girizgahla başlamalarına rağmen, sorunu esas olarak PKK üzerinden tartışmadan da edilemeyişinin nedeni de bu olsa gerek. Eğer demokrasi ve katılım ölçülerine gerçekten önem veriliyorsa; PKK’nin oldukça geniş ve kararlı bir kitle desteği olduğunu dikkate almaksızın Kürt toplumuyla nasıl sağlıklı bir diyaloğ kurulabilir; nasıl sağlıklı bir “çözüm” konuşulabilir? Türk siyasetindeki “siyaset mühendisliği” bunca elverişli araç gereçlere rağmen ters tepmişken, Kürt siyaseti üstelik dış dinamiklerle nasıl dizayn edilebilir?
Belki de böylece dünyanın ulusal haksızlığa uğramakta olan en kalabalık nüfuslardan birine sahip olan Kürtlerin, sömürge bile sayılmayan statüsüzlüğünün devamı için akli ve vicdani bir cevabın ancak böyle üretilebileceğin düşünüyorlar. Kürtlerin özgürlük taleplerinin bastırılmasının sorumlusu yine Kürtlerin kendileri olmuş oluyor! Çözümsüzlüğün kurbanı olan Kürtler, demokratik bir örgüte sahip olmadıkları -ya da desteklemedikleri!- için çözümsüzlüğü de hakketmiş oluyorlar demeye geliyor.
AKP iktidarı gerçekten de Mahçupyan’ın ifade ettiği gibi demokratikleşme niyetleri taşıyorsa, onun elini tutan nedir anlamıyorum. Eğer Kürt kimliğinin de en az Türk kimliği kadar saygıya değer, eşit haklara sahip olduğunu düşünüyorsa bunun gereklerini bir an bile durmadan yerine getirebilir. Fakat görüldüğü gibi iktidar, Kürt toplumunu eşit ulusal haklara sahip bir partner olarak kabul etmenin çok uzağındadır. Sorunu çözecek bir felsefe, vizyon ve proje ortaya koymamıştır. 80 yılı aşkın bütün Cumhuriyet idareleri gibi o da halen Kürtleri “tedip ve tenkil” sevdasındadır.
Ben de şöyle sorayım; Acaba Kürt toplumu özgürleşmeden, Türkiye devleti nasıl demokratikleşebilir? Kürtlerin ve ulusal zulme uğramış tüm halkların, din ve kültürlerin kendileriyle eşit haklara sahip olduğunu, buna saygı göstermeleri gerektiğini anlamaksızın Türk toplumu nasıl demokratikleşebilir?
[1] Etyen Muhçupyan, “Kürtlere Hrant Dink sorusu”, Zaman, 01 Aralık 2011
   http://beta.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1208445&title=kurtlere-hrant-dink-sorusu
[2] Hrant Dink, “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği”, Agos, 10 Ocak 2007
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/397544.asp

Yorumlar kapatıldı.