İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Tarihçilere bırakalım’

 Murat Belge / Taraf
Bugünlerde Dersim Kıyımı kendisi ya da üzerinden yürüyen siyasî kavga sık sık gündemde. Bu münasebetle “… tarihçilere bırakalım…” klişesi de yeniden dolaşıma girdi. Bu derin felsefenin başı, Ermeni Kıyımı’na bağlıdır. Orada sıkıştıkça, ipe un sermek için, birileri bu formülü buldu: “Tarihçiler araştırsın. Ölçsün biçsin. Toplasın çıkarsın (yani, biraz matematikçilere de bırakabiliriz). Değerlendirsin. Sonra sonuçları açıklasın.” Oysa şimdiye kadar kimbilir kaç “tarihçi” bunları zaten yaptı. Sanki dün olmuş bir olay, daha kimsenin haberi olmamış, kimse incelememiş… Tarihçilere bırakıyoruz. İyi. Ben de yukarıda özetledim, bu işin nasıl olacağını. Ama “sonuçları açıklasın” aşamasına geldik, diyelim, ve o tarihçi dedi ki, “olay şöyle şöyledir”… Ne olacak? Tarihçi X’in vardığı sonuçlardan memnun kalmayan birileri olacak. O zaman onlar diyecek ki, “X zaten falan taraftandır, onun sözüne güvenilmez. Bakın Y incelemeye başladı. Ona bıraktık.” (İnsanlığa Karşı suçları tarihçilere, hele dürüstlüğü tartışmalı malum tarihçi gibi tarihçilere bırakmak sadece ipe un sermek değil, etiğe de aykırıdır.HYETERT)

Bunun sonu ne olacak? Aynı şey olacak. Aynı şey zaten yıllardır oluyor. Yani bu durumda “Tarihçilere bırakalım” demenin gerçek anlamı, “Bunu sonsuz bir tartışma sürecine çevirelim ve hiçbir zaman bir sonuca ulaşmayalım” demekle eşanlamlı.
Olanın fiziksel gerçekliği bir yanda; yani, kaç kişi öldü? Kim öldürdü, nasıl öldürdü? Yöntem ne? Araçlar ne?
Ama bir yandan da elle tutulmaz tarafı var işin. Bakın, “Dersim” deniyor, Halk Partililer hemen hazır: “O zamanın koşulları öyle gerektiriyordu.”On bin ölü müdür, otuz bin ölü müdür (Dersim’i kastediyorum): bunun kavgasını verdikten başka bir de koşulların öyle gerektirip gerektirmediği tartışmasına gireceğiz ki bunun çıkışı zaten kesinlikle yok.
Bu sonuçta bir “siyasetçi” tavrı (başarısız bir siyasetçi tavrı) olabilir. “Zevahiri kurtarmak” üzere bir laf bulup söylemek zorunda kalmış birinin can simidi gibi bir şey olabilir. Ama bizim memlekette yığınla okumuş yazmış adam da bu sanki aklı başında bir sözmüş gibi davranabiliyor. Dahası, mesleği akademik bir meslek olan insanlar da bu çeşit sözler söyleyebiliyor.
“Tarihçilere bırakalım” sözü bu düzeyde neler içerir? “Tarihçi” diye ayrı bir tür mü var? Neyin tarihçisi, bir kere?
Zaten, bir kere bu mugalâta yoluna girildi mi, bunun da sonu gelmez. “Evet, ben tarihçiyim. Dersim’de kıyım oldu, Ermeni Kıyımı oldu” mu dediniz? “Sen neyin tarihçisisin? On sekizinci yüzyıl uzmanısın. Bu konuyu bilmezsin.” Daha ileri de gidilir. “Yirminci yüzyıl tarihi çalışmışsın, ama genel tarih. Kıyım oldu mu, olmadı mı, bilemezsin.” Daha da ileri gidilir. “Sen bu olayın tarihçisi olabilirsin, ama tarihçisin. Bunun hukuken bir ‘soykırım’ olup olmadığına sen karar veremezsin. Sen git, hukukçu gelsin”…
Bir toplantıda bir akademik adam bana sordu: “Siz tarihçi misiniz? Nereden biliyorsunuz?”
Böyle bir soruyu bir akademik kişinin sorabilmesi iyice utanç verici. Akademikler kitap yazar. Niçin yazar? Bir konuyu, o konuyu onlar kadar iyi bilmediğini varsaydığımız kişiler okusun ve bilgi edinsin diye yazarlar. Bu işlerle uğraşan insanların, yazanın da, okuyanın da, belgeliyi belgesizden, gerçeği palavradan, olabiliri olmazdan ayıracak araçları, kuralları, ölçütleri vardır. Ben Japonya’ya gitmedim ve dünyada böyle bir ülke olduğunu kendi gözümle görmedim. Ama öyle bir ülke olduğunu biliyorum. Kendi deneyimimizle kanıtlamadığımız halde öyle olduğunu bildiğimiz daha bir yığın olgu gibi.
Konu bu geçmişe, bu geçmişin üstünü örtülü tutmaya çalıştığı bir dolu şeye gelince, “uzmanlık saygısı”ndan geçilmiyor. Çünkü bu “mugalâta” dediğimiz o çok bildik şeyin “akademik” kılığa girmişi oluyor: hukuk profesörü cüppesi giymiş Kenan Evren gibi bir şey.
İşin kötüsü, bu mantıkla, daha doğrusu bu taktikle gittikçe, tarihçilere bırakılan işlerin sayısı, hacmi büyüdükçe büyüyecek. Çünkü bir değil, beş değil, maşallah her sayfası bu şekilde aydınlatılması gereken olaylarla dolu bir tarih bu.
“Tarih” diye bunu yapıp sırtımıza bütün bu yükü bindirenler, bunların konuşulmasını, aydınlığa çıkmasını istemiyor. Çünkü tepemizde oturmak için salladıkları bayrakların, dövizlerin yüzeyi biraz kazındığında, altından bu gerçek tarihin çıkmasına tahammülleri yok.
Onun için, “tarihçilere bırakalım”.
haber@taraf.com.tr

Yorumlar kapatıldı.