İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hollywood’da anadolu rüyası

Kaliforniya’daki Anadolu Medeniyetleri ve Yemek Festivali’nde ilgi çekici sahneler yaşandı. ‘Amerikan Rüyası’nın başkenti Hollywood’da kısa süreli de olsa Anadolu rüzgârı esti. Dünyaya kültür ihraç eden bulvarlarda ‘biz de varız’ mesajı verildi.

Ziyaretçileri, Adıyaman’da hüküm sürmüş Komagene Krallığı ve Nemrut harabeleri karşılıyor. Onu, Çorum merkezli Hitit İmparatorluğu izliyor. Aslanlı kapıdan geçince, Van merkezli Urartu medeniyetiyle yüz yüze geliyorsunuz. Devamında Frigya var. Asur Devleti’ni temsil eden kapıdan geçince karşınıza bütün görkemiyle, Çanakkale merkezli Troy medeniyeti ve meşhur Truva Atı çıkıyor. Medeniyetler yolu; Pers İmparatorluğu, Lidya Krallığı ve İyon uygarlığı ile devam ediyor. İstanbul’suz medeniyet düşünülemez elbette… Tarihe yolculuk Roma İmparatorluğu ve Bizans’la devam ediyor. Sahnenin finalinde ise Osmanlı İmparatorluğu ve tabii ki Türkiye Cumhuriyeti var. Ziyaretçileri, 10 bin yıllık Anadolu tarihinde gezdiren medeniyetler yolu, Türkiye’den geçerek festival alanına ulaşıyor.

Amerika’nın Los Angeles şehrinde bu yıl üçüncüsü düzenlenen Anadolu Medeniyetleri ve Yemek Festivali’nin giriş kapısını anlatıyor ilk paragraf. Anadolu’dan geçmiş bütün medeniyetleri Kaliforniya eyaletine taşıyan organizasyon, Türkiye’nin yurtdışında düzenlediği en kapsamlı ve en görkemli organizasyon. Los Angeles’ta yaşayan Türk kökenlilerin kurduğu Pasifica Enstitüsü tarafından düzenlenen festival, toplumun her kesiminden büyük ilgi görüyor. 47 dönümlük bir arazi üzerindeki etkinliği ilk yıl 30 bin kişi gezerken, bu yıl ziyaretçi sayısı 60 bini geçti. Bunların 5 bini okullardan gelen öğrenciler.

Los Angeles’a birkaç hafta boyunca tam bir Türkiye gündemi yaşatan organizasyonun en az kendisi kadar önemli diğer boyutu, düzenlendiği bölge. Festivalin ayrıntılarına girmeden önce, Los Angeles’ta böyle bir iş yapmanın neden çok önemli olduğu sorusuna cevap arayalım.

Bugün Hollywood diye bilinen dev sinema endüstrisi ve yine ‘Silikon Vadisi’ olarak adlandırılan dünyanın bilişim başkentine ev sahipliği yapan Kaliforniya eyaleti, tek başına en büyük ekonomiler arasında yer alıyor. Kaliforniya, bağımsız bir devlet olsaydı, ABD, Çin, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’dan sonra dünyanın 7. büyük ekonomisi olacaktı. Bilişim sektörünün dev markaları Intel, Cisco, Google, HP, Apple, Microsoft, Oracle, Facebook ve Mozilla’nın merkez ofisleri, Güney Kaliforniya’daki Silikon Vadisi’nde bulunuyor. Bilgisayar teknolojilerindeki keşifleriyle dünyayı değiştiren adam olarak anılan ve geçen hafta vefat eden Steve Jobs, ünlü Apple markasını 1976’da, Kaliforniya’nın bir banliyösündeki evinin garajında kurmuştu.

Bilgisayar teknolojileri kadar, sinema sektörünün kalbi de bu eyalette atıyor. Oscar ödüllerinin dağıtıldığı Kodak Tiyatrosu, sinema oyuncularının adının yıldızlara yazıldığı kaldırım Hollywood Bulvarı, meşhur sinema oyuncularının yaşadığı Beverly Hills, marka olmuş binlerce film ve dizinin çekildiği Universal Stüdyoları ve Sony Pictures Stüdyoları, Los Angeles şehrinin diğer sembolleri. Bölgeyi dünyada marka hâline getiren sinema sektörü, son dönemde içinden bir vali de çıkardı. Eyaletin önceki valisi, Terminatör serisinin ünlü yıldızı Arnold Schwarzenegger’di. Hollywood hâlâ sinema endüstrisinin kalbi ama son yıllarda artan maliyetler ve vergiler, yapımcıları yeni arayışlara yöneltiyor. Anlaşmalar burada yapılsa da, film çekimleri için Uzakdoğu ülkelerine yeni stüdyolar kuruluyor. Hollywood’un yeni gözdesi Yeni Zelanda. Runaway Production denilen bu gelişme, bugünlerde Hollywood’un en güncel tartışma konularından.

Hollywood ve Silikon Vadisi gibi iki dev markasına rağmen aslında Kaliforniya ekonomisinde ilk sırada tarımsal üretim var. Bölgenin üzüm bağları meşhur. Eyaletin gözdesi Los Angeles’ın diğer ilginç özelliği de petrol kaynakları. Evlerin bahçesinden petrol çıkarılıyor sözü şaka gibi gelse de gerçek. Şehrin farklı bölgelerinde biraz dolaştığınızda, petrol üretim tesisleri ile konutları iç içe görebilirsiniz. Yer altı zenginlikleri sadece petrolle de sınırlı değil. 1849 yılında keşfedilen altın madenleri, bölgenin hızlı gelişimi ve kalkınmasında önemli rol oynamış. Basketbol denince akla ilk gelen Los Angeles Lakers’ı ve tabii ki o takımın dünyaca ünlü yıldızı Kobe Braynt’ı da markalar listesine eklemek lazım.

Kaliforniya Eyaleti’nin başkenti Sacremento. San Fransisco, Los Angeles, San Diego ve Long Beach ise en ünlü şehirleri. Amerika’nın en fazla nüfusa sahip bu eyaleti, Meksika’nın komşusu. Zaten Los Angeles ve San Diego gibi şehirler, Meksika’dan satın alınarak ülke topraklarına katılmış. Batı’dan Pasifik Okyanusu ile çevrili Long Beach ve Santa Monica şehirleri, yüzlerce kilometre uzanan sahil şeridiyle çok meşhur. Suyunun çok soğuk olmasından dolayı yazın dahi fazla denize girilemeyen Pasifik Okyanusu, getirdiği dalgalarla sörf için çok uygun. Bölgenin sembollerinden biri de sörf ve sörfçüler. Dünyanın ikinci büyük limanı Los Angeles Limanı, devasa yük gemileri, konteynır ve vinçleriyle dikkat çekiyor. Limanda göz alabildiğine uzanan konteynırlar, Amerika’nın nasıl bir tüketim toplumu olduğu hakkında fikir veriyor. Ülke tek başına dünya tüketiminin yüzde 25’ini gerçekleştirirken, Los Angeles Limanı, Çin başta olmak üzerine diğer ülkelerden yapılan ithalatın merkezi konumunda.

İşte gerek Amerika ve gerekse dünya için böylesine önemli ve böylesine merkez hâline gelebilmiş bir eyalette önceki hafta tam bir Türkiye ve Anadolu gündemi vardı. Anadolu Medeniyetleri ve Yemek Festivali, fiziki büyüklüğü ve içeriği itibariyle yurtdışında düzenlenen en önemli organizasyon. Anadolu’nun bütün kültür unsurları ve binlerce yıllık kadim tarihi, Los Angeles’a taşındı. Sinema endüstrisi ile bütün dünyaya Amerikan kültürünü ihraç eden Kaliforniya eyaleti, Türk ve Anadolu kültürüne ev sahipliği yaptı. Amerikalılar, Türkiye’nin kültürel değerlerine, Anadolu medeniyetlerine ve tabii ki Türk mutfağına büyük ilgi gösterdi.

Ermenilere rağmen Ermenilerle

Bu şehirde Türk festivali yapılması, bölgedeki etnik yapı açısından çok anlamlı. Çünkü eyalet ve özellikle de Los Angeles, Amerika’da en fazla Ermeni’nin bulunduğu bölge. Eyalet genelindeki 1 milyon Ermeni’nin yaklaşık 800 bini Los Angeles’ta yaşıyor. Bunlar arasında Taşnak diye bilinen Ermeniler, Türk düşmanlığı ile öne çıkıyor. Türkler âdeta görünmez olarak yaşamaya mecbur kalmış. Amerika’nın her bölgesinde çok güzel Türk lokantası bulunmasına rağmen burada olmamasının sebebi, fanatik Ermenilerin tepkisi. Daha önce açılan Türk lokantaları taşlanmış ve şiddete maruz kalmış. 1973 yılında Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir’in, Ermeni terör örgütü Asala tarafından şehit edilmesi, bölgede yaşayan Türkleri görünmezliğe zorlayan en önemli olay. Los Angeles’ta Ermenilerin en yoğun yaşadığı semtin adı Little Armenia. Kısacası bu bölge tam bir küçük Ermenistan.

Dolayısıyla 70’li yıllardan itibaren bölgeye göç eden ve bugün sayıları 60 bini bulan Türk kökenliler, yıllarca kendilerini belli etmek istememiş. Büyük ölçüde kendi kültür ve dillerinden de uzaklaşarak asimile olmuşlar. Nitekim bu durumu Amerikalıların tepkilerinden gözlemlemek mümkün. ‘Ermeni, Süryani, Meksikalı hatta Arapları biliyoruz ama burada bu kadar Türk olduğunu yeni öğreniyoruz’ diyen çok ziyaretçi vardı. Festival, sadece diğerlerine Türkiye’yi tanıtmakla kalmadı, Los Angeles Türklerini de uzun yıllar sonra kendi kültürleri ile buluşturdu.

Taşnak Ermenilerinin tepkisinden elbette festivalin de payını aldığını ekleyelim. Küçük çaplı protestolar bir yana, eyalet siyasetinde çok etkili olan Ermeniler, aleyhte lobi yapmayı da ihmal etmiyor. İlk yılki protesto gösterilerinin büyümesini engelleyense İstanbul Ermenileri. Onlar Türkiye’yi ve Türkleri seviyor ve festivale destek veriyor. Sadece Ermeniler değil elbette. Los Angeles aslında bir tür Anadolu sentezi gibi. Sayıları 70 bini bulan Mardin kökenli Süryaniler ile 150 bine yakın Rum’a Sefarad Yahudilerini, Kürt ve Arap kökenlileri de eklediğinizde, Los Angeles’ta küçük bir Anadolu’nun yaşadığını söyleyebiliriz. Gönüllerde kalan ve açığa çıkamayan Anadolu ruhu, festivalle yeniden vücut buluyor. Anadolu’dan göç etmek zorunda kalmış bütün toplumlar, festival vesilesiyle Türkiye ile tekrar gönül bağı kuruyor.

Greg Jambazian ve eşi Paystar’a, Van’a ayrılan bölümdeki tarihî Ermeni kilisesi Akdamar’ın önünde rastlıyoruz. Büyük bir merak ve heyecanla kiliseyi inceliyorlar. Biraz konuşunca onların yolunun da Anadolu’dan geçtiği ortaya çıkıyor. Greg Jambazian Ermenistan doğumlu ve 30 senedir Los Angeles’ta yaşıyor. Ancak dedesi Adanalı, ninesiyse İzmirli. Aile önce Yunanistan’a, daha sonra Ermenistan’a ve oradan da Amerika’ya göç etmiş. Akdamar Kilisesi’nin Türkiye tarafından restore edilmesine sevindiklerini anlatırken, festivalde karşılarına çıkmasıyla duydukları heyecan yüzlerine yansıyor. Haberi internetten almış ve dedesinin memleketini yakından tanımak için gelmiş. Greg Bey, iki toplum arasındaki düşmanlığı hâlâ devam ettirmek isteyenlere tepki gösteriyor: “Sizler de biliyorsunuz, birçok Ermeni buraya gelmek istemedi. Ermenistan’da yaşayan Ermeniler Türkiye’yi hiç sevmiyor. Uzun yıllar önce olanları artık unutup önümüze bakmamız gerekiyor. Ben buraya atalarımın yaşadığı Türk kültürünü daha iyi öğrenmek için geldim.”

Greg Jambazian, görüşmeden sonra bizi teyzesi Mari Tantsiskian’a götürüyor. Bu noktadan sonra konuşma Türkçe devam ediyor. Ailesi İzmir kökenli olan Mari Hanım, Türkçe biliyor. Aynen Los Angeles’ta yaşayan binlerce İstanbul Ermenisi gibi. Türkçeyi İzmirli olan babasından öğrenmiş. Memleketi gibi gördüğü Türkiye ve Anadolu’ya büyük sevgisi var. Ailesi, İzmir’den Yunanistan’a, oradan da Los Angeles’a göç etmiş. Festivali düzenleyenlere teşekkür ederken, hislendiğini gizleyemiyor. Bu etkinliğin kendisi gibi olanlar için önemini anlatıyor. Festival bazılarına Anadolu’yu tekrar hatırlamak anlamına gelirken, bazıları için de Türkiye ve Türk kültürü ile tanışma fırsatına dönüşüyor. Özellikle Amerikalı aileler için festival âdeta Türkiye’ye ön ziyaret yapmak gibi. En temel bilgiler burada alınıyor. Sigortacılık yapan Fred ve Jessica Wiener, daha önce Türkiye hakkında hiçbir fikre sahip olmayan yüz binlerce Amerikalı çiftten biri. Bilgi eksikliğinin düzeyini Jessica Hanım’ın sözleri ortaya koyuyor: “Bu festivale gelmeden önce Türklerin Müslüman olduklarını bilmiyordum. Hatta haklarında hiçbir fikrim yoktu. Festival bizi çok etkiledi. Şimdi ise Avrupa’ya ilk geçişimizde ziyaret listemize Türkiye’yi de eklemek istiyoruz.”

Festivalin en meraklı ziyaretçilerinden biri de, Kaliforniya Baptist Üniversitesi Öğretim Üyesi Daniel Skubik ve eşi Bemadene Bernadette’ydi. Aynı zamanda ünlü bir sufi olan çift, neredeyse bütün hafta sonlarını festivalde geçirdi. Kendini ‘Allah âşığı’ olarak tanımlayan Profesör Skubik ve eşi Türkiye ile 2006’da River Side şehrinde 2 Türk genci tarafından iftara davet edilmeleriyle tanışmış. Türklerle ilk kişisel ilişkileri de bu iftar vesilesiyle kurulmuş. Bir yıl sonra gerçekleşen Türkiye ziyaretinde, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudileri bir arada görmek onları çok etkilemiş. Prof. Skubik, “Böyle bir tabloyu Türkiye’de beklemiyordum, gerçekten çok etkilendim.” diyor. Bayan Bernadette’nin sözleri ise Amerika’daki Türk sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği Türkiye gezilerinin önemini ortaya koyuyor: “Eşimle Amerika’nın her eyaletini dolaşıyor ve Türkiye tecrübesini anlatıyoruz. Ülkenizin güzelliklerinden bahsediyoruz. Bir keresinde Iowa eyaletindeki bir manastırda Türklere dua eden insanlarla karşılaştık. Onlar bize Osmanlı’nın Hıristiyanları koruması ve özgür bırakmasına teşekkür için bunu yaptıklarını aktardı. Bu tablo Türk dostu olarak bizi çok sevindirdi.” Sufi çift daha önceki iki festivale de katılmış. İnsanların buraya sadece eğlenmek değil, Türkiye’yi ve Anadolu kültürünü anlamak için de geldikleri tespitini yapan Prof. Skubik, “Bu festival Kaliforniya’da Türkiye’nin tanınması ve anlaşılması için sadece bir başlangıç. Esas olan insanlar arasındaki ilişkilerin geliştirilmesidir.” diyor.

Boğaz’ı karşısında buldu!

Açılışa katılan, Amerikan Temsilciler Meclisi Milletvekili Dana Rochabacher için festivalin anlamı çok başkaydı. İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçen tek Temsilciler Meclisi üyesi olan Rochabacher, festivalde Boğaz’ın temsilî hâlini karşısında bulunca oldukça şaşırdı! Buranın seçim bölgesi olduğunu vurgulayan Amerikalı parlamenter, şunları söylüyor: “Washington’da Türkiye ile ilişkiler iyi olsun diye çalışırken, burada böyle bir festivalin düzenlenmesi çok önemli. Anadolu ve Müslüman kültürünü tanıma adına çok önemli bir organizasyon.” Festival açılışına katılan diğer iki Temsilciler Meclisi üyesiyse, iki kız kardeş Loretta ve Linda Shanchez’di. Kardeşler de Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem veriyor. Linda Sanchez bu hafta Türkiye ziyaretinde, Loretta Sanchez ise bir sonraki gezi grubunda yer alacak. Loretta Sanchez, iki ülke arasında sadece ticari ilişki kurmanın yeterli olmadığını düşünüyor. Kültürel ilişkileri geliştirmek için de bu tip festivallere ihtiyaç olduğunu belirten Shanchez, Anadolu’nun dünya kültürüne katacağı çok şey olduğunu vurguluyor.

Kaliforniya Eyalet Senatörü Bob Huff ise kısa süre önce Türkiye ziyaretinden dönmüş. “Türkiye’de gördüklerimiz bu kez de Los Angeles’ta karşımıza çıktı.” diyen Huff, ziyaretten sonra Türkiye hakkındaki fikirlerinin siyah beyaz televizyonla 3D arasındaki fark kadar değiştiğini kaydediyor. Türkiye’de ailelerin evlerinde kaldıklarını belirten Huff, böylece toplum hakkında birinci elden bilgilendiklerini söylüyor. Türk halkının misafirperverliğini tarihî bir olay diye nitelendiren senatör, ilişkileri geliştirme değişim programları ve gidip gelmelerin önemini hatırlatıyor. İki yıldır festivale büyük destek veren ve Kaliforniya’da kendi şehrini tanıtan Van Valisi Münir Karaloğlu, bu yıl yine misafirlerini Van standında ağırladı. Ermeniler için önemli bir şehir olan Van’ın, Los Angeles’ta tanıtılmasının turizme ciddi katkılar yaptığını vurgulayan Karaloğlu, Van’a gelen turist sayısının geçen yıla göre yüzde 43 arttığı bilgisini veriyor. Bu festival başta olmak üzere yapılan tanıtımların karşılığını bulduğunu düşünüyor.

Festivali organize eden Pasifica Enstitüsü, 2004 yılında bölgede yaşayan Türklerin kurduğu bir dernek. Başkan İbrahim Barlas amaçlarını, bölgede yaşayan Türklere sahip çıkmak ve kültürlerarası diyalog olarak açıklıyor. Düzenledikleri gezilerle de, Los Angeles ve çevresindeki yönetici elitin Türkiye’yi daha yakından tanımasına vesile olduklarını belirtiyor. Anadolu’yu bütün kültürel değerleriyle yansıtan bir festival fikri, derneğin yönetim kurulundan çıkmış. ABD’de düzenlenen Türk festivallerinin dar bir çerçevede kaldığı tespitini yapan Barlas, “Farklı bir iş yapalım ve Türkiye’nin renklerini temsil edebilsin istedik. Türkiye’den Norm Dizayn bünyesindeki bir tasarım ekibiyle çalıştık. Her yıl yeni eklemelerle festivali zenginleştiriyoruz.” diyor. Festivalin yıldızı tabii ki İstanbul. Onun dışında Mevlana hazretlerinin Rumi ismiyle ABD’de çok popüler olması sebebiyle Konya, bir turizm markası olduğu için Antalya, Süryaniler için merkez olan Mardin, Ermenilerin çok önem verdiği Van, festivalde bütün değerleriyle yer alıyor. Topkapı Sarayı, İstanbul Boğazı, Kız Kulesi, tarihî yarımada, Dolmabahçe Sarayı kapısı, Kapalıçarşı ve Şehzadebaşı Camii’yle İstanbul temsil edilirken, bu yıl Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler bölümünde, Türkiye’deki gelenek devam ettirilerek sürekli Kur’an okundu. 5 vakit ezan ise Şehzadebaşı Camii’nden yankılandı.

Sıddıka Hanım’ın gözlemeleri

Amerika’da bir festival organize ettiğinizde yemek ayrıntısı son derece önemli. Yoksa insanlar fazla ilgi göstermiyor. O bakımdan kültürel ve dinî değerler kadar festivalde Anadolu’nun eşsiz lezzetleri de yer alıyor. Dönerden kebaplara, baklavadan Maraş dondurmasına, gözlemeden künefeye kadar Anadolu’yu yansıtan bütün tatlar festivalde vardı ve bunların satıldığı tezgâhların önündeki kuyruklar, kapanışa kadar hiç azalmadı. Elbette bu çeşitliliği sağlamak ve talebe cevap vermek kolay değil. Bunun için hem Türkiye’den hem de çevre eyaletlerden gönüllüler festivale ciddi katkı yaptı. Özellikle yemekleri ve tatlıları yetiştirmek için gece gündüz çalışan hanımların hakkını vermek lazım. Bazı gönüllü kadınlar bütün festival boyunca yemek yapmaya devam etti. Onların en dikkat çekenlerinden biri, İstanbul’dan gözleme yapmak için gönüllü gelen Sıddıka Hanım’dı.

Festivalin reklamını gazetede okuyunca, gönüllü olmak için başvurmuş ve iki senedir gözlemeler ona emanet. Sıddıka Hanım, bel rahatsızlığına rağmen 4 gün boyunca, namaz molaları dışında oturduğu yerden gözleme açtı. Neden buradasınız dediğimizde, “Eşlerimiz senelerdir hizmet etmek için bir yerlere gitti. Biz evde oturduk. Ben de bir işe yaramak istedim ve her yıl geliyorum.” diyor. Vize için konsolosluğa gittiğinde, neden Amerika’ya gidiyorsun sorusuna, ‘gözleme yapmak için’ cevabını vermiş ve 10 yıllık vize almış. Eşi gelemediği için de, festivalde görevli birinin refakatinde Los Angeles’a gelmiş. Sıddıka Hanım burada hizmet etmenin hazzını yaşıyor. Aslında bu dev organizasyonun gizli kahramanları, onun gibi gönüllüler. Festivalde toplam 400 gönüllü görev aldı. Bunların hepsi meslek ve kariyer sahibi insanlar. Öğretmeni de var, mühendisi de, Sıddıka Hanım gibi ev hanımları da. Onlar hiçbir ücret almadan 4 gün boyunca çalışıyor. Amerikalılara ve farklı etnik gruplara ülkelerini en iyi şekilde tanıtıyorlar. Festivalin bitiminde çektirdikleri hatıra fotoğrafındaki mütebessim ve mütevekkil çehrelerden de anlaşılabileceği gibi, günlerdir katlandıkları yorgunluk ve uykusuzluk, ülkelerine yaptıkları katkının verdiği tatmin duygusunun içinde eriyip gidiyor.

Edvin Minasyan: 30 senedir böyle bir olay görmedim

Edvin Minasyan, Los Angeles İstanbul Ermenileri Derneği Mütevelli Heyeti Başkanı. Aynı zamanda Dünya Ermeni Barolar Birliği Başkanlığı görevini de yürüten Avukat Minasyan, İstanbul doğumlu. 17 yaşından bu yana Los Angeles’ta yaşıyor. Baba tarafı Ermeni, annesi Süryani. Babasının ailesinde Rum da olduğunu belirten Minasyan, kendini Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlerin sentezi olarak nitelendiriyor. ABD’ye göç etmesinde 12 Eylül döneminde yaşanan sıkıntılar etkili olmuş. Zaten ihtilaldan birkaç ay sonra ülkeden ayrılmış. Los Angeles’ta en az 4 nesil Ermeni olduğunu belirten Minasyan, “Benim Türklerle konuşmama bile sıcak bakmayan Ermeniler var burada ama biz Türkiye’de doğup büyüdük ve bakış açımız çok farklı. Diğerleri hep dedelerinden ninelerinden duydukları korkunç Türk hikâyeleri ile büyüyenler.” diyor.

Edvin Minasyan, İstanbul Ermenileri olarak Hrant Dink’i, öldürülmeden 2 ay önce Los Angeles’ta ağırladıklarını ve dernekte bir konferans düzenlediklerini belirterek, Ermeni- Türk ilişkilerine bakış açısının Dink ile aynı olduğunu vurguluyor. Minasyan’a göre ilişkilerin düzelmesi, toplumların ilişki kurmasıyla olur. Tanışma ve temas olursa sorunlar azalır. İki toplumun ilacının yine kendileri olduğunu vurgulayan Minasyan, “Hrant Dink, ‘bizde travma, Türklerde paranoya var’ derdi. 20 sene öncesine göre temas arttı ve bu çok önemli. Buna devam etmemiz gerekli.” diyor.

Minasyan, festivalin ilişkileri nasıl etkilediğiniyse şöyle anlatıyor: “Kafasındaki önyargıları bu festivalde değiştiren çok insan gördüm. Sonuçta Ermenilerin festivaldeki ortamdan keyif alması, hoşnut olması tuhaf değil. Çünkü burada sergilenen kültürde bizim de payımız var. Atalarımız, bir tarafta ezan, diğer tarafta çan sesi duyulan kasabalarda yaşadı. Bu muhteşem bir organizasyon. 30 senedir bu şehirde yaşıyorum, böyle bir olay görmedim.”

Köşelerde festival

Cengiz Çandar – Radikal: Her şey aklıma gelirdi de, 2011 sonbaharında kendimi Los Angeles’ın güneyindeki Orange Country’de davul zurna eşliğinde Van Valisi Münir Karaloğlu ve Vanlılarla birlikte üç ayak oynarken bulacağım, birlikte halay çekeceğim pek gelmezdi. Çok geçmeden Amerikalılar da katıldı halaya. Hafta sonuna, dünyanın en büyük 8. ekonomisi olan 33 milyonluk Kaliforniya eyaletinde ‘Türkiye şenliği’ ile girdik. 50 bin metre kare yaygınlığa ulaşan festival alanına dört gün boyunca sadece Amerika’nın Pasifik kıyılarında yaşayan Türkler değil, onbinlerce Amerikalı aktı.

Türkiye devletinin tanıtım fonunun tüm bütçesini ayırsa ya da Amerikalı bir lobi şirketine milyonlarca dolar akıtsa becerebilmesi mümkün olmayan bir tür lobi çalışmasının, Türkiye’de ‘cemaat’ diye genellenen veya ‘F tipi’ denilerek belirgin bir aşağılamayla kendilerinden söz edilen insanlar tarafından başarıldığı tartışma götürmez.

Böyle bir festival için Los Angeles bölgesinin ya da Güney Kaliforniya’nın seçilmesi de elbette, bir rastlantı değil. Bu, Fethullah Gülen’in çarpıcı vizyonuyla ilişkili. Los Angeles, Amerikan kültürünün dünyadaki egemenliğini perçinleyen eğlence endüstrisinin merkezi. Eğlence endüstrisi, milyonlarca kişiyi etkileyebilen en kestirme araçları sağlıyor. Los Angeles, ayrıca diyaspora Ermenilerinin de merkezi. Los Angeles ve çevresindeki Ermeni varlığı, Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz yönde etkileme potansiyeli taşıyan Ermeni lobisinin kitlesel zeminini oluşturuyor. Pacifica Institute’un başkanının bana anlattığına göre Anadolu Kültür ve Yemek Festivali’ni düzenleyenler, bu yola çıkarken “Anadolu halkları arasında ve özellikle Türk ve Ermeni halkı arasında bir yakınlaşmayı sağlamayı istemişler ve Kaliforniya’nın bunun için en uygun yer olduğunu göz önüne almışlar…”

Ergun Babahan – Star: Her dünya görüşünden insan Los Angeles’ta. Gülen Hareketi, diyalog toplantılarının bir benzerini küresel çapta Los Angeles’ta gerçekleştiriyor. Eğer hayatınızda büyük bir organizasyon düzenlemediyseniz, hele bunu dünyanın en önemli kentlerinden birinde yapmadıysanız, bizim şu anda tanıklık ettiğimiz olayın büyüklüğünü ve önemini anlayamazsınız. Bu, sadece kültür festivali değil. Fethullah Hoca’nın İngilizce deyimiyle entertainment’ın (eğlence) insan hayatındaki önemini kavramasından kaynaklanan bir hamle.

Los Angeles ve Kaliforniya önemli, çünkü dünyanın geri kalanının nasıl giyineceğini, nasıl tüketeceğini, neye gülüp neye ağlayacağını burası belirliyor. Amerika’nın 50 eyaletinden biri olan Kaliforniya, kendi başına dünyanın 8’inci en büyük ekonomisi. Ermeni lobisinin ve nüfusunun güçlü varlığı nedeniyle Türkiyeliler’in kendi kimlikleriyle ortaya çıkmaya çekindiği bir bölge burası. Gülen Hareketi, buranın önemini, anlamını kavramış. En aktif oldukları bölgelerden biri burası. Ve her yerde olduğu gibi burada da işlerini çok iyi yapıyorlar. Bu bir davaya inancın sonunda gelen bir başarı. Kimi İslamiyet uğruna vücuduna bombalar bağlayıp kendini havaya uçururken burada farklı inançlarla diyaloğun temelleri atılıp genişletiliyor…

Oral Çalışlar – Radikal: Anadolu Festiva-li’nin bu yıl üçüncüsü yapıldı. İki milyon dolar civarında bir para harcanarak Anadolu kültürünü yansıtan geniş bir alana MiniaTürk benzeri şehir maketleri kurulmuş. Topkapı Sarayı, Sultanahmet Çeşmesi, Konya Mevlana Müzesi aslına çok benzer maketlerle temsil edildi. Festivale desteği asıl olarak yöredeki işadamları sağlamış. İstanbul Ermenileri de temsilcileriyle festivale katılarak destek vermiş. Los Angeles belki de Ermenilerin diyasporadaki en güçlü ağırlık merkezini oluşturuyor. Gülen Cemaati, her zamanki ataklığı, diyaloğa yatkınlığı ve ekonomik motivasyon gücüyle kendi stilini hissettiriyor. Ermenilerle Türklerin acı deneyimleri bir yana bırakarak Pasifik kıyısında yeni bir iletişim aramaları sevindirici. Tabii daha çok başlardayız. İstanbul Ermenileriyle yemeğimize Anadolu Festivali’nin örgütleyicisi Pacifica Enstitüsü’nün Başkanı İbrahim Barlas da katıldı. Son gece festivalin sponsoru olan Kaliforniya Türk Amerikan Ticaret Odası’nın (CATA Chamber) toplantısındaydık. Türkler, artık, dünya ekonomisinin ana damarlarından biri olan Kaliforniya’da da kendilerini göstermeye başlıyorlar.

14 medeniyet ve 40 kültür mirası bir arada

Festivalin Türkiye koordinatörlüğünü yürüten Gürkan Vural, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan dâhil, festivalin sunumunu bütün devlet büyüklerine yaptıklarını belirtiyor. Çok insan bu işin yapılabileceğine inanmamış. Cumhurbaşkanı Gül anlatılanlardan büyük heyecan duymuş. Sonuçta Başbakanlık tanıtım fonu küçük de olsa destek vermiş.

Organizasyonun maliyeti yaklaşık 2 milyon dolar. Katılımcı 5 şehir kendi masraflarını üstlendi. Bunun yanında 12 dolarlık giriş ücreti ve yiyecek satışlarıyla masraflar önemli ölçüde karşılanıyor. Farklı yörelerden halk oyunu ekipleri ve Eyüp Belediyesi Mehter Takımı gösteri yaptı. Festivalin Amerikan basını ayağı ile Los Angeles’ta yaşayan Türk iş kadını Elif Cerçel ilgileniyor. Festivalle ilgili İngilizce basın bültenleri ve tanıtımları hazırlayan Cerçel, festivalin dünya çapında duyurulmasıyla ilgileniyor. Onun verdiği bilgilere göre, son 1 ay içinde Amerika’daki yazılı ve görsel medya ile internet medyasında festivalle ilgili toplam bin elli adet haber yayımlanmış. Bunlara festival boyunca ve devamında yazılanlar dâhil değil.

Bu yıl ABC News canlı yayın yaparken, Los Angeles Times gazetesinin ünlü yemek yazarı Charles Perry de festivale gelerek, Türk makarnası hakkında bir konuşma yaptı ve bir makale kaleme aldı. Perry’nin festival konseptine hayran kaldığını belirten Cerçel, “Los Angeles Times gibi bir gazetede Türkiye ile ilgili sadece olumsuz yazılar çıkar. Konu, ya Ermeni ya da Kürt meselesidir. Festival vesilesiyle bu gazetede olumlu bir yazı çıkması ve Türk kültürünün anlatılması çok önemli bir olay.” diyor. Festivali yazan diğer ünlü gazeteci ise Jaruselem Post’un yemek yazarı Favi Levy’di. Bölgede çok okunan ve internetten takip edilen İsrail gazetesi Jaruselem Post, Levy’nin festival hakkındaki makalesine yer verdi.

Bir başkadır benim festivalim

Bizim şahit olduklarımızı görseydiniz, siz de benim gibi düşünürdünüz. Çünkü A’dan Z’ye tam anlamıyla bir Anadolu mozaiği yansıtılmış 47 bin metrekarelik alana.

Bu sene Türkiye’den festivale katılan gazeteci ve köşe yazarı sayısı hayli fazlaydı. Yalnız takip edebildiğim kadarıyla bütün bu haber, köşe yazısı, izlenim ve yorumların üzerinde fazla durmadığı bir etkinlik vardı: Konferans serisi ve kitap imzalama…

Festival alanının içindeki kapalı bir mekânda 90-100 kişilik bir salonda gerçekleşti bu etkinlik. Cuma, cumartesi ve pazar, toplam 9 konuşma oldu. Türkiye’den gazeteci Kerim Balcı, Mustafa Akyol katıldı. Geri kalan konuşmacılar ise sahalarında uzman Amerikalı yazar ve öğretim görevlileriydi. Arap Baharı ve Türkiye’nin Arap ülkelerinin demokratikleşmesindeki rolünden Türkiye’de İslam’a, Anadolu topraklarında Ermenilerin kültürel mirasından gerileyen Türkiye-İsrail ilişkilerine, kutsal kitaplar özelinde Müslüman-Yahudi diyaloğundan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Türkiye ve Amerika’daki hukuk mücadelesine kadar birçok şey konuşuldu bu programlarda.

Programların hepsini baştan sona izlemeye özen gösteren biri olarak şunu rahatlıkla diyebilirim: Çok istifadeli oldu. Bir çuval not aldım. Özellikle Edvin Minassian’ın Osmanlı toplumunda Ermenilerin başat rol oynadığı kültürel gerçekliği anlattığı o ansiklopedik konuşmasından pek çok şey öğrendim. Soru-cevap bölümleri ayrı düşüncelere kapılar açtı zihnimde. “Ermeni soykırımı hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna ve “Taşnaksiyon komiteleri başarılı olmadı ki ama” çıkışına Mustafa Akyol’un verdiği cevaplar dinlemeye değerdi. Balcı’nın, Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine yöneltilen sorulara verdiği cevaplar da çok farklı perspektif kazandırdı çoklarına.

Hayat boşluk kaldırmıyor. Festival, karnaval, eğlence, müzik… Meşru sınırlar içinde hepsine amenna. Ama insan eğlenirken öğrenebilir, öğrenirken dinlenebilir, dinlenirken düşünebilir de… Düşünüp ön yargılarını kırabilir, hayata bakış açısı adına farklı bir perspektif kazanabilir. Zihninde ötekileştirdiği insanların öteki olmadığını anlayabilir. Çünkü hayat devam ediyor ve hayat boşluk kaldırmıyor. Konuşmaların hepsi, soru-cevap bölümleri ile birlikte video kaydına alındı. Organizasyon komitesinin bu görüntüleri sadece mevcudu anlatma adına kullanmayacağına eminim. Yine de söyleyeyim, bu konuşmaların kamuoyunun istifadesine sunulması gerek. Bir taraftan festivalde olduğu hâlde konuşma programlarına şu ya da bu vesileyle katılamayanlar, diğer taraftan da dünyanın öbür ucunda yaşayan insanların da istifadesi düşünülmeli diyorum. Günümüzde artık bunlar çok kolay. Video kayıtlarının web sayfasına konulması yoluyla sağlanabilir mesela bu. (Ahmet Kurucan – Yazar)


https://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-haberler/340-2011-Haberleri/19751-Aksiyon-Hollywoodda-anadolu-ruyasi

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın