İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlık Malları Arap Ortodoks Kilisesinin başına gelenler.

Abdullah Ayan   
19.yüzyılın ortasında dikkatleri çekmeye başlayan küçücük köye doğu Akdeniz’in her yerinden geldi insanlar.
 Ama özellikle Arapça ve Fransızca’ yı anadil olarak konuşan Lübnan’ lılar dikkat çekti. Dürzîlerle girdikleri silahlı mücadeleyi kaybeden Marunîler, Arap Ortodoksları, kısa zamanda zenginleşme hayali kuran Suriye, Mısır, Lübnan kıyılarından gelenlere ev sahipliği yapmaya başladı, çiçeği burnundaki sahil kasabası. (Dürziler o tarihte Lübnan dağlarında Osmanlı’ya da kan kusturmuştu).



O günlerde Lübnan’dan gelen ailelerden biri de Nader kardeşler. Maruni falan değiller, gelişleri de farklı nedenlere dayanıyor. 1859 baharında yapımına başlanan Süveyş Kanalı inşaatını yürüten Fransız Şirketinin aşırı kereste talebini Lübnan dağlarındaki suya dayanıklı sedir ormanlarının karşılaması mümkün değil.

İhtiyacı karşılayacak en fazla orman Güney Anadolu’yu kuşatan Toroslar’da yer alıyordu ve Mersin  o ormanlardan kesilen keresteleri denize ulaştıracak ırmaklara sahipti.

1860’ta geldi Nader ailesi Beyrut’tan Mersine…

Dimitri ve Tannus kardeşler hemen koyuldular işe… Toroslar’ ın tepelerindeki ormanlardan kesilen suya ve neme dayanıklı Akdeniz’in en uzun ömürlü ağaçları şehrin ortasında denize ulaşan Efrenk (Müftü) deresine bırakılıyor, akıntıyla denize ulaşanlar kıyıda toplanıp, Mısır’a gidecek gemilere yükleniyordu.

Nader kardeşler, çok sevdiler bu el değmemiş bakîr kasabayı. Yerleşmekle kalmadılar, kısa zamanda kazandıkları büyük paralarla kent içinde dikkat çeken ne kadar arazi varsa satın almaya başladılar.

1970’lerin ortalarına kadar ailenin sonraki nesillerine ev sahipliği yapan Toros Otelinin bitişiğindeki denize nazır bahçeli konak yapsatçılara sunulduğu güne kadar muhteşem duruşuyla tanıklık etti zenginliğe.

Günümüzdeki Ulu Cami’den bugünlerde Büyükşehir Belediyesinin kullandığı bir zamanların tuz deposu (1945’lerin Ak Kahvesi)  kadar uzanan ve konağın doğu ile batısında uzanıp giden lebiderya arazinin hepsini satın aldılar kısa zamanda.

-Sonradan Vali konağının yapılacağı Hükümet (günümüzdeki Uray) caddesinin deniz tarafındaki en değerli alanı üzerinde yer alan sabunhane,

-Tevfik Sırrı Gür’ün 1945’te üzerine Halkevi’ni kondurduğu ve günümüzdeki Cumhuriyet Meydanının büyükçe bölümünü oluşturan Ortodoks kilisesinin de yer aldığı geniş arazi,

-Zaman içinde Mersin’in ilk sanayi tesislerinin yer alacağı (bunların içinde en önemlisi Bodosaki’ nin kuracağı, kendisi mübadele ile Yunanistan’a gittikten sonra önce İş Bankasına ardından Varlık vergisi döneminde Eliyeşil-Karamehmet ailelerinin ortak şirketine geçerek Çukurova Fabrikası adını alacak olan) bölge de dahil olmak üzere Zeytinlibahçe’nin tümü ve Yenimahalle’ye kadar uzanacak olan o günlerdeki Mersin’in neredeyse tüm kuzeyi…

Nader kardeşlerin satın aldığı taşınmazların akılda kalanlarından önemli bulduğum bir bölüm sadece…

1860-1890 yılları arasındaki kısacık zaman diliminde o kadar çok gayrimenkul satın aldılar ki, sonunda deyim yerindeyse artık almaktan sıkıldılar. Lübnan’da ikamet etmeyi sürdüren dostları Sursok’ ları da taşı toprağı şehirden arazi alma konusunda ikna ettiler.

Sursok’lar kısa zamanda Nader kardeşleri bile geride bırakan varlığa eriştiler.  Hem de hiç görmedikleri bir kentte ve tavsiye üzerine!

Sursok’ ların kamuoyunca hiç bilinmeyen kimi taşınmazları şöyleydi:

-Büyükşehir Belediyesince kullanılan bir zamanların tuz deposu ve Ak Kahvesinin bulunduğu Taş binanın karşısında yer alan günümüzdeki SSK İşhanı,

T.S.Gür Lisesine kadar uzanan bölgenin tamamı,

Yapı Kredi Bankası-Eski Cami hattı ile Yoğurt pazarı arasında kalan döneminin en değerli adası,

Azak Hanın doğusundaki karşı cephede yer alan ve iki bloktan oluşan bugün de zamana meydan okuyan iş merkezlerinin yer aldığı geniş arazi…

Sursok’ ları bırakıp Nader’ lere dönecek olursak…

Kısa zamanda Mersin’in en önemli iş adamları arasına giren iki kardeş, Mersin’in o hareketli günlerinde kulübelerin yer aldığı kendilerine ait arazinin bir kısmının üzerine Ortodoks Kilisesi yapmaya karar verir. Her yanından bir yerleri kırpılsa da günümüze kadar ayakta kalmış en eski mabet olarak tarihe geçen yapı kısa zamanda tamamlanarak ibadete açılır. (Kilisenin yapılış tarihiyle ilgili eldeki bilgiler arasında sonuç değişmese de büyük çelişkiler var. Örneğin 1940 yılında yayınlanmakta olan Halkevi dergisinin 3.sayısında yer alan “Mersin Şehir Nasıl ve Ne Zaman Kuruldu” başlıklı yazısında Fikri Mutlu Arap Ortodoks Kilisesinin 1852 yılında yaptırılıp Antakya Patrikliğine bağlandığını ifade ederken, Şinasi Develi Nader Kardeşlerin bağışladığı arazi üzerinde ve onlar tarafından 1870 yılında yaptırıldığını söylüyor. –Dünden Bugüne Mersin, Develi-)

Kanaatim konuyu 1940’larda hafızasında kaldığı haliyle yazan Mutlu’ dan çok, 1987’ lerde daha fazla belge, bilgiye dayanarak kitabında ele alan Develi’nin verdiği tarihin daha akla yakın olduğu yönünde.*  Bu detayı noktalayarak Ortodoks Kilisesinin başına gelenlerle sürecek yazı dizisi…

*Arap Ortodoks Kilisenin kuruluş tarihiyle ilgili bilgi belge sahibi olan epeyi tanık olduğuna inanıyorum. Yazı dizisi vesilesiyle yardımcı olurlarsa sevinirim. Böylece internet ortamına taşınan bu yazılara eklenerek ileride merak edecek, başvuracak olanlara da kaynaklık eder.


Yazan : Abdullah Ayan

http://ufukturu.net/yazi/289/azinlik-mallari-4-%E2%80%A6-arap-ortodoks-kilisesinin-basina-gelenler

Yorumlar kapatıldı.