İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6-7 Eylül travması 56 yıldır sürüyor

Safiye Alağaş / Ferhat Çelik
Özel Harp Dairesi Başkanı Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun, “Başarılı bir özel harp işidir” şeklinde tanımlandığı; Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara yönelik saldırıların yapıldığı 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 56 yıl geçti, ancak olayların yarattığı travma tanıkların belleğinde ilk günkü gibi duruyor.

6-7 EYLÜL OLAYLARINI YAŞAYANLAR O GÜNLERİ UNUTAMADI
 Safiye Alağaş / Ferhat Çelik
Özel Harp Dairesi Başkanı Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun, “Başarılı bir özel harp işidir” şeklinde tanımlandığı; Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara yönelik saldırıların yapıldığı 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 56 yıl geçti, ancak olayların yarattığı travma tanıkların belleğinde ilk günkü gibi duruyor.
Bundan tam 56 yıl önce İstanbul’da yaşayan gayrimüslimler Selanik’ten gelen ve aslında metni çok daha önceden hazırlanmış haberle, etkisi yıllarca sürecek bir kabusu görmeye başladılar. “Selanik’te Atatürk’ün evine Yunanlılar tarafından bomba atıldığı” haberinin, gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul’da yayılması üzerine, 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi gayrimüslimlere ait ev ve işyerlerini yakıp yıkıyordu. Demokrat Parti (DP) yanlısı Ekspres gazetesi daha olay gerçekleşmeden iki saat önce, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskısını yaptı. Tirajı 20 bin civarında olan gazete 6 Eylülde 290 bin basmıştı. O dönemlerde kurulmuş olan ve gayrimüslimlere karşı faşizan yaklaşımları olan ‘Kıbrıs Türktür Derneği’ üyeleri basılan yüz binlerce gazeteyi bütün İstanbul’da dağıtıp halkı galeyana getirmek üzere harekete geçti.
İstanbul dışından trenlerle getirilen gruplar azınlıkların dükkanlarını, evlerini ve hatta kadınların üzerindeki zihniyet eşyalarını da yağmalamaktan geri durmadı. 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyetinin gayrimüslimleri, mümkünse yok etme, değilse “Türkleştirme” planının son halkası olan 6-7 Eylül olayları Kurtuluş Savaşı’nda mübadele dışı olan İstanbullu Rumlar başta olmak üzere tüm azınlıklara tabiri caizse “diş gösterip” korkutmak amaçlanmış, fakat olaylardan kısa bir süre sonra Beyoğlu’na gelen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar “Galiba dozu kaçırdık” demesi olayların planlı olduğunu gösteriyordu.
Özel Harp Dairesi tarafından hazırlandığı belirtilen bu senaryonun ardından yaşananların üzerinden 56 yıl geçti, ancak olayların yarattığı travma, gayrimüslimlerin belleklerinden silinmediği gibi, hâlâ ilk günkü gibi duruyor.
‘BAŞIMIZA GELENLER ETNİK DEĞİL, İDEOLOJİK FELAKETTİR’
İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlerin unutmayacağı acılara neden olan saldırılar sırasında henüz 2 yaşında olan Agos Gazetesi Editörü Pakrat Estukyan, “başarıya ulaştığını” söylediği operasyonun ardından birçok ailenin çocuklarına karşı duydukları sorumluluktan dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını söyledi. Türkiye’de yaşayan Rumların sayısının 2 bin 500, Ermenilerin ise 60-70 bin civarında kaldığını söyleyen Estukyan, “Vatanımızdan göç etmemiz Hrant Dink’in katledilmesinin ardından durdu. Tam tersine evrilen bu süreçte artık bıçağın kemiğe dayandığı anlaşılmıştır” dedi. Estukyan, Türkiye’nin demokratikleşmesine zemin hazırlamanın ülkede yaşayan her halkın kurtuluşu olacağını söyleyerek, “Artık meseleye sadece Ermeni, Rum kimliğimizle değil, antifaşist kimliğimizle mücadele etmenin yollarını arıyoruz. Çünkü artık bizler biliyoruz ki başımıza gelen şey etnik bir felaket değildir, ideolojik bir felakettir” dedi.
‘ANNEM SOKAKTA ERMENİCE KONUŞMAMIZI İSTEMİYORDU’
Yaşanan olayların ardından gayrimüslimlerde meydana gelen ürkek, travmatik ruh halinin o zaman kendilerine de yansıtıldığını söyleyen Estukyan, “Annem ve babamla sokağa çıktığımda bana Ermenice konuşma derdi. Kendi kimliğini gizleme ihtiyacı, üzerimizde iz bırakmış travmanın en açık sonucudur. Sonraki yıllarda gördüm ki farklı olan herkes kimliğini saklama peşinde. Herkes Türk gibi görünmek istiyor. Örneğin Abaza ve Çerkesler Türkleşmekten hiç rahatsız olmamışlar” şeklinde konuştu.
‘“Son 30 yıldır ulusal mücadelelerini veren Kürt halkının kimlik ve dil mücadelesinin, ülkede yaşamakta olan tüm azınlıklarda olduğu gibi Abaza ve Çerkesler üzerinde de etkisi olmuştur” diyen Estukyan, “Artık Lazlar, Abazalar ve Çerkezler gibi gönüllü biçimde Türkleşen halklar bile dillerine ve kültürlerine sahip çıkma arayışına girmekteler” dedi.
‘DEVLET MAHKUM OLMAKTAN KURTULMAK İSTİYOR’
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla devletin el koyduğu gayrimüslimlere ait mülklerin tesliminden bahsetmesini de değerlendiren Estukyan, “Toplumsal gücüm kırılsın diye tüm mallarıma el konuldu. Artık bu hırsızlık ayyuka çıktı. Bu hırsızlığın hak arama mücadelesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar dayandı. Şimdi orada mahkum olup malları iade etmektense burada yasa çıkarıp o malları iade etmek devlet için daha akıllıca geldi ki böyle bir adım atıldı. Ancak bu düzenlemede sadece devletin elinde bulunan mülklerin teslimi yapılacak, 3. şahısların elinde olan mallar için geçerli değil” dedi. (İstanbul/DİHA)
——————————————————————————–
‘HALKLAR ARASINA KİN TOHUMLARI ATILDI’
İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlerin üzerinden adeta bir silindir gibi geçen olaylar sırasında 15 yaşında bir genç olan Apoyevmatini Gazetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, olayların kendisini daha ciddi düşünmeye, bir genç gibi değil de bir büyük gibi hareket etmeye ittiğini söyledi. Saldırılar döneminde linç için bir araya gelen insanların ruh halini verdiği çarpıcı bir örnekle açıklayan Vasiliadis, “Olaylar baş gösterince eve doğru gittiğimde kapıcımız Ahmet Efendi’nin kapıda beklediğini gördüm. Beni hemen eve soktu ve kapıyı kapatıp elindeki bayrakla gelen saldırgan gruba ‘Burada gavur yoktur’ diyordu. Herkes gittikten sonra kapıyı açıp attı içeriye bayrağı, aldı kazmasını gitti ilerideki Rum ve Ermeni evlerini yağmalaya başladı” dedi.
Yaşanan acı olayları halklar arasında bir kırılma noktası olarak değerlendiren Vasiliadis, “Mahalledeki arkadaşlarımıza bakış açımız değişti. O güne kadar bizim olan dünya artık başkalarına aitti. Biz gençler için hiç beklenmeyen bir şeydi. Çünkü Ali’yle Bülent’le birbirimize bakmaktan utanacağımız günlerin geleceğini hiç düşünmedik. O günden sonra önümüzdeki Türk bakkaldan değil de öteki sokaktaki Rum bakkaldan alışveriş yapmaya başladık. İçimize kin tohumları serpildi, bu tohumları içimden çıkarabilmek için çok uğraştım” şeklinde konuştu.
‘BUGÜN POLİS DEĞİL TÜRK’ÜZ’
6-7 Eylül olaylarını, “Türk ulus devletini, Türk olarak kabul edilmeyen unsurlardan temizlemek” olarak yorumlayan Vasiliadis, “En önemli propaganda araçlarını Kıbrıs’ta yaşayan Yunanlıları, Rum olarak adlandırarak İstanbul’da yaşayan Rumlarla özdeşleştiren derin devlet bu sayede İstanbullu Rumları hedef haline getirdi. Zaten baştan sona tertiplenen olaylarda bir tek ilk kıvılcımı çakmak kaldı o da Selanik’te atılan çatapattı. O güne kadar iç içe yaşayan halklar bir anda bir birine düşman edildi. O gün bize yardım etmelerini isteğimiz polislerin istisnasız hepsinin ‘Bugün polis değil Türk’üz’ demesi tertibin ne denli örgütlü olduğunu gösteriyordu” şeklinde konuştu.
AKP Hükümetinin el konulan gayrimüslim mallarının iade edilmesi ile ilgili kararname çıkarmasını, merkebini kaybedilen birinin daha sonra merkebinin bulunmasına sevinmesinin beklenmesi gibi bir şey olduğuna benzeten Vasiliadis, “Bizim merkebimiz kaybedildi şimdi bize gelin alın deniyor. Bizim merkepler o zaman sapasağlamdı artık o merkep ne hale gelmiştir bilemiyoruz. Bir de iade edilecek malları alabilecek insan kaldı mı diye de sormak gerekiyor. Eğer gerçekten Rumların var olmasını istiyorlarsa Yunanistan’a göç eden Rumlara Türkiye’de çalışma ve oturma izni verilmesi İstanbul’un mozaiğini güzelleştirebilir” dedi.
http://www.evrensel.net/news.php?id=13069

Yorumlar kapatıldı.