İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

6-7 Eylül Olayları’ndan azınlık mallarının iadesine

Pınar Akyasan / Yeni Şafak
AK Parti hükümetinin azınlık malları ile ilgili yaptığı son düzenlemeyi 6-7 Eylül 1955’de yaşananlar ışığında değerlendirmek; hükümetin attığı bu önemli adımı daha anlaşılır kılacaktır. Aynı zamanda bu adımın azınlıklara bir “jest olmadığını”, bilakis hakların iadesi olduğunu görmemizi sağlayacaktır.

PINAR AKYASAN
14 yaşındaydım ve Beyoğlu’nda bir çorapçı dükkânında çalışıyordum. Kalabalık artınca konuşmaları dinlemek için Taksim Meydanı’ndaki göstericilerin arasına katıştım. Birkaç kişi beni dirsekleyerek şöyle diyordu: Burada daha ne duruyoruz, hadi gidip dükkânların camlarını yere indirelim.”(İslam B.)
“Bir Rum arkadaşımın dükkânının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir liste ile geldiler. Onlara dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Bunun imkânsız olduğunu çünkü ismin listede olduğunu belirttiler. Ben de, o zaman listede bir hata olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı..” (Suphi B.)
OLAYLARIN BAŞLAMASI
Dilek Güven’in olayların canlı tanıklarından aktardığı yukarıdaki ifadeler 6-7 Eylül atmosferini anlamak ve ellerindeki sopalarla, kazmalarla, küreklerle dükkanlara saldırıp caddeleri kumaş parçaları, kürkler, buzdolapları, dikiş makinaları, şekerler, pastalarla dolduran bir güruhun fotoğrafını zihinde canlandırmak acısından faydalı olabilir. 1955 yılında Kıbrıs’taki Rum çoğunluğun Enosis (Yunanistan’la birleşme) hayalini gerçekleştirmek istemelerine yönelik başlayan milliyetçi dalga, Dışişleri Bakanı Zorlu’nun Londra’da bir konferansa katıldığı ta-rihlerde yani 6-7 Eylül’de ülkedeki azınlık vatandaşlara saldırıya dönüşmüştür. 6 Eylül günü, saat 13:00’te devlet radyosunda “Selanik’te, Atatürk’ün doğduğu eve menfur bir saldırı düzenlenmiştir” haberinin duyulmasından sonra İstanbul Express gazetesinin iki ayrı baskı yapması öfkenin yayılma hızını arttırmış, insanlar ellerinde DP milletvekili Mithat Perin’e ait İstanbul Express Gazetesi ile çılgın bir halde sokağa dökülmüştür. Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin (KTC) -Taksim meydanında düzenlediği protesto mitingi, Beyoğlu’na Nişantaşı’na, Yeşilköy’e, Bebek’e, Moda’ya, Çengelköy’e ve hatta Adalara kadar sıçramıştır. 20-30 kişilik gruplardan oluşan, “Kıbrıs Türk’tür, Gavurlara ölüm!” diye bağıran ve durup durup arada İstiklal Marşı söyleyen bu saldırganlar, kahvehanelere de uğrayarak tüm Türkleri kendilerine katılmaya davet etmişlerdir. Bu arada “Allahsızları gebertin”, “On binlerce lira kazanıyorlar ve ucuz şeyleri pahalıya satıyorlar” diye bağırmaları Kıbrıs meselesi sebebiyle sokaklara dökülen insanların uzun süredir basın yoluyla yaratılmaya çalışılan gayrimüslim antipatisiyle daha da kendilerini kaybettiklerinin bir kanıtıdır.
Türkiye’de yaşayan özellikle Rum azınlıkların evlerine, dükkânlarına, ibadethanelerine yönelik başlatılan büyük yağma hareketi olarak başlayan olaylar, kısa süre içerisinde çapulculuğa ve kundakçılığa dönüşmüştür. 6 Eylül 1955 yılında sonucunda yağmalanan evlerin % 80’i Rumlara, % 9’u Ermenilere, % 3’ü Musevilere, % 5’i Müslümalara; yağma edilen işyerlerinin % 59’u Rumlara, % 17’si Ermenilere, % 12’si Musevilere, % 10’u Müslümanlara aittir. Olaylar sırasında polisler adeta saldırganların daha rahat hareket edebilmeleri için hiçbir engellemede bulunmadan, başlarında beklemişlerdir. Gelen şikayetlere cevap olarak “Biz bugün polis değil, Türküz” demişlerdir.
SORUMLU(LAR) KİM(LER)?
Olayın sorumlusu olarak önce hükümet tarafından ülkedeki komünistler gösterilmiş, 1960 darbesi sonrasında ise DP kurmayları Yassıada mahkemelerinde “İstanbul Olayları” sebebiyle yargılanmışlardır. DP’nin olaylardan mesul tutulması esasında Yassıada’dan daha evvel meclisteki çetin tartışmalarla başlamıştır. Bu mesele sık sık meclis tartışmalarında gündeme gelmiş ve CHP bunu DP’ye karşı her fırsatta kullanmıştır. Menderes İnönü ve CHP vekillerinin bu konuda yaptıkları suçlamalara cevaben şöyle demiştir: “Bütün dünyanın malum düşmanları hariç bir komünist tahriki olarak kabul etmiş bulunduğu bir hadiseyi Türk hükümetinin bir tertip gerdesi olarak dünyaya takdim etmek ve bunda büyük bir muhalefet partisinin reisi olarak şahidi adil vazifesi yapmak, şayet bir gaflet değilse, vahim bir hatadır.” Buna ek olarak “Vatanın bu hususta İsmet Paşa’dan davacı olduğunu” belirtmiştir. Yine CHP mebusu Sırrı Atalay’ın “Başvekilden şüphe ediyoruz” beyanatı üzerine, bunu söylemenin devlet organları ve askeri mahkemelerden şüphe edildiği anlamına geldiğini ifade etmiştir. 14 ekim 1960da başlayan Yassıada mahkemelerinde DP doğrudan olaylardan mesul tutulmuştur. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu, eski İzmir Valisi Kemal Hadımlı ile birlikte yedi kişi daha askeri mahkeme tarafından “Olaylarda hayatını kaybeden üç kişinin, yaralanan 30 kişinin ve yakılıp yıkılan yaklaşık 5000 iş yerinin sorumluluğunu da taşıdıkları” gerekçeleriyle yargılanmışlardır. Menderes, Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından çıkarıldığı ifade edilen olaylarla ilgisi olduğunu kesin bir dille yalanlamış ve derneğin hamisi olduğu iddiasını reddetmiştir. KTC’nin o zamanki başkanı Hikmet Bil ise mahkemede “Bu olayların Zorlu’nun Londra’daki konferanstaki işini kolaylaştırmak üzere çıkarıldığını iddia etmiş ve amacın “Olayı çıkmaza sürüklemek ve konferansı torpillemek olduğunu” söylemiştir.
BİR HAKKIN TESLİMİ VE AK PARTİ
Sonuçta bu olayın bir devlet operasyonu olduğu açık olsa da ayarının bu kadar kaçması beklenen bir şey değildir. Bu operasyonu dudak ucuyla destekleyen hükümet partisi DP en nihayetinde azınlıkların güvenine mazhar olan ve neredeyse tüm azınlık oylarını alan bir siyasi partidir. DP milliyetçiliği daha çok içine din teması katılmış, azınlıkları da rahatsız etmeyecek düzeyde söylemler geliştiren bir milliyetçiliktir. Her ne kadar CHP’nin altı okundan biri olan milliyetçiliği programına alan DP milliyetçi olduğunu ifade etse de, bu milliyetçiliğin CHP’nin etnisist uygulamalarıyla örtüşmediği ve CHP milliyetçiliği gibi İslam’ı dışlamadığı yani seküler olmadığı açıktır.
Menderes milli gururu okşayan standart ifadeler kullanarak ve milliyetçiliği dini ve geleneksel motiflerle süsleyerek en azından söylemsel bazda popülerleştirmiştir. Öyleyse, 1950’li yılların siyasi hayatına hükmetmiş ve sonraki merkez sağ partileri de derinden etkilemiş olan DP ve Menderes figürü, kafatasçı bir milliyetçilikle suçlanamaz. Bilakis Menderes’in milliyetçiliği tamamen popülist bir söylem içinde ele alması ve ‘ciddiyetsizleştirmesi’ 1950’li yıllarda doktriner milliyetçiliğin gelişmesini dahi engellemiştir. Bu olaylar “özel harp organizasyonu” ile gerçekleştirilmiş olsa da, olaylara karışan sokaktaki halk özellikle basın manipülasyonundan etkilenmiş ve ayrıca hükümetin etkisiyle yaygınlaşan KTC’nin ve bizzat Menderes’in beyanlarıyla da iyice galeyana gelmiştir. Tabii bu noktada en büyük payın azınlıklara karşı düşmanlık ve paronoyayla işlenen kolektif belleğe ait olduğu reddedilemez. Kamuoyunda yükselen Kıbrıs milliyetçiliği neticesinde ortaya çıkan 6-7 Eylül Olaylarına siyasi rant uğruna ses etmeyen DP’nin bu olaylar sonrasında dahi azınlıkların oylarını almaya devam etmesi ise azınlıkların olaya doğrudan devlet operasyonu olarak bakıp, DP’yi hala CHP karşısında ehven-i şer görmesindendir. AK Parti hükümetin azınlık malları ile ilgili yaptığı son düzenlemeyi yaşanan bu olaylar ışığında değerlendirmek şüphesiz hem hükümetin attığı bu önemli adımı daha anlaşılır kılacaktır, hem de bunun azınlıklara bir “jest olmadığını”, bilakis hakların iadesi olduğunu görmemizi sağlayacaktır.
* Araştırmacı-Yazar (p.akyasan@gmail.com)
Kaynak: yenisafak.com.tr
http://www.pirsushaber.com/6-7-eylul-olaylarindan-azinlik-mallarinin-iadesine-121723n.html

Yorumlar kapatıldı.