İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Baskın Oran: Nefret suçunun önkoşulu

Baskın Oran
Ordu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Doğan. Verdiği demeç diliyle ve içeriğiyle epey ilgi çekici… Gazeteci Erol Küçükoğlu bu demeci banda yanlış almış veya not tuttuysa yanlış tutmuş olmalı. Çünkü Doç. Doğan şöyle diyor: “Siz hangi akla hizmetle Ordu’da Ermeni ve Rum evlerini tadilat ediyoruz diyebiliyorsunuz?”. Herhalde, “… evlerini tadil ediyoruz” veya “… evlerinde tadilat yapıyoruz…” demiştir. Hatta, “tadilat” terimini de kullanmamıştır. Türkçede “tadil”in “değiştirme”, restorasyon’un ise “aslını bozmadan onarma” olduğunu biliyordur… Ama takılmamak lazım; Türkçeyi doğru dürüst konuşan kaç kişi kaldı ki? Benim asıl dikkatimi çeken, doçentin Ermeni ve Rumlara duyduğu yoğun antipati. Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen Ordu’daki Osmanlı, Rum ve Ermeni mimarisi özelliklerini yansıtan tarihsel evlerden 23’ünün restore edileceğini açıklamış, Doç. Doğan ona “vatandaş olarak, bir bilim adamı olarak” diyerek tepki gösteriyor:…Bir nefret suçunun iki unsuru vardır: 1) Ceza hukukuna göre işlenmiş bir suç (ör. birini öldürmek); 2) Bu suçun bir önyargı nedeniyle işlemiş olması (Gayrimüslim diye öldürmek). Yani, nefret söylemi, bir noktada, nefret suçunun işlenmesi için önkoşuldur.

****************************
Baskın Oran
8 Ağustos 2011 tarihli Milliyet ve Radikal’de haber. Konuşan, Ordu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç. Dr. İsmail Doğan. Verdiği demeç diliyle ve içeriğiyle epey ilgi çekici.
Türk Dili doçentinin Türkçesi
Gazeteci Erol Küçükoğlu bu demeci banda yanlış almış veya not tuttuysa yanlış tutmuş olmalı. Çünkü Doç. Doğan şöyle diyor: “Siz hangi akla hizmetle Ordu’da Ermeni ve Rum evlerini tadilat ediyoruz diyebiliyorsunuz?”. Herhalde, “… evlerini tadil ediyoruz” veya “… evlerinde tadilat yapıyoruz…” demiştir. Hatta, “tadilat” terimini de kullanmamıştır. Türkçede “tadil”in “değiştirme”, restorasyon’un ise “aslını bozmadan onarma” olduğunu biliyordur. Aksi halde, “Battal Gazi Külliyesine amerikan mutfak yaptılar” (Radikal, 02.08.11) gibi haberleri anlamak kolaylaşacak…
“Mimari, coğrafyaya bağlıdır. Anadolu’da kerpiç ev kullanırsın, taşlık bölgede taş ev kullanırsın, ağaçlık bölgede kâgir ev yaparsın. Bunun adını Ermeni, Rum koymak yanlıştır” diyor. Buradan anlıyoruz ki “kâgir” demek “ağaçtan yapılmış” demektir. Bir Türk Dili doçentinin “kâgir”in anlamını bilmemesi veya bunu “ahşap”la karıştırması mümkün olmadığına göre, yine gazeteci hatası olmalı. Çünkü “kâgir”, taş veya tuğla harcıyla yapılmış demek.
Ama takılmamak lazım; Türkçeyi doğru dürüst konuşan kaç kişi kaldı ki? Benim asıl dikkatimi çeken, doçentin Ermeni ve Rumlara duyduğu yoğun antipati. Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen Ordu’daki Osmanlı, Rum ve Ermeni mimarisi özelliklerini yansıtan tarihsel evlerden 23’ünün restore edileceğini açıklamış, Doç. Doğan ona “vatandaş olarak, bir bilim adamı olarak” diyerek tepki gösteriyor: “Finansmanını kim sağlayacak? Ermeni diasporası mı? Rum kaynakları mı? Yok efendim devletimiz finanse edecek diyorsanız, ben o zaman rahatsızlık duyuyorum. Benim vergilerimle yeterince Ermeni kilisesi, Rum kilisesi tadilat edildi. Benim toprağımda, kendi vergimle ötekileştirilemem.” Tercümesi:
Bilim insanının objektifliği
1) Gayrimüslimleri “öteki” sayıyor. Kendi vergileriyle cami yapılabilir ama kilise tamir edilemez. İyi de, Gayrimüslimler de (üstelik, epey bol miktarda) vergi verdikleri halde, hiç bu insanların devletin cami ve imam-hatip lisesi yapmasına itiraz ettiklerini duydunuz mu? Hatta, Müslümanların aksine, Lozan md. 40 gereği kendi okul ve mabetlerini kendileri finanse ediyorlar. Aslında Lozan md. 41/2’ye göre bu okulların “hakkaniyete uygun ölçüde” kamu bütçelerinden yararlanması lazım da, kim vermiş ki kim alabilsin?
2) Etik diye bir sorunu yok. Biz Türkler, adı bile Yunanca olan (Anatoli: Doğu, güneşin doğduğu yer) bu yarımadaya 11. Yüzyılda göçmen olarak vardığımızda, Ermeniler ve Rumlar kadim zamanlardan beri buranın otokton (yerli) halkıydı. Osmanlı eliyle imparatorluk kurarken zapt ettik, tamam. Ama İttihatçı eliyle ulus-devlet kurarken hiç de “tamam” değil. Çünkü Osmanlı’nın aksine, 1914’ten itibaren Rum, 1915’ten itibaren de Ermeni bırakmadık Anadolu’da. Tarlalarını, tezgâhlarını, evlerini ve kiliselerini gasp edip, kovduk. Şimdi bu “ganimet”lerimizin tamir ücretini Ermeni ve Rumlardan istiyoruz, öyle mi? Biraz ayıp olmuyor mu?
3) Doçent’in tarih ‘tahsili’ de Sakallı Celal’e uygun. “Erivan’da bizim yüzlerce eserimizi yerle bir ettiler. Hadi buyurun. Erivan’daki Türk eserlerinden birini restore edin. Bu restorasyonu yaparken de Türk evini restore ediyoruz diye manşet atın. Buna müsaade eder mi Ermenistan?” diyor. Bunu bilemem de, hem biraz tarih bilirim, hem de Erivan gördüm:
Kentte yüzlerce tarihsel Ermeni eseri yok ki Türk eseri olsun. Çünkü Büyük Selçuklulardan (1040-1157) sonra 13. Yüzyılda Moğollar her şeyi yakıp yıktılar. Anadolu Selçukluları buraya ulaşmadı. Osmanlı Erivan’da hiçbir kalıcı egemenlik kurmadı; zaten bölge 1639’da Kasrı Şirin sonucu İran tarafında kalmıştı. Üstelik Erivan 20. Yüzyıl başında 20.000’lik yoksul bir kasabaydı ve Kasım 1920’de kurulan Sovyet Cumhuriyeti, 1827’de başlayan Rus işgalinden kalma 8 camiyi ve tüm kiliseleri laikçilik politikası icabı kapattı, yıktı veya yıkılmaya bıraktı. Şu anda “kültür merkezi” olarak kullanılan tek cami, 1999’da restore edilen 18. Yüzyıl İran camisi.
Van minüt. Bir an için doçentin bütün söylediklerinin doğru olduğunu varsayarsak, bunun sebebi Türkleri “öteki” sayan ve tarihsel eserlerinin kendi vergileriyle restore edilmesine karşı çıkan Ermenistanlı milliyetçiler olmasın?
Bu bir nefret söylemi
Bir nefret suçunun iki unsuru vardır: 1) Ceza hukukuna göre işlenmiş bir suç (ör. birini öldürmek); 2) Bu suçun bir önyargı nedeniyle işlemiş olması (Gayrimüslim diye öldürmek). Yani, nefret söylemi, bir noktada, nefret suçunun işlenmesi için önkoşuldur.
Türk Dili doçentinin bu demeci nefret suçu mu? Hayır. Ama bir nefret söylemi. Şimdi bir düşünün bu Bölüm Başkanı’nın yetiştirdiği öğrencileri. Gayrimüslimler hakkında neler öğreniyorlar acaba? Üstelik Doğu Karadeniz gibi bir bölgede? 19 Kasım 2009 tarihli Taraf’ta açıklanan, “AKP üzerindeki baskıları artırarak, hükümeti yıpratmak için gayrimüslimleri hedef alan” dört aşamalı “Kafes Eylem Planı” ortamında?
5 Şubat 2006’da Rahip A. Santoro’yu Trabzon’da, 19 Ocak 2007’de canım ciğerim Hrant’ı İstanbul’da, 18 Nisan 2007’de üç Protestan’ı Malatya’da, 3 Haziran 2010’da Rahip L. Padovese’yi İskenderun’da öldürdüler. 1 Temmuz 2006’da Rahip Brunissen’i Samsun’da, 17 Aralık 2007’de Rahip A. Francini’yi İzmir’de bıçakladılar. 16-19 yaş arasındaki bu gençler, kendi istikballerini de söndürecek bu saldırıları gasp için mi yaptı, yoksa “Türklük” uğruna mı?
Not: Yazıyı yazdıktan sonra merak edip internete girdim. İlginçlik arttı. Ordu Rektörü Prof. Kefelioğlu şöyle demiş: “Öğrenciler, bölüm başkanlarının derslerde, kendi düşüncesinden olmayan öğrencilere sürekli hakaretler yağdırdığını ve farklı illerden gelen öğrencilere sürekli baskı uyguladığını iddia ediyorlar. Soruşturma başlattık.Tek doçent olduğu için bölüm başkanı olmuştur”. Doç. Doğan ise iddiaları reddetmiş: “Ben Türk bilim adamıyım ve derste anlattığım şeyler de Türklükle ilgili olacaktır. Tüm iddialar iftiradır”. http://www.gazete5.com/haber/ordu-universitesinde-sorusturma-doc-dr-ismail-dogan-6-kasim-201-56052.htm
Pazar, 14 Ağustos 2011 12:06
(Radikal 2 – 14.8.2011)

Yorumlar kapatıldı.