İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dersimiz Kadim Dil Süryanice Olunca

Zeynep Tozduman
Yaklaşık 25 gündür Mardin-Artuklu Üniversitesinin açmış olduğu Yaşayan Diller bölümünün ‘’SÜRYANİCE ‘’ kursu için Mardin’(Turabdin) deydim. Bu süre içersinde ülkede gündemler O kadar değişti ki; değişmeyen tek şey devletin bölgede sürekli sert tedbirler yüzünden halkların ateşte semaha durmasıydı. Kursa kaydımı yaptırdıktan sonra büyük bir heyecan içinde çok sevdiğim bu halkın dilini öğrenmek ve yaşatmak için kursiyerler arasındaki yerimi aldım.  

Üç hafta süren kurs için hafta içi üniversiteye yakın ve ulaşım imkânları olduğu için dört gün Deyrul Zafaran manastırında kaldım. Hafta sonu üç gün ise Mor Gabriel manastırında konaklayarak kadim dil Süryanicenin temelini öğrenip, yüreğimin bir yarısını orada bırakarak İzmir’e geri döndüm. Süryanice kursu vesilesi ile ilk kez bu kadar uzun kaldığım Mardin (Turabdin)’de dostluğun, sevginin, huzurun hoşgörünün güzelliklerini yaşayarak geri dönmek ne kadar hüzün verici ise de her iki manastırda gördüğüm ilgi ve insan sevgisi o denli yürek yakıcıdır. Artuklu Üniversitesinde ders veren hoca (malfono) Amerika’dan transfer edilmiş bir Profesör, Abdülmesih Sadi. O,bizlerin bu ülkede hiç alışık olmadığımız kadar sıra dışı bir profösördür, mütevazı, sabırlı, işinin ehli ve işine sadık, yüreği memleket hasretiyle yanan… Oysaki diasporada yaşayan Süryanilerden sadece biriydi malfono. Sanırım bu olsa olsa SÜRYANİ olmanın farkıdır dedirten cinsinden. Süryani halkının genlerindeki hoş görü, sabır ve insan sıcağı Hocamızda(Malfono) da vuku bulunca dersi sevmemek mümkün değil. Sınıfın büyük çoğunluğu Bölgenin insanlarıydı. Süryaniceye yabancı değildiler hiç biri. Ben hariç. İzmir’li ve bir Türk olarak bölgede gördüğüm beni komplexe sokan, ezildiğim konu ise sınıfta ve dışarıda herkesin en az 3-4 dil bilmesiydi. En yaygın kullanılan diller Kürtçe, Arapça, Mıhalmice ve Süryanice. Bize çok küçükken öğretilen ‘’bir dil bir insandır’’ sözü geliyor beynimin tam orta yerine. O coğrafyada ve özellikle manastırlarda kaldığımda en zorlandığım şey ise bu kadim dillerin hiçbirinin benim yaşadığım coğrafyada etkin olmadığından diyalogları istediğim gibi geliştirememektir. Sözde modern Batıda doğdum, yaşadım ama Türkçe ve Giritçe’den başka dil öğrenmemenin ezikliği ile büzüldüm durmaksızın. Bölgede çok dilliciliğe bu kadar tanık olduktan sonra şimdilerde ise Vahşi Batı dediğim Egede tekçilik (tek dil, tek bayrak, tek ırk) ne kadarda başarılı olmuş meğerse. Biliriz ki, herkes kendi toprağına yakışır,(ben ise bir denizkızıyım, benim toprağımda Deniz) Dil terörüne rağmen sevdiğim Kent İzmir’den Mardin’ (Turabdin)le buluşmak o kadar keyif verici ki. Tıpkı diasporada yaşayan ekonomik-politik-psikolojik nedenlerden ötürü yurdunu, ata toprağını terk etmek zorunda kalan Süryanilerin sevdası gibidir sevdam. Semitik dil grubundan olan Süryaniceyi yazmak ise okumaktan daha keyifliydi benim cephemden. İlkokula başlayan çocuklar gibi heceleyerek okumak ve Süryani alfabesiyle buluşmak tıpkı bu halkla buluşmak kadar güzeldi. Süryani gençleri manastırda beni çalıştırırken içden içe gülüşlerini ise asla unutamam. Saf ve munzurca çocuksu gülüşleri ne çok özlemişim meğerse. Yeniden çocukluk ülkesine dönmek müthiş bir duygu. Sağolasın Lukas,Cello,Davud,Bünyamin,Yakup,Gabriella ve daha niceleriniz. Deyrul Zafaran manastırında kaldığım akşamlarda gözlerinde mutluluk pırıltıları gördüğüm çocuklarla Mor Gabriel’deki çocukların gözlerindeki ışık ne çok birbirine benziyordu görmeliydiniz. Deyrul Zafaran’da Suriye’den gelen rahip ise insan sevgisi, cana yakınlığı ile manastırı ve çocukları kuşatırken Mor Gabriel’deki rahiplerin ruhani güzellikleri akla getiriyordu. Her iki manastırın saygı değer metropolitleri ve yöneticileri Süryanice öğrenmem konusunda o kadar yardımcı oldular ki, İzmir’li olmam okulda dezavantajken sayelerinde avantaja dönüştü. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi ‘’GEL, GEL NE OLURSAN GEL ’’ Sözleri sanki bu kadim halkın ruhanilerinin çağrısı gibiydi. İnsan sevgisiyle yoğrulmak, içindeki kötülükleri ehlileştirmek isteyen herkes her iki manastırıda mutlaka görmeli diyorum. Ne yazık ki, Mor Gabriel manastırı yaklaşık 3 yıl süren davalarla boğuşmakdan nefes alamaz hale gelirken Deyrul Zafaran manastırı ise kendi içindeki sorunlarla boğuşmaktadır. Devlet her iki manastırdan elini çekse daha o kadar güzellikleri İnsanlığın hizmetine sunacaklarından eminim. Kursdayken içimi acıtan haberlerden biride Anayasa mahkemesinin verdiği tartışmalı kararı. Anayasa Mahkemesi (AYM) iki hafta önce ‘Favlus Ay isimli Süryani bir vatandaşın, anadilinde bir soyadı (Bartuma) almasını yasaklayan yasa hükmünü’ inceledi ve bu hükmü, anayasaya uygun buldu. Bu, Anayasa Mahkemesinin ‘soyadı’ konusunda verdiği ikinci tartışmalı karar. Hatırlanacak olursa Mahkeme ‘kadınlara, evli olduğu erkeğin soyadını taşımak zorunluluğu yükleyen yasa hükmünü’ de anayasaya uygun bulunmuştu. Ne! acı bir durum mezopotamyada biz Türk’lerden çok önce yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişi olan kadim halkın kendi Anadilinde bir isim ve soy isim koyamaması. Bu acı olmaktan öte bizim ayıbımızdır aynı zamanda. Yıllar önce Turgut Özal döneminde Bulgaristan’daki Türk’ler, çocuklarına Türkçe isim koyamıyor diye feveran eden Devlet iş kendi ülkesindeki azınlıklar ve Kürtler oldu mu? Nasılda çifte standartlı davranıyor. Hala 1924 anayasası ve 12 Eylül anayasası ile yönetilen ülkemde demokratik ve eşitlikçi bir anayasa söylemi ile iktidara gelen anlayışların, anlaşılan azınlıklar lehine bir adım atacağı yok. Devletin üniversitesi nezdinde Süryanice kursu açan bir devlet neden Süryanice soy ismine bu kadar tepkili anlamak mümkün değil. AB’ye şirin görünmek mi? Unesco’nun 2007 yılında koruma kapsamına aldığı Süryaniceyi korumak için mi? Yâda seçim öncesi Süryani oylarına göz dikildiğinden midir? Nedir bu çelişki. Devletin Anayasa mahkemesi ile devletin üniversitesi ters orantılı olarak varlığını devam ededursun. Bu halka 1915’den bu yana yaptıklarımızın artık bedelini ödeme zamanı gelmedi mi? beyler. Resmi bir özür dilenene kadar bu halk yok olacak nerdeyse. Süryanice kursunun açılmasıyla sevinçleri umuda dönüşen bu halka aba altından sopa göstermekten gelin vazgeçelim artık. Bu halk yeterince sabırla sınandı. Oysaki sadece sevdiler Bet Nahrin’i bir oğulu, bir kadını sever gibi. Bırakın herkes kendi anadilinde eğitim alsın, herkes kendi inancını korkusuzca ve huzur içersinde yaşasın. Bu bizi bölmez, ayrıştırmaz tam tersi zenginleştirir. Tıpkı benim Mardin/Artuklu üniversitesinde sınıfda yan yana olduğum Kürdü, Arabı, Mıhelmisi, Süryanisi, Türk’ü, hiristiyanı, Müslümanı, tesettürlüsü, başı açığı ile zenginleştiğimiz gibi. Bizler sınıfda bölünmedik, çoğaldık ve köklü dostluklar kurduk.Süryaniceyi öğrendikden sonra Ekim ayı gibi Kürtçe ve İbranice kursuna gitmek var şimdide. Çağdaş bir Türkiye için gelin sizde Azınlıkları ve ezilen halkları, asli unsur Kürtleri, Emekçileri kapsayan çağdaş, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasayı hep birlikte inşa edelim. Dersimiz Süryaniceden hayatın diğer bir gerçeğine dönecek olursak. Son söz olarak, Bölgede yaşanan savaşın son bulması için başda Kürt halkının ve diğer bütün halkların daha fazla canı yanmadan herkes Barışdan yana talepleriyle seslenişde bulunsun. Seslerimizi barış adına yükseltelim, çoğaltalım hep birlikde.1990’lı yıllara dönmemek için sivil itaatsizlik yapalım bir kez olsun. Çünkü Bölgede savaş devam ettiği sürece Ne metropollerde, Nede bölgede Ne Türk, Ne Kürd, Ne Mıhelmi, Ne Süryani, Ne Ermeni, Ne Alevi, Ne Arap’ nefes alamayacak bir kaosa süreklenecek yoksa. Bu ateş hepimizi yakacak. Haydi, gelin daha fazla analar ağlamadan ivedilikle Barışa çağrı yapalım.
 ZEYNEP TOZDUMAN  zeynoege@mynet.com

Yorumlar kapatıldı.