İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türküm, doğruyum, çalışkanım

Oray Eğin/ Akşam
Aşure gibi bir ailede büyüdüm. Bir yanım sekizde bir Kürt. Anne tarafımda Tatarlık var. Bir başka kökenime bakıyorum, kaçınılmaz Ermeni izlerimiz ortaya çıkıyor. Gürcülük de var. Yalçın Küçük’e sorulursa bir yandan da ‘dönmelik’ duruyor. Bir de birkaç sene önce ‘kültürel olarak Yahudi’ olduğumu söylemiştim ya… Alın size karmaşa… Geniş ailemizde Koreli bir gelinimiz var. İsveçli, Amerikalı yakın akrabalarımız da var. İnanan Müslüman da var, ateist de, Hıristiyan da. Bir kuzenim Yahudi bir kıza aşık. Çocukluğum Yahudi arkadaşlarımla geçti, sonradan en yakın arkadaşlarım Alevi oldu, hayatımın en güzel günlerini de Kürtlerle geçirdim. Bütün bu karışım beni Türk yapıyor.
 

Bundan birkaç sene önce Cihangir’de bir pastanede kahvaltı ederken birden şiddetli yağmur bastırdı. Bizim masa saçağın altında olduğu için korunaklıydık, o sırada yağmurdan kaçan birine de yer verdik.
 Üzerimde rengini Jamaika bayrağından alan bir sweat-shirt vardı. Siyah üzerinde yeşil ve sarı şeritleri alan.
Masamıza davet ettiğimiz geçici gözlerini üzerimdeki kıyafete dikti ve ‘Utanmıyor musun bunu giymeye’ dedi.
 İlk başta anlamadım. Bir an düşündüm, yine anlamadım.
‘Nasıl yani, ne varmış bunda’ dedim.
 Benim Kürt propagandası yaptığımı, terör örgütünün renklerini üzerimde taşıdığımı söyledi. ‘Utanmıyor musun’ diyordu. Farkında bile değildim.
 Dahası, üzerimde kırmızının eksik olması da onun için bir şey ifade etmiyordu. O kadar gözü dönmüştü önyargıdan.
 Kaldı ki, rengarenk giyinmeyi seven biri olsam yeşil-kırmızı-sarı taşımaktan da hiçbir zaman çekinmem, bunun neden problem olacağını bir türlü anlamam. Yaradılışım böyle. Başka insanlar simgelere önem atfedebilir, ben dünyaya böyle bakmıyorum.
 Önceki gün İsmet Berkan hepimizin içinde bir ırkçı olduğundan, bunun çeşitli zamanlarda hortladığından bahsediyordu.
 Hiç üzerime alınmadım.
 Ne yalan söyleyeyim, herhalde yaradılışım böyle, bir insanın ‘farklılığı’nı gözüm ilk anda algılamıyor bile. Ten rengi, dini, aksanı, görüntüsü, mezhebi, adı… Dikkat etmiyorum bile.
Zaten nasıl bunlara takılabilirim? Kendimi bile yaşadığım toplumda bir azınlık olarak görüyorum. Azınlık olmak illa ki ırkla, dinle, dille de ilgili değil. İnsan bazen yaşayışıyla da kültürel azınlık oluyor. Beyaz, Sünni, erkek, Türk doğsanız bile…
 Ben yine de şanslı olanlardanım.
 Aşure gibi bir ailede büyüdüm. Bir yanım sekizde bir Kürt. Anne tarafımda Tatarlık var. Bir başka kökenime bakıyorum, kaçınılmaz Ermeni izlerimiz ortaya çıkıyor. Gürcülük de var. Yalçın Küçük’e sorulursa bir yandan da ‘dönmelik’ duruyor. Bir de birkaç sene önce ‘kültürel olarak Yahudi’ olduğumu söylemiştim ya… Alın size karmaşa.
İşin aslını hiç bilmiyorum ama, bu konular hiç konuşulmadı ben büyürken. Üzeri örtüldüğü için değil, hiç gündeme gelmesine, altının çizilmesine ihtiyaç olmadı.
 Bu aralar en yakın arkadaşım adı aynı anda hem ‘Ali’ hem de ‘Joon’ olabilen beş yaşındaki çekik gözlü kuzenim. Geniş ailemizde Koreli bir gelinimiz var. İsveçli, Amerikalı yakın akrabalarımız da var. İnanan Müslüman da var, ateist de, Hıristiyan da. Bir kuzenim Yahudi bir kıza aşık. Çocukluğum Yahudi arkadaşlarımla geçti, sonradan en yakın arkadaşlarım Alevi oldu, hayatımın en güzel günlerini de Kürtlerle geçirdim.
 Bütün bu karışım beni Türk yapıyor.
Hadi ‘Türk’ ırkçı çağrışım yapıyorsa, kullanılış şekli böyle olmamasına rağmen hiç tartışmayacağım. Türkiyeliyim derim, hiç gocunmam.
 Benimki özel, eşi benzeri olmayan bir Türkiyelilik değil oysa. Bu ülkenin çoğunluğu kendi kökenini kazısa, kendi aile ağacını çıkarmaya kalksa sonsuz bir karmaşa içinde bulur kendisini. Nereden gelmişiz, nasıl karışmışız, kim bilir başka ne öyküler çıkar.
 Hiçbirimiz ‘ari ırk’ değiliz sonuçta, hepimizin geçmişi zenginlik dolu. Bizi Türkiyeli yapan da bu iç içe geçmişliğimiz, bu mozaik.
 Peki nasıl bu mozaik çatırdıyor? Zeytinburnu’nda kendilerine ‘Türk’ diyen bir grup sırf Kürt oldukları için başkalarına saldırabiliyor? İstanbul’un en medeni konser salonunda nasıl Kürtçe söylediği için bir şarkıcı, bir dil yuhalanıyor? Miting meydanlarında ‘O adam Alevi’ denince binlerce insan nasıl yuhalayabiliyor?
 Sanki yolun başında bir yerlerde çok temel bir hata yapmışız gibi geliyor. İnkar ederek, yok sayarak belki.
 Yazımın başında bahsettiğim Milli Eğitim’den emekli bir öğretmendi.
 İlk simge nikah
 New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg kendi yetkilerini bizdeki meslektaşlarının aksine şova dönüştürmeyi seven biri değil. Nikah kıyma yetkisini de sömürmüyor. Bugüne kadar sadece iki nikah kıydı.
 Dün ise üçünü çifti de evlendirdi. Ancak bu seferki nikah hepsinden farklıydı. Yaklaşık bir ay önce geçen evlilik eşitliği kanunu dün yürürlüğe girdi New York’ta. İlk gün evlenmek için de öyle çok başvuru oldu ki sonunda New York Belediyesi şanslı çiftleri kurayla belirlemek zorunda kaldı.
 Michael Bloomberg bu süreçte tek bir torpil yaptı. Bir çiftin ilk gün evlenmesini sağladı, nikahlarını da bizzat kıydı.
 New York Belediyesi’nin başdanışmanı John Feinblatt ve tüketici hakları sorumlusu Jonathan Mintz. Çift aslında iki kızlarıyla yıllardır bir aile hayatı yaşıyor. Bugüne kadar evlilik konusu evde açılmamış. Çocukları ne zaman kendi ailelerinin okulda gördüklerinden farklı olduğunu sorgulamaya kalktığında konu geçiştirilmiş.
 ‘Baba siz evli misiniz’ gibi sorular gelmiş tabii zaman içinde.
 Feinblatt-Mintz çifti son derece konvansiyonel bir hayat yaşamalarına rağmen neden bugüne kadar eşcinsel evliliğine izin veren diğer eyaletlerde evlenmediklerini şöyle anlatıyor: ‘Biz New York’luyuz, yaşadığımız yer burası.’
 Aslında hemen evlenmek akıllarından yokmuş bile. Ta ki Michael Bloomberg bir gün danışmanına ‘Jonathan’la evlenmek ister misiniz’ diye sorana kadar. Belediye Başkanı’nın bu eşitlik üzerine bu kadar çalışmasında takdir edilecek bir taraf var kuşkusuz. İlk başta kendi danışmanını evlendirerek de destek mesajını en net şekilde vermek istiyor belli ki.
 Çift çocuklarıyla beraber yüzük seçmişler, düğün pastası ise işin en eğlenceli kısmıymış.
Ne diyelim, bir yastıkta ‘koca’sınlar.
 İroni mi
 Basın özgürlüğü konusunda sicili hiç temiz olmayan gazetelerden biri Vatan; çok kısa süre içinde iki yazarının yazısını basmadı, biri istifa etti, diğerinin de işine son verdi. Necati Doğru ve Mine G. Kırıkkanat olayları daha unutulmamışken geçen gün birinci sayfasında koskocaman MSNBC’nin işine son verdiği Cenk Uygur’un hakkını arıyor.
 Haberdir, tabii ki yapılsın… Cenk Uygur’un da hakkı aransın.
 Ama insana dön de bir aynaya bak denmez mi?
http://www.aksam.com.tr/turkum,-dogruyum,-caliskanim-3184y.html

Yorumlar kapatıldı.