İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’den tehdit olamaz

Pankaj Mişra

Siyasi ve ekonomik açıdan kendisini yeniden keşfetmeye başlayan Türkiye, artık izole bir ülke değil ve onun kaderi, küreselleşmiş yeni dünyada diğer ulusal rotaların belirlenmesine katkıda bulunacak…Etnik olarak temizlenmiş İstanbul, şimdi çok kültürlü geçmişini bir tür öz bilinçle ve kâr amacıyla kurtarmaya çalışan bir liman şehri. Kuzguncuk da İstanbul’daki yaratıcı mimarlar, sanatçılar, gazeteciler ve tasarımcıların da katkısıyla mutenalaştırılmış; semtin yenilenen cumbalı Osmanlı evleri eski İstanbul’un küçük bir resmi gibi adeta. Tam da ‘eski’ Avrupa’yla bağlarını yeniden tesis ettiği sırada İstanbul, bir şehrin egzotik mazisinin nasıl sosyetik bir kültür tüketimine tahvil edilebileceğini gösteriyor.

Siyasi ve ekonomik açıdan kendisini yeniden keşfetmeye başlayan Türkiye, artık izole bir ülke değil ve onun kaderi, küreselleşmiş yeni dünyada diğer ulusal rotaların belirlenmesine katkıda bulunacakAsya’nın kadim şehirlerinden birçoğu gibi İstanbul da sürekli olarak yeni insan ve fikir hareketlerinin gelip geçtiği ve üst üste kazındığı bir parşömen adeta. Bu çok katmanlı kimliğin en bariz görüldüğü İstanbul semtlerinden biri, Boğaz’ın Asya kıyısında yer alan Kuzguncuk. Rivayete göre, 15. asır sonlarında İspanya’dan çıkarılan Yahudiler önce buraya yerleşmiş. Komşularıysa Rumlar, Ermeniler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kozmopolit tüccar topluluklarının parçası olan diğer Hıristiyanlarmış.

Şu an nüfusun neredeyse tamamı Müslüman. Geçen hafta semtin sokaklarında gezinirken bir sinagoğa ve bir Ermeni Ortodoks kilisesine rastladım. Her ikisi de daimi olarak kapalı görünüyordu. Bize Rum Ortodoks kilisesinin kapısını açıp sadece eliyle uzaklaşmamızı işaret eden adamsa, kuşatma altında olan bir azınlığın somurtkanlığına sahipti. Yol arkadaşım, İstanbul’da kalan bir avuç Rumun mutlu olmak için pek sebebi olmadığını söyledi. Haklı. İstanbul, son gayrimüslim azınlığını, Türk milliyetçiliği sebebiyle, yaklaşık yarım asır önce kaybetti. Yahudilerin, Rumların ve Ermenilerin terk ettiği evlere Karadeniz Bölgesin’den gelen taşralı göçmenler yerleşti.
İstanbul’un kültür tüketimi
Etnik olarak temizlenmiş İstanbul, şimdi çok kültürlü geçmişini bir tür öz bilinçle ve kâr amacıyla kurtarmaya çalışan bir liman şehri. Kuzguncuk da İstanbul’daki yaratıcı mimarlar, sanatçılar, gazeteciler ve tasarımcıların da katkısıyla mutenalaştırılmış; semtin yenilenen cumbalı Osmanlı evleri eski İstanbul’un küçük bir resmi gibi adeta. Tam da ‘eski’ Avrupa’yla bağlarını yeniden tesis ettiği sırada İstanbul, bir şehrin egzotik mazisinin nasıl sosyetik bir kültür tüketimine tahvil edilebileceğini gösteriyor.
Sütlü kahvelerini yudumlayan liberallerin mutenalaştırma teşebbüslerine karşın, eski işçi sınıfı semti hâlâ sosyal bakımdan muhafazakâr orta tabaka Müslümanların hâkimiyetinde; bu kesim, üçüncü genel seçimini ezici bir zaferle kazanan AKP için sağlam bir oy deposu.
20 yıl önce birileri ülkenin laik seçkinlerine, İstanbul’da yoksul bir hayattan gelen Erdoğan gibi dindar bir Müslümanın, günün birinde ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana en güçlü lider ve Anadolu’nun yıllarca görmezden gelinen ve şimdi toplumsal yükseliş halindeki Müslümanlarının sözcüsü olacağını söylese inandıramazdı.
Erdoğan, elbette hızla büyüyen ve İstanbul’un kendisini yeniden keşfetmesini sağlayan ekonominin rüzgârını da arkasına aldı ve ekonomi politikalarını hızla günün şartlarına uydurdu. Bloomberg Businessweek’teki bir haberde de işaret edildiği üzere, Erdoğan ülkenin iş dünyasındaki seçkinleri memnun ederken, ‘bir popülist görüntüsü vermek’ gibi ‘hassas bir siyasi marifeti’ de gösterdi.
Erdoğan’ın başarısı, Türkiye’nin siyasi İslam, bilhassa da baskıcı laik diktatörlüklerin pençesinde kıvranan Arap ülkeleri için cazip bir model teşkil edip etmeyeceğine dair tartışmalara vesile oldu. Gerçekten de Türkiye, Hindistan’dan Cava’ya kadar tüm Müslümanların Osmanlı sultanına halife olarak baktığı ve kendilerini Avrupalı emperyalistlerden kurtarmasını umduğu 20. asrın başından bu yana Müslüman dünya üzerinde hiç bu kadar büyük nüfuza sahip olmamıştı. Sonraki dönemde Mısır’da Cemal Abdülnasır, İran’da Şah Muhammed Rıza Pehlevi ve Pakistan’da Muhammed Ali Cinnah gibi sömürgecilik sonrası laik liderler, ulus-devletlerini Atatürk’ün modeline göre inşa etmeye çalışacaktı.
Atatürk öncesine dönmek
Bugün Erdoğan uluslararası alanda, sultandan veya Atatürk’ten bile daha popüler gibi görünüyor –ve bu popülerlik, İsrail’in Filistinlilere muamelesini sert biçimde eleştirdiği için halk kahramanı haline geldiği Arap sokaklarından ibaret de değil. Geçen yıl eski Malezya Başbakan Yardımcısı Enver İbrahim’le konuştuğumuzda, Erdoğan’ın siyasi yolculuğunu hayranlıkla takip ettiğini söyledi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Asya’da ülkesine saygın bir yer kazandırmaya niyetli görünüyor. Türkiye, daha önce hasım addedilen Suriye, İran, Irak ve Ermenistan gibi komşularla ‘sıfır sorun’ amaçlayan yeni bir dış politika tasarladı.
Ülkenin iç ve dış siyasetindeki ciddi değişiklikler, bazı Batı başkentlerinde alarm zilleri çaldırıyor. Türkiye, on yıllardır devletin dayattığı laiklikten ve jeopolitik pasiflikten uzaklaşıyor mu? İran’ın yolundan gitme ihtimali var mı? Müslüman Kardeşler gibi bölgedeki diğer İslami hareketleri destekleyecek mi?
Sözgelimi Harvard tarihçilerinden Niall Ferguson’a göre, Batı derin endişe duymalı, zira Türkiye ‘Ortadoğu’da yeni bir Müslüman imparatorluk’ kuruyor. Geçen ay AKP’nin kazandığı zaferden sonra Ferguson, Erdoğan’ın otoriterliği, İsrail’e yönelik sert eleştirileri ve Arap Baharı’nı kendi avantajına istismar etmek yönündeki ‘ustalıklı manevralarına’ dair uyarılarda bulundu. Ferguson, “Erdoğan’ın amacı, Türkiye’nin sadece sıkı biçimde Müslüman olmakla kalmayıp bölgesel bir süpergüç olduğu Atatürk öncesi döneme dönmek” diye yazıyordu. Fakat Erdoğan’ın, ülkesinin Atatürk öncesi ‘haşmetini’ yeniden tesis etmeyi planladığı düşüncesi ona has değil. Mantıklı bir düşünce olduğu da pek söylenemez. Osmanlı İmparatorluğu, ‘katı Müslümanlıktan’ çok uzaktı ve asırlarca azınlıklara karşı hoşgörü gösterdi ve tebaasının çeşitliliğinden güç aldı. Ancak son yıllarında, milliyetçi azınlıkların isyanları ve Avrupalı güçlerin vurduğu darbeler sonucu bu özelliği aşındı ve imparatorluk, bir son savunma çaresi olarak pan-İslamcılığı benimsedi. Atatürk’ün iktidara gelir gelmez halifeliği kaldırması hiç şaşırtıcı değildi.
Alevi-Sünni gerilimi
Erdoğan, ordudaki seleflerinden daha otoriter değil. 1980’lerde sol radikalizmle mücadele için İslam’ı tekrar kamusal hayata sokan, ordudan başkası değildi. Bununla birlikte Erdoğan, birçok lider gibi, Arap Baharı’na uygun karşılık verme çabasında; şu an Suriye’den Türkiye’ye akın eden mülteciler nedeniyle istikrarsızlaştırıcı potansiyel taşıyan bir durumla yüz yüze. Suriye’nin mezhep savaşına sürüklenmesi halinde Türkiye’deki Alevilerle Sünniler arasındaki gerilimler de artabilir; Ankara’nın yıllardır Kürt ayrılıkçılarla içinde bulunduğu çatışmanın daha da içinden çıkılmaz hale geleceğini söylemeye bile gerek yok.
Derinlerde başka sorunlar da var. İstanbul’un pırıltısı yanıltıcı olabilir, zira Anadolu’nun büyük kısmı hâlâ başka bir asırda yaşıyor. Kısa dönemli sermaye akışlarına dayanan hızlı ekonomik büyüme garanti değil.
İş dünyasının seçkinlerini yatıştıran Erdoğan, ekonomik bir kriz Anadolu’nun hevesli orta sınıfının oluşturduğu diğer seçmenleri arasında popülist öfkeyi tetiklediği takdirde, kendisini sallantıda bulabilir. Böyle bir durumda yolculuğunu ideolojiden pragmatizme geri çevirmeye mi çalışacak? Yoksa İslam’dan veya sözümona ‘yeni Osmanlıcılıktan’ güçlü konumdaki milliyetçi duyguların gücüne mi yaslanacak?
Türkiye’nin kimliğiyle ilgili tartışılması gereken daha çok husus var. Erdoğan’ın metropol dışına iki yeni uydu kent inşa etmek yönündeki iddialı planı hayata geçse de geçmese de İstanbul parşömeninin üzerine nakşolunacak daha çok şey var.
Türkiye artık izole bir ülke değil ve onun kaderi, küreselleşmiş yeni dünyada diğer ulusal rotaların belirlenmesine katkıda bulunacak. Atatürk’ün laik cumhuriyetçiliğinin doğmasından yaklaşık bir asır sonra, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik açıdan kendisini yeniden keşfi, bir kez daha dünyanın dört bir yanındaki Müslümanları kucaklıyor. Dolayısıyla Müslümanlarla ve Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili paranoyalar üretmekten daha dar bir bakış açısı olamaz. (Yazar, 1 Temmuz 2011)

Yorumlar kapatıldı.