İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zohrab’ın aynasında 100 yıl öncemiz ve bugünümüz

Alper Görmüş

Geçtiğimiz salı Nesim Ovadya İzrail’in 1915, Bir Ölüm Yolculuğu, Krikor Zohrab (Pencere Yayınları, Mayıs 2011) adlı kitabından söz etmeye başlamış, devamını bugüne bırakmıştım.

   

MEDYAİRONİK 01.07.2011
     
 Alper Görmüş köşe yazılarını web sitenize ekleyin 
Geçtiğimiz salı Nesim Ovadya İzrail’in 1915, Bir Ölüm Yolculuğu, Krikor Zohrab (Pencere Yayınları, Mayıs 2011) adlı kitabından söz etmeye başlamış, devamını bugüne bırakmıştım.
Bugün söze kitaptan değil de kitapla ilgili olarak Ferda Balancar’ın AGOS için Nesim Ovadya İzrail’le yaptığı söyleşiyle başlayacağım… Yazarın, Krikor Zohrab’ı Türkiyeli okurlara tanıtma ihtiyacı duymasını anlattığı şu bölüm, Zohrab’ın temel siyasi kişilik özelliğini anlamamız bakımından anahtar niteliğinde:
“Ermeni meselesine ilgi duymaya başladıktan sonra kafamda bir sürü soru işareti oluştu. 24 Nisan tutuklamalarına takıldım. (…) Gerçi Zohrab 24 nisanda tutuklananlar arasında değil. Ama Zohrab’ı okudukça çok özel birisi olduğunu gördüm. Kısmen de kendi siyasi serüvenimle paralellik kurdum. Ben de hiçbir zaman radikal bir insan olmadım. (…) Bir de tarihte ‘Türkler’, ‘Ermeniler’ gibi ifadelerin kullanılması beni çok rahatsız ediyor. Ermeniler ya da Türkler içinden bir kesim bir şeyler yaptığı gibi yapmayanlar da vardı. Türkler şöyledir ya da Ermeniler böyledir gibi ifadeler son derece yanlış ve gerçeği anlamamıza engel. (…) ‘Ermeniler Ruslarla anlaştı, Osmanlı ordusunu 1. Dünya Savaşı’nda arkadan vurdu’ tezi gerçeği tam olarak anlatmıyor. Evet, bunları yapan vardı ama bunlar Ermeni milleti içinde bir kesimdi, Taşnaklardı. Hatta Taşnakların tamamı dahi bu düşüncede değildiler. Orduyu arkadan vurma, içerde isyan çıkarma siyaseti tüm Ermeni milletine mal edilemez. Bu tezi savunanlar doğal olarak sözü tüm Ermeni milletinin tehcir edilmesini, büyük ıstırabın yaşanmasını savunma noktasına getiriyorlar. Zohrab’ın da bu noktada sağlıklı bir yerde durduğunu gördüm.”
Nesim Ovadya’nın “sağlıklı” dediği yer, farklı kimliklerin barış, adalet ve eşitlik içinde yaşayabileceğine inanmayanlar açısından gayet “sağlıksız” bir yerdi. Onların fikrinin ağırlıklı olduğu bir ülkede de bu yer, doğal bir biçimde “belalı” bir yer haline geliyordu. Çünkü Krikor Zohrab gibi kişiler, farklı kimliklerin boğazlaşmasının önündeki en büyük engeldi ve bu nedenle asıl onların ortadan kaldırılması gerekirdi.
“Siyaset, güçlük karşısında hemen kılıca sarılmak değildir…”
19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyıl başında ayaklanmalar biçimine bürünen “uluslaşma” yönündeki örgütlenmeler, bilhassa Nisan 1910’da başlayan Arnavutluk isyanının da etkisiyle Osmanlı yönetiminde büyük bir paniğe yol açmıştı. Çünkü Arnavutlar Müslüman’dı ve İmparatorluk’la en sıkı ilişkileri olan milletti.
Ermeni mebus Krikor Zohrab’ın konuya ilişkin olarak 22 Kasım 1910’da Meclis-i Mebusan’da yaptığı konuşma, Nesim Ovadya’nın dediği gibi, “günümüz Türkiye’sinde yaşanan Kürt sorunu ile önemli paralellikler taşıyor”du. Yine, “tartışılan konu başlıkları ve ortaya konan çözüm önerileri de tanıdık”tı:
“(Hükümet) Bunu tenkil ediyor, meseleyi bitiriyor.
 http://www.taraf.com.tr/alper-gormus/makale-zohrab-in-aynasinda-100-yil-oncemiz-ve-bugunumuz.htm

Yorumlar kapatıldı.