İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İSTANBUL’A VARTENİ GELDİ

Ayşe Günaysu
Gök maviler, toz pembeler, gelincik kırmızıları, güneş beyazları, rüyalar ve anılar geldi.  Çekmeceler, aile fotoğrafları, sararmış kağıtlarda eski mektuplar geldi.  Çünkü İstanbul’a Varteni geldi… Aslen Kayserili olan İstanbullu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş Varteni Mosditchian. 16 yaşındayken Massachussets’e göçmüş. University of Central Florida Güzel Sanatlar Bölümünden mezun olmuş. Çalışmaları New York, Boston, Washington, Paris ve dünyanın çeşitli şehirlerinde sergilenmiş.

Gök maviler, toz pembeler, gelincik kırmızıları, güneş beyazları, rüyalar ve anılar geldi.  Çekmeceler, aile fotoğrafları, sararmış kağıtlarda eski mektuplar geldi.  Çünkü İstanbul’a Varteni geldi.
Taksim’de Pera Sanat Galerisi, ardından Kadıköy’de Pera Güzel Sanatlar Sergi Salonu’nda ince uzun, zarif, arayan ve anlamak isteyen gözlerle bakan, ışık saçan bir kadın bizlere içini açtı, sevgisini, güzelliklere olan inancını getirdi, yarasını gösterdi.
Tablolar bir biri ardına geçiyor gözlerimin önünden.  Aydınlık, neredeyse saydam, sanki cam üzerine yapılmış gibi yüzeyin ötesini, arkasını, ta gerilerini gördüğünüz duygusunu veren, bu yüzden de insanı derinlere, çok derinlere bakmaya davet eden resimler bunlar. Figürler öylesine lekelerin, renklerin içinde erimiş ki, tıpkı insan ruhunun dokusuna işlemiş anılar gibi.
Varteni, İstanbul’daki ilk sergisine Palimsest – Çekmecede Saklı Tarih adını koymuş. Sergisiyle ne yapmak istediğini şöyle anlatıyor: “O an yaşanan canlı deneyimin bir parçası olmak. Günlük yaşamın iç ve dış dünyalarını birbirine bağlamak. İnsanın (sanatta) yabancılaşmasını ve yalnızlığını kazıyıp atmak ve izleyiciye/katılımcıya dibine kadar yaşanmış bir hayat vermek.  İşte palimpsest’in yeniden hayat bulduğu yerdir burası! (Palimsest, bir önceki yazının üzerine yeniden yazılmış, hatta birkaç kez yazılmış bir el yazmasıdır. Çoğu kez hangi  katmanın daha once yazıldığını ayırt etmek olanaksızdır.  Zaten bütün katmanlar saydamdır, buzlu cam gibidir.) Yaratma/resim yapma ediminin kendisi, yok etmeden gerçekleştirilemeyecek bir şeydir.  Bir şeye yeni bir güzellik katmanın kendisi, eski çirkinliğin yok edilmesiyle mümkündür.  Güzellik, kendisi olmayan kötüyü ve çirkini yok ederek varlık kazanır.”
Dediğini yapmış. Güzellik var gücüyle direniyor, kötüye ve çirkine karşı Varteni’nin resimlerinde.
Pari Lyus (Ermenice “günaydın”) adını verdiği resmine bakıyorum: Güneş doğuyor. Güneş canlı bir varlık gibi, döne döne ışık saçıyor, ışığı izleyene akıyor. Bakıyorum, bir kadın mı var orada? Sırtını bize, yüzünü güneşe vermiş? Doğru mu görüyorum? Elleri arkadan bağlı mı yoksa? Kadının boyandığı,   güneşin bütün parlaklığına rağmen aydınlatamadığı o karalarla karışmış koyu kırmızılar, o lacivertler, koyu sarılar neyi anlatıyor? Güneş kadına ulaşacak mı? Onu sarıp sarmalayacak mı?  
Kişisel tarihi büyükannelerinin, büyükbabalarının sürgünüyle, katliamlarla, yağmalarla yazılmış bir kadının kötülüğe, yıkıma, çirkinliğe başkaldırışı bu renkler, bu belli belirsiz, renklerle, ışıkla, gölgeyle, lekeyle  iç içe geçmiş, hayal gibi figürler. Hatırlamalar. Anılar. 
Aslen Kayserili olan İstanbullu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş Varteni Mosditchian. 16 yaşındayken Massachussets’e göçmüş. University of Central Florida Güzel Sanatlar Bölümünden mezun olmuş. Çalışmaları New York, Boston, Washington, Paris ve dünyanın çeşitli şehirlerinde sergilenmiş.
Ve bu yıl, Mayıs ayında İstanbul’a geldi Varteni. Büyükbabasının,  demir anahtarını kimselere vermediği, içi özenle birbirine tutturulmuş mektuplarla dolu çekmecesiyle geldi ve bizleri kendi çekmecelerimizi getirmeye davet etti: “Fiziksel ile fiziksel olmayanı birbiri içinde eritmek ve bu ikisi arasındaki dikotomiyi hissetmek için koreografisi olan bir etkinlik düzenleyecek ve izleyicileri eski ya da yeni mektuplarını, yazılı materyallerini beraberinde getirmelerini isteyeceğim – geride bir şey bırakmak için, çekmecedeki mektup tomarını hatırlatan, bireyin içine girip, içinde resim yaparak ya da kendiyle başbaşa bir şeyler yazarak iz bırakabileceği bir çekmece labirenti… (Yalnızca duygularımız ve düşüncelerimizle başbaşayken özgür olabiliyoruz)… Çekmecelerin tarihi,  her şeye, zamana ve mekana rağmen buluşmak kaderinde yazılı olanları – bizleri –  birbirimize bağlayacak.Çekmecelerin tarihi dönüştürebilir ve yolculuğa çıkarabilir,” dedi bizlere.
Şimdi sergi bitti. Varteni gidiyor. Çekmecesi, mektupları, fotoğrafları ve resimleriyle. Onu kaçımız gördü? Kaçımız dokundu? Kaçımız ona kendi çekmecesini getirdi? Kaçımız tıpkı onun bize yaptığı gibi, ona yarasını gösterdi?  Her şey bir yana haberimiz oldu mu?
Ama Varteni tekrar gelecek. Anılarının peşine düşecek, boyadığı “neden olmasın?”larını, “yapabiliriz”lerini, “yeter ki isteyelim”lerini bize uzatacak, bakın, dokunun, içine girin, gezinin, diyecek.
Gerisi bize, ne olduğumuza, ne olmak istediğimize kalmış.    

Yorumlar kapatıldı.