İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Biz hiç rıza göstermedik

Nazım Kayalar

Ermeni soykırımı, Kürt katliamları, Dersim katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları… Henüz toplumsal bir eylem haline dönüşmese de, önemli sayıda aydın, ilerici ve yine az sayıda siyasi hareket; rejimin son yüz yıllık resmi tarihiyle yüzleşme noktasında oldukça cesur adımlar atıyor. Bu umut verici adımlar, resmi tarihin kendisini ifşa etmesinin de önünü açmaktadır. Bilgiler, belgeler, tanıklar, tanıklıklar daha cesurca gün yüzüne çıkmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tarihi denildiğinde; her şey “tek” şeyde merkezileşiyor. Tek millet, tek vatan, tek dil, tek din, tek… Ancak, sorgulandıkça çatlayan “tek”, aslında bir hiç. Zira, devletin dört elle sarıldığı resmi tarihi, tarih bilimiyle en küçük ilişkisi bulunmamaktadır. Bunu ispatlayan, yine devletin “gizli” tarihi.
Tam 80 yıldır sansürlenen Atatürk’ün mektubunun tamamı ifşa edildi. Mektup, Atatürk’ün dönemin Türk Tarih Kurumu başkanına ateş püsküren yazısını içeriyor. Atatürk, tarih yazımı için Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni görevlendiriyor. Cemiyet, liselerde okutulacak tarih kitaplarının yazımına başlıyor. “İslam Tarihi” ve “Türklerin İslam’daki Yeri” ile ilgili bölümü ise Mısır’daki ünlü El Ezher Cami ve Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri hazırlıyor. Ama Atatürk, Kadiri’nin hazırladığı bölümleri beğenmiyor, düzeltme istiyor. Düzeltmeyi de beğenmeyince başlıyor fetvasını vermeye: “Teyfik Beyefendi! (Dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu) Zakir Kadiri’nin ahmakçasına notlarını düzeltirken bu noktalara dikkat buyurunuz. Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirememek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak, Mısır’ın Camii Ezher’i mezunlarına inanmaktan daha iyidir.’’
Kadiri’nin veya mezun olduğu üniversitenin yeterliliği tartışılabilir. Bilimsel olmak bunu gerektirir. Atatürk’ün mektupta kullandığı üslup ise her türlü tartışmanın dışındadır. Çünkü, ortada bilim değil, devlet otoritesinin en kaba biçimde tarih yazımı söz konusudur.
Onun için bilimsel otoritenin değil, devlet otoritesinin yazımına ‘katkı’ sağladığı tarihten, Ergenekon efsanesi, Türklerin kurttan türemesi, Güneş Dil Teorisi gibi “ucube”ler doğmuştur. Bu ucubelerin fikri sahipleri, İttihak ve Terakki’nin devamcısı Türk milliyetçileri olarak, Alman milliyetçiliğinden devşirme “Bir Türk dünyaya bedel” vecizini de kendilerine rehber edinmişlerdir. Biraz uzun olacak ama yine Atatürk’ün sansürlü mektubundan devam edelim:
“Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanlar (…) Bir hırka ve bir hurma hikâyesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. Bunun gibi Arap ordularının birçok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda geldiği bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığını araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır. Şüphesiz Türkler çok kahraman evlatlar (…) ilim, sanat ve bilhassa askerlik ve başkumandanlık mevkilerini elde etmişlerdir ve sonuçta Arap imparatorluğu unvanını taşıyan bütün memleketlerde birinci derecede güç ve hâkimiyet sahibi olmuşlardır. En nihayet Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanları emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir.’’
Atatürk, bilim adamına, dünyaya bedel bir Türk’ün köle olamayacağını, hele hele bir Arap’a asla köle olamayacağını üstüne basa basa vurguluyor. O zaman, tarih Türk ırkçılığına uygun olarak yeniden yazılacak! Ders kitaplarında Arap ulusal hareketini “Osmanlı’yı arkadan hançerlemek” olarak gören anlayış, günümüze kadar geldi.
“Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” diyor Atatürk, aynı mektubunda. Ne ironi değil mi? Cümlenin sonunda, sansürlenen, “Siz buna razı mısınız?” sorusu bulunuyor.
Ama gerçekten de büyük ironi. Yazan yapana sadık kaldığı için Ermeni soykırımı inkar ediliyor, Kürt halkı imha edilmek isteniyor, Dersim katliamı gizli tutuluyor, Yunanlılar ‘İzmir’e dökülürken’, İzmir’i kimin yaktığı faili meçhul kalıyor… Çünkü, cumhuriyet rejiminin tarih yapıcıları da, yazıcıları da aynı. O tarihi yapanlar tarih karşısında suçlu olduklarından, yaptıkları değil, yapmadıklarına ‘sadık’ kalarak tarihi yazdılar/yazdırdılar.
Bir başka ironi daha. Atatürk, “Siz buna razı mısınız” diye sorarken, Türk milletinin çıkarları adına tarihin çarpıtılmasını istemişti. Bugün ise rıza göstermeyenler, “tarihi yapanlara sadık kalarak”, onların suçlarını ifşa etme cesaretini gösteriyor.
Rejimin kurucu önderi, “Hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” derken doğru söylemiş. Kurduğu rejimin bugünkü sıkışmışlık hali de, üstü örtülmeye çalışılan hakikatlerin kendisidir. Tam da bu yüzden, bize dayatılan rejime ve onun resmi tarihine hiç rıza göstermemiştik.

http://www.atilim.org/haberler/koseler/20110625/kardesce.html

Yorumlar kapatıldı.