İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yakın tarihimizi keşfedenler (!)

Toktamış Ateş / Bugün
Fakat geçenlerde haftalık bir dergi; “Türk Tarih Tezi”ni gündeme getirdi ve birtakım tarihçilerimizin bu konudaki görüş ve yaklaşımlarını yayınladı. Bilimsel açıdan bakıldığında bu tez de ipe sapa gelmez bir zırvadır…Gayrimüslim azınlıklar yani Rumlar ve Ermeniler; kendi tarihleri konusunda epey bilgilidirler ama Müslüman etnik gruplar tarihlerinin nerede başladığı konusunda tereddüt içindedirler.Bunlardan bir kısmı; başlangıç olarak Müslümanlığın kabulünü almaktadır. Selçuklular, Karahanlılar vb. örgütlenmeler; bu anlayış çerçevesinde açıklanabilmektedir. Bir başka kısmı “Anadolu’ya giriş” yani bir anlamda Malazgirt’i başlangıç almaktadır. Bir kısım “tarihler” Osmanlı Beyliği’nin kurulması; bir başka kısmı İstanbul’un Fethi’ni başlangıç almaktadır. İşte Türk Tarih Tezi bu karmaşıklığa son verme amacına yönelik belki de umutsuz bir “çırpınışın” sonucudur. Ve o günlerden bugünlere kadar varlığını bir biçimde sürdürebilmesi de bu konudaki çaresizliğin sonucudur.


****************

 Toktamış Ateş / tokta@bugun.com.tr

Bundan 4-5 yıl önceydi. 1930’lu yıllarda resmi makamlarca ortaya atılan “Güneş-Dil Teorisi”nin; ne derecede gerçekçi olduğu konusunda bir seminer düzenlenmişti.

Bu seminere ben de davet edilmiştim. Ve yaptığım konuşmada; bu teorinin ipe sapa gelmez bir teori olduğunu dile getirmiş ve o günlerin koşulları içinde “Tarih Tezi”ni desteklemek için ortaya atılan bir teori olduğunu vurgulamıştım. Zaten başka ne olabilirdi?..

 Aradan geçen zaman içinde; bu teori bir daha gündeme getirilmedi ya da getirildiyse de ben duymadım. Fakat geçenlerde haftalık bir dergi; “Türk Tarih Tezi”ni gündeme getirdi ve birtakım tarihçilerimizin bu konudaki görüş ve yaklaşımlarını yayınladı.

 Bilimsel açıdan bakıldığında bu tez de ipe sapa gelmez bir zırvadır. Hepimizin ilk ve ortaöğretim tarih kitaplarından aklımızda kalan varsayımsal bir harita vardır. Türkler “anavatandan”; yani Orta Asya’dan yola çıkarak dünyanın dört bir yanına dağılırlar ve uygarlığı her tarafa götürürler. Orta Asya’dan başlayan oklar dünyanın dört bir yanına dağılırlar. Buradaki temel yaklaşım şudur: Dünya üzerinde ne kadar çok uygarlık varsa hepsinin kökeninde Türkler vardır. Zaten Güneş-Dil Teorisi de yukarıda değindiğimiz gibi bu tezi desteklemek için ortaya atılmıştı.

 Xxxxxxxxxx

 Türk Tarih Tezi konusunda görüşlerine başvurulan tarihçilerimiz; genellikle bunun bir “fantezi” olduğunu dile getiriyorlar. Ancak gene görebildiğim kadarıyla; Sayın Prof. Dr. Halil İnalcık dışındaki tarihçilerimiz “her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gereği” üzerinde durmamışlar. Oysaki gerek tarih tezinin; gerekse Güneş-Dil Teorisi’nin ortaya atıldığı dönemin koşulları incelenirse; cumhuriyetimizin nasıl bir “çırpınış” içinde olduğu kolayca anlaşılır ve eğer bu yapılmazsa analiz eksik kalır.

 Cumhuriyet kurulalı henüz 10 yıl olmuştur. Devralınan miras altından kalkılması zor bir mirastır. Özellikle; etnik yapı karman çormandır. Çok uluslu bir imparatorluğun kalıntısı olarak çok farklı etnik yapılar vardır. İnsanlar kendilerini bir ulus çerçevesinde adlandırmakta zorlanmaktadırlar.

 İşte böyle bir yapı içerisinde; her türlü etnik duygunun üzerinde ortak bir “Türklük” kimliği yaratılmak istenmiştir. Ancak ortada çok ciddi sorunlar vardır. Toplum geçmişi konusunda farklı yaklaşımlar içindedir. Gayrimüslim azınlıklar yani Rumlar ve Ermeniler; kendi tarihleri konusunda epey bilgilidirler ama Müslüman etnik gruplar tarihlerinin nerede başladığı konusunda tereddüt içindedirler.

 Bunlardan bir kısmı; başlangıç olarak Müslümanlığın kabulünü almaktadır. Selçuklular, Karahanlılar vb. örgütlenmeler; bu anlayış çerçevesinde açıklanabilmektedir. Bir başka kısmı “Anadolu’ya giriş” yani bir anlamda Malazgirt’i başlangıç almaktadır. Bir kısım “tarihler” Osmanlı Beyliği’nin kurulması; bir başka kısmı İstanbul’un Fethi’ni başlangıç almaktadır.

 İşte Türk Tarih Tezi bu karmaşıklığa son verme amacına yönelik belki de umutsuz bir “çırpınışın” sonucudur. Ve o günlerden bugünlere kadar varlığını bir biçimde sürdürebilmesi de bu konudaki çaresizliğin sonucudur.

 Xxxxxxxxxxxx

 Birtakım tarihçilerimiz; yakın tarihimizi yeniden kaleme almanın ve “ezberlerimizi” bozmanın gayreti içindeler. Bir zamanlar “2. Cumhuriyetçi” olarak gördüğümüz ve isimlendirdiğimiz araştırmacıların farklı alanlara kaymalarına karşılık yeni bazı isimlerin gündeme geldiğini gözlüyoruz. Bunların bir bölümünün görüşlerine göre; Mustafa Kemal’in “Milli Mücadele”deki rolü neredeyse ikinci plana düşüyor. İşin başlangıcı “Teşkilatı Mahsusa” (ki bu görüş bence de çok ciddi bir görüştür) ve Kazım Karabekir’in iradesidir.

 Umudum o ki okuduklarım bir dizgi yanlışı olsun. Genç bir akademisyen Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişini şöyle anlatıyor: “15 Mayıs’ta İzmir’in Yunan işgaline uğradığı haberi alınır. Müslümanlar arasında infial yükselince Padişah Vahdettin’in fahri yaveri olan M. Kemal 3. Ordu kıtaatı müfettişi olarak asayişi sağlamak üzere padişah tarafından vazifelendirilir…”

Yorumlar kapatıldı.