İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Haram kemik’ten bugünlere

Rasim Domaç
Bu topraklarda bir Ermeni ailenin hikâyesi… Kahveci babaannesinin izinden giden nevi şahsına münhasır bir restorancı… Mari Esgici, Diyarbakır’dan başladı anlatmaya, İstanbul’a uzandı. Çoğu zaman Müslüman gibi yaşamak zorunda da kaldık. Bizim gibi yüzlerce Ermeni aile de Müslüman gibi yaşar göründü. Bodruma iner, dua eder, istavroz çıkarır sonra yukarı çıkar Bismillahirrahmanirrahim derdik.
RASİM DOMAÇ Arşivi
Çok da eski olmayan zamanlarda insanlar, kökü derinlerde çınarlar gibi kendi atalarının yaşadığı yerde doğar, kuşaklar boyunca üst üste ölürdü. Bu makbul bir şey sayılırdı. Sonrası malum.
Tüm zorlukların ve aşağılamaların üzerinden atlaya atlaya İstanbul’u kendine mekân tutmuş şahane bir kadın… Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan bir hikâye… Mari Esgici’yi birkaç yıldır Beyoğlu’nda pek rağbet gören Mekan Restaurant’ın (www.mekanrestaurant.com) sahibi olarak, masa masa dolaşıp herkesle sohbet ederken, şarkı söyler ya da masaların üzerine çıkıp fıkra anlatırken gören olmuştur. Esgici’nin bir Ermeni olarak elbette ki anlatacağı başka şeyler de var.
Soyadın nasıl Esgici oldu?
Zakaryan’dı, Esgici oldu. Tatsız olaylar olmuş Diyarbakır’da. O soy isminden kurtulmak istemiş dedemler. Zakaryan soy ismiyle iş bulamamışlar. Esnaflık yapamamışlar.
Hep Diyarbakır’da mı yaşamış ailen?
Evet. Hatta soyumuzun çok ama çok eskilere kadar Diyarbakır’a dayandığını söyler büyüklerimiz. Babaannem ticaret yapardı. Yemek pişirirdi düğünler, davetler için. Suriye’den gelen kurukahveyi kavurup satardı. Çok becerikli bir kadındı. Ben de ona çekmişim.
Diyarbakır’da rahatça kendi dilinizi konuşabilir miydiniz?
Kendi aramızda konuşurduk ama Ermeni olmayan biri gelince hemen Kürtçeye dönülürdü. Bizim evler, taş evlerdi. Mutlaka avlusu olurdu. Orada otururduk, sohbetlerimizi de Ermenice ederdik. Ama Ermeni olmayan bir komşumuz geldiğinde hemen susar, Kürtçe konuşmaya başlardık. Kötü karşılanırdı Ermenice konuşulması… O dönem Türkçe çok az bilinirdi zaten. Özellikle de sonradan Müslüman olan eski Ermeniler çok sinir olurdu Ermenice konuşulmasına.
Neden?
Yeni din değiştirenler yeni dinine ve diline çok bağlı oluyor. Hatta en çok onlar takip ederdi kim Ermenice konuşuyor diye. Sorun çıkarırlardı. Yeni yeni inanmaya çalışırken çok katı olabiliyorlardı. Eski Müslümanlar daha hoşgörülü olurlardı.
‘Mühtedi /dönme’ ahali eskiyle bağını koşulsuz olarak koparmadıkça huzur bulamıyor diyebilir miyiz?
Çok olaylar yaşandı Rasim. Biz çoğu zaman Müslüman gibi yaşamak zorunda da kaldık. Bizim gibi yüzlerce Ermeni aile de Müslüman gibi yaşar göründü. Bodruma iner, dua eder, istavroz çıkarır sonra yukarı çıkar ‘Bismillahirrahmanirrahim’ derdik. Bunlar yaşandı yani. Hatta öyle olurdu ki, iki Ermeni bir araya gelince bile birbirine karşı şüpheyle yaklaşırdı ‘Ya tam Müslüman olduysa?’ diye.
Ermenice biliyor musun?
Konuşurum da o kadar istediğim gibi değil. Ben Ermeni okuluna da gidemedim maalesef. İstanbul’a gelince bizi Ermeni okuluna almadılar. Okul müdürü “Siz Ermeni değilsiniz, Kürtsünüz” demiş babama. Almamış bizi. O zamanlar bu işler karışıktı. İki göbek önce anneannesi Ermeni olan Müslüman birisi de çeşitli nedenlerle “Ben Ermeni’yim, benim çocuğumu okulunuza alın” derdi. Siyasi işler… Kurunun yanında yaş da yanıyordu tabii.
Ermeni olduğun için çocukken arkadaşlarınla oyun oynarken, sorun çıkar mıydı?
Daha çok büyükler yapardı öyle şeyleri. Ben nohut tozu çok severdim çocukken. 5-6 yaşlarındaydım. Dedemle çarşıya gider, nohut tozu alırdık. Ben de güzel çocuktum herhalde. Böyle yeşil gözlü, beyaz tenli falan… Çok severlerdi beni çarşıda alışveriş edenler. Bir gün komşularımızdan bir amca beni dedemle gördü ve sevdi. Sonra hemen “Eh ben bir abdest tazeleyeyim. Ne de olsa haram kemik” dediğini hatırlıyorum. Dedem çok üzülmüştü, babama anlatmıştı olanı biteni. “Demek bizi haram görüyorlar hâlâ. İnanmıyorlar bizlerin de insan olduğumuza…” demişti. Biz haram kemiktik onlar için. Dedemin üzüntüsünü hâlâ hatırlıyorum.
Baban ne iş yapardı?
Matematik öğretmeniydi. Sonra lise müdürlüğü yaptı. Istıfa etmek zorunda kaldı tabii Milli Eğitim’den.
Neden istifa etti?
Maraş’taydık sonra Diyarbakır’a geldik. Duyuldu Ermeni olduğu. O dönem Ermeniler devlet kapısında çalışamazdı yani. Olmazdı. Istıfa ettirdiler.
Halk mı baskı yaptı?
Devlet zorladı.
Sonra İstanbul’a geldiniz ve sen Ermeni okuluna alınmadın.
88’de geldik İstanbul’a. Ben 11 yaşındaydım. Evet, ben Ermeni okuluna Kürdüm diye alınmadım.
Bunu biraz konuşalım mı?
O zaman çok modaydı Ermeni olmak. Çünkü Avrupa’da çalışma vizesi, Amerika’da kolay çalışma imkânları falan Ermeniler için çok kolaydı. Çok kolay demeyelim de daha kolaydı yani… Öncelik verilirdi. Ondan çok insan Ermeni olmaya karar vermişti. O yüzden de okul çok ince eleyip sık dokuyordu. Her “Ben Ermeniyim” diyen ailenin çocuğunu almıyordu okula.
Bütün bunlar gerçekten yaşanıyor muydu?
Bundan 20 sene öncesinden bahsediyoruz. Türkiye şimdiki gibi zengin bir ülke değildi. Okumuş insanı bu kadar yoktu.
Peki, çalışma hayatı nasıl başladı?
13 yaşımda, bir fermuar fabrikasında çalışmaya başladım. Kendi paramı kazanmanın keyfine o zaman varmıştım. Sonra Ortaköy’de bir kafede çalışmaya başladım. Kahve yapardık. Türkiye’de gerçek anlamda ilk espresso’yu yapan yerdi. Dedim ya, babaanne mesleğimdir benim kahvecilik. Çok tutkulu olduğum bir işti gerçekten. O mis gibi kokusunu duya duya kahve yaparsın. Hâlâ hayalimde vardır kahve açmak.
Sonra bu güzel mekân açıldı…
Ramazan ayının ilk günü Beyoğlu’nda yürüyordum. Çok susamıştım. Şöyle biraz aralık bir sokakta soğuk bir şeyler içeyim istedim ve bu sokağa geldim. Bir maden suyu istedim. İşte onu içerken bu dükkânı gördüm hemen yanda. O anda da “Burası mutlaka benim olmalı” diye düşündüm. O kadar heyecanlandım ki, camekâna burnumu yapıştırıp saatlerce hayaller kurdum. Sordum soruşturdum, sonra öğrendim ki burası bir pizzacıymış ve sahipleri de devretmek istiyorlarmış. Hemen yanında bittim o kapanan pizzacının eski sahibinin. Anlattım kendimi. “Çok istiyorum burayı” dedim. Pek çok dostumun adını verdim referans diye… Hatta onlardan biri demiş ki “Ne olur canım? Alt tarafı altı aylık kiranı veremez. Onu da biz öderiz, merak etme”. Ama bende sahiden de para yok.
Gördüğüm kadarıyla bu restoranda tanıdığın, tanımadığın herkesle sohbet ediyorsun.
Gerçekten seviyorum insanları burada ağırlamayı. Ortağım da benim gibi neşeli. O da uyuyor bana. Ben şuna yürekten inanıyorum; kimse bir yere nasıl gittiğini, kapıdan içeri nasıl girdiğini hatırlamaz. İş stresi, aile meseleleri… Ama bir restoranda iyi vakit geçirirse oradan nasıl çıktığını çok iyi hatırlar. Ben de bunu yapıyorum. İnsanları iyi uğurluyorum.
Kâh şarkı söylüyorsun, kâh masaların üzerine çıkıp fıkra anlatıyorsun. Nereden geliyor bu özgüven?
Eğlendiriyorum onları. Bak sana bir şey anlatayım; geçen sene Van’a Ahtamar Kilisesi’nin açılışına gittim. Ayin oldu orada. Aman ne kadar güzeldi… Arkamda yaşlı bir hanım ta Arjantin’den açılışa gelmiş. Kiliseye girmek için merdivenleri çıkıyoruz ama o hanım zorla çıkıyor. Dedim ki “Yardım edeyim mi?”. Bana ne dedi biliyor musun? “Ah be kızım, bu merdivenleri çıkarım sorun değil de, şu çalan müzik o kadar güzel ki kalbim dayanmıyor. Söyle sussunlar. Dayanamıyorum bu duygunun güzelliğine artık” . İnsanlar güzel şeyleri yaşadığında hiç unutamaz. Başka tonda ama burada bizim Mekân’da yaşanan duygu da aynı. Yüreğinde hissedeceği ve unutamayacağı kadar iyi vakit geçirmek. Babaannem bana hep derdi ki “Kızım terzi olacaksan elinde kumaş titresin. En iyisi ol”. Ben de iyi bir esnaf olmaya çalışıyorum. Çok önemlidir esnaf olmak. Hâlâ tüm alışverişimi bilmem kaç yıllık pazarlardan, bakkallardan yaparım.
‘Yeter bu küçük cemaat içinde koca beklediğim’
Bir kez “Ermeni olmak eskiden makbul değildi ama şimdi tam tersi” demiştin. Ne demek istedin?
İnsanlar değişti. Artık birbirini kırmamak için daha çok çaba gösteriyor. Türkiye gelişti, eskiye oranla inanılmaz zenginleşti. Eğitim yükseldi. Bunlar etkiledi. Bana çok arkadaşım “Siz olmalısınız, hep birlikte beraber yaşamaya devam etmeliyiz” derler. Hep sevgi görüyorum artık.
Bu ‘lütufkârlıkta’ egemen ideolojinin bir başka tonu, 2011’e ayak uydurmuş hali yok mu sence?
Yok, onlar çok inanarak söylüyor bunları. Büyüklük taslayarak değil; gerçekten… Hatta bazen takılırım onlara, “Aman be evlenecem bir Hasan ya da Hüseyin’le. Yeter bu küçük cemaat içinde koca beklediğim” derim. Onlar da bana “Sakın ha sizden tohum hep olsun. Sen bir Ermeniyle evlenip Ermeni bir çocuk yapmalısın” der.
Peki, Ermenistan’la kötü giden ilişkiler senin günlük hayatını ne kadar etkiler?
Hiç etkilemez. Ben buralıyım. Bu toprakların kızıyım. Kim beni korkutabilir ki? Sen bakma, bu işler daha serinkanlı düşünülür oldu artık.
Sabah ‘Pollyanna’yı mı okuyup geldin buraya?
Ben hayatımda hiç yurtdışına çıkmadım. Rakı severim, Türk sanat müziği dinlerim. Bu memleketten başka da memleketim yok.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1044440&Date=29.03.2011&CategoryID=41

Yorumlar kapatıldı.