İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AZINLIKLARI DİNLERKEN…

Arif ARSLAN- haber.gazete@hotmail.com
*Onlar bir dönemler bu bölgelerde zanaatkarlarıydılar. Nalcılık, Dokumacılık, Gümüşçülük, Demir işleme, Kalaycılık… Onların ata meslekleriydi. İşlerinde dürüst, kaliteye önem veren ve halkın güvenini kazanmış esnaftılar… *Onlar her ne kadar azınlık bile olsalar, bir dönemler bu bölgeye zanaatkarlığı getiren kesimdiler. Süryaniler, Yezidiler gibi Ermeniler de göçmek zorunda kaldı bu diyardan. Şimdi sığındıkları büyük kentlerde de rahat değiller, kaygılılar…

GELENEKLERİNİ SÜRDÜRMEK İSTİYORLAR AMA
Tek-tük de olsa dernek ve STK altında dini eğitimlerini ve dillerini sürdürmenin çabasındalar azınlıklar.
İşte bunlardan bir isim de, yıllarca bu alanda mücadele veren
Bitlis, Batman, Muş, Siirt; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki illeri, ilçeleri, köyleri, Ermenilerinin ve Sason İlçesi ve Köyleri Ermenilerin Sosyal Yardımlaşma Derneği  Başkanı Aziz Dağcı’nın bıkmadan usanmadan sürdürdüğü mücadeleye şapka çıkartmak gerek.
Başkan Dağcı’nın bir ayağı İstanbul’da diğer ayağı ise Batman’da….
Tek çabası ise Ermenilerin bu topraklarda daha önce de var olduklarını ispatlamak.
Derneği Vakfa dönüştürmeyi isteyen Dağcı ve yönetiminin, ‘vakıf’ talebi İstanbul 5’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nden geri dönüyor…
Dağcı’nın sitemi de gecikmiyor: “ Bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu Lozan Antlaşması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve çeşitli protokolleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Uluslararası sözleşmeleriyle Türkiye’de yaşayan Ermeni uyruklu azınlıklarız. Bize tanınan haklarımızı arama çabasındayız. Fakat, nedense bazı kurumların ilginç kararları bizleri hayretler içinde bırakıyor. Bazı mahkemelerin diğer azınlıklara tanıdığı haklar nedense bize verilmiyor. Bir yığın sorunla karşılaşıyoruz. Anadilimizi öğrenmek, etnik, Kültürel dilsel, kendi eğitim, kültür ve din kurumlarını, örgütlerini, birliklerini kurma, vakıf kurma, uygulama buna benzer ana dillerimizi yaşatacak bir çalışma başlatmak istiyoruz, ama; nedense bazı kurumlar vakıf kurma ve toplantı yapma özgürlüğümüzü ihlal ediyor, yasaklıyor ve engelliyor. Ayrıca düşünce, vicdan ve din özgürlüğümüz engelleniyor…”
İstanbul Kumkapı’da Arapzade sokaktaki tarihi binada, Dağcıyı dinlerken önünde bir hukukçunun bulunduramayacağı kanun- yasa kitaplarını, yüzlerce yaygın basının gazete kupürleri, Agos gazetesi ve diğer yayın organları var…
Bir gazetenin arşivinde olabilecek belki de en büyük doküman Dağcı’nın bürosundadır.
MERETO’NUN KEKLİKLERİ
Dağcı, Mereto dağı eteğindeki Kusket kilisesindeki Kekliklerini de yanından ayırmıyor. Konuklarına “Bakın ben Mereto dağının havasını teneffüs ediyorum. Oradaki havayı İstanbul’da bana yaşattıran bu kekliklerin sesidir” diyor Dağcı.
Dağcı, 1958 Bitlis doğumlu ama aslen Sason’lu olduğunu belirtiyor. Çocukluğu Bitlis ve Sason dağlarında geçmiş, babasının amcası Murat Öcal ve babası Arakel Dağcı, bölgenin önde gelen, güçlü simalarındanmış.
Dağcıya göre, bunun nedeni soyunun Kral David’e kadar uzanması. Geçmişini bilen her insan gibi o da düşlerinde atalarının izini sürüyor.
Dağcı, dernekleşmenin adımını atmanın öyküsünü de şöyle anlatıyor:
“2006 yılında çıkan Kadastro kanuna göre, Batman, Bitlis, Muş, Van illerinde tapusuz gayrimenkuller 20 yıl kullanan, kişi ya da kurumlar adına tescil edilecekti. Ben de işlemleri yapmak üzere Bitlis’e gittim. Kadastro memurları çalışmalarını sürdürürken, Kilise ve mezarlarımızın başkalarının adına kayıt altına alındığını gördüm. Bunun üzerine Hrant Dink ile temasa geçerek, yapılan haksız işlemleri iptal ettirdim. Ancak bu kez da Kiliselerimiz hazineye geçti. Hukukçularla görüştüm ve bu illerde vakıflarımız ve derneklerimizin olmamasından ötürü boşluğu doldurmak, buradaki kültürel  varlıklarımıza sahip çıkmak için derneğimizi kurduk. Fakat derneğimiz bu dört ilde yaptığı araştırmada çoğu kiliselerin define avcıları tarafından kazınıp tahrip edilmiş bir halde görünce hepsini tespit etmeye başladık..”
Aziz Dağcı’ya bir dokun bin ah işit…
Azınlıkların yaşadıklarını anlatınca eski günlerini anımsayarak nostalji yapmadan edemiyordu.
“Keşke Kumkapı’da değil de Mereto dağının zirvesinde olsaydım. 30 yılı aşkındır İstanbul’dayım ama hep gözümde Mereto ve Ararat var…”
BÖLGEDEN GÖÇENLERİN SIĞINDIKLARI KİLİSELER
İstanbul-Kumkapı’nın az ötesinde Hrant Dink’in çocukluğunun geçtiği Gedikpaşa’da 1850 yılında kurulan Protestan Ermenilere ait kilise var. Kilisenin din görevlisi ve ruhani önderi aslen Malatya’lı, Kirkor Ağabaloğlu’yla sohbet ediyoruz. Onun da derdi Dağcıyı aratmıyordu. Kilisenin dört bir etrafını gözetleyen kamera merkezinden gözünü ayırmayan Kirkor anlattıkça biz sadece not tutmaya başladık. “ Daha önce kilisemize Lübnan’da yetişen din görevlileri gönderiliyordu ancak Lübnan uzun süre savaş yaşayınca din görevlisi göndermemeye başladı. 20 yılı aşkındır bu kilisenin ruhani önderiyim. 1965’li yıllarda Hrant Dink’in çocukluğu bu kilisede geçti. Ayinlerimizi hafta sonları yaklaşık 400-500 kişiyle yapıyoruz. Bizim için Pazar çok kutsal bir gündür. Haftanın başı olarak gördüğümüz Pazar gününe çok daha güzel bakıyoruz. Pazar günü Hıristiyanlar için önemlidir. İstanbul’da yaklaşık 3 bin Ermeni bulunuyor ve sürekli ibadet için buraya geliyorlar. Bizim Doğu ve Güneydoğu’daki kiliselerden haberimiz yok, çünkü onların çoğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş durumda. Ancak mevcut kiliselerimizi koruyabiliyoruz. 5 yıl süreyle dini hizmette bulunduktan sonra bana ruhani önderliği verildi. İstanbul’dayız ama bizim de o bölgedeki azınlıklar kadar sorunlarımız var.”
Azınlıkların gözünden onları dillendirdik. İstanbul-Kumkapı’daki Sason Meretolu  Aziz Dağcı ve Malatya doğumlu Kirkor Ağabaloğlu yaşadıklarını anlatıyorlardı. Ancak belki de azınlıkların son durumunu anlatan fotoğraf Dağcı’nın geçen yıl Sason- Kom kilisesinde çektiği hayvan barınağına dönen kilisenin enstantanesiydi.
İşte azınlıklara verilen değer bu fotoğrafla her şeyi yorumlatıyor…

http://www.batmancagdas.com/azinliklari-dinlerken%E2%80%A6–makale,4086.html

Yorumlar kapatıldı.