İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varlık Vergisi’ne yeniden bakın

Ve uygulamadaki problemleri, Faik Ökte’nin tabiriyle yaşanan “faciayı” aklı ve hafızasıyla görüp tespit eden son temsilci oldu. Hal böyle iken Varlık Vergisi üzerine bolca yazan ve çizenlerin önemli “audi alteram partem / diğer tarafı da dinle” ilkesine hiç başvurmadan, Cahit Kayra isminden ve yazdıklarından ve söyleyeceklerinden bihaber oldukları malumdur. Şahsen kendisinin Varlık Vergisi üzerine yazmasını ısrarla talep edenlerdenim. Bugün bu kitap önümüzdedir. “Savaş Türkiye Varlık Vergisi” (Tarihçi Yayınevi). (Nihayet Varlık Vergisinin de adil bir uygulama olduğunu kanıtlamış olmalı Cahit Kayra.HYETERT)

Cahit Kayra’nın gözlemlerine dayanarak yazdığı “Savaş Türkiye Varlık Vergisi”ni okumak ve “meselenin diğer tarafını dinleme” ilkesini gözden kaçırmamak lazımCahit Kayra, Bülent Ecevit hükümetinin bakanlarındandır. Ama onu asıl mesleği ile tanımamız gerekir: Allah ömür versin, 1936 yılı Mülkiye mezunlarındandır. Hafıza ve vücut sağlamlığı hiç şüphesiz bizim için bir şanstır. Gerçi hayatını yazmamış değildir; “1938’liler” ayrıntılı bir “hatırat”tır. 1938’da Mülkiye mektebinin mali şubesini bitirdikten sonra o zaman için en makbul mesleklerden biri sayılan maliye müfettişliğine intisap etmiştir. Çalışkan ve süratle bilgi edinen bu gencin bizzat bakanın ofisine kadar yükselmesi fazla gecikmemiştir.

Nitekim Varlık Vergisi’ni tatbik eden komisyona gayrıresmi ama yüklü olarak çalışan bir memur olarak girdi. Ve uygulamadaki problemleri, Faik Ökte’nin tabiriyle yaşanan “faciayı” aklı ve hafızasıyla görüp tespit eden son temsilci oldu. Hal böyle iken Varlık Vergisi üzerine bolca yazan ve çizenlerin önemli “audi alteram partem / diğer tarafı da dinle” ilkesine hiç başvurmadan, Cahit Kayra isminden ve yazdıklarından ve söyleyeceklerinden bihaber oldukları malumdur. Şahsen kendisinin Varlık Vergisi üzerine yazmasını ısrarla talep edenlerdenim. Bugün bu kitap önümüzdedir. “Savaş Türkiye Varlık Vergisi” (Tarihçi Yayınevi).
Türkiye savaşa girmiştir, köylü memlekettir, yüzde 80 nüfusun köyde yaşadığı bir ülke ne anlama gelir? Tarım iptidai yöntemlerle yapılmaktadır, birçok köy pazara kapalıdır. Bazıları tamamen otarşik (kendi içinde yetinmeye çalışan) bir üretim ve yaşam mekanizması içindedir.
Ankara’da tanıdığı olmayan herkese bu vergi tatbik edildi
Geçmiş asırlar içinde zulme dönüşen Aşar Vergisi’nin kaldırılmasını Cumhuriyet tarihimizde kutsuyoruz, doğru. Lakin onun kadar ilkel vergiler elan devam etmekteydi. Nitekim Kayra hayvanlar üzerinden alınan ve Mezopotamya devrinden kalma Hayvan Vergisi miktarının, Varlık Vergisi’nin miktarını da geçtiğini belirtmektedir.
Üzerinde durduğu bir nokta da (s. 183); Varlık Vergisi’nin gayrimüslim ve yabancılara tahakkuk ettirilen adam başı miktarının Müslüman kesime tahakkuk ettirilenden daha az bir ortalama gösterdiğidir (6102 / 5326). Cahit bey haklı olarak “Dönme” denen yurttaşlara konulan verginin adaletsizliğinden söz ediyor. Bu alt kademelerdeki bir sapmadır. Varlık Vergisi taşrada palazlanan yeni tüccarlara konduğu gibi, Ankara’da hükümet ve mecliste aileden temsilcisi olmayan zengin toprak sahiplerine bile tatbik edildi.
Bürokrasinin yapabileceği rezillikler açıkça anlaşıldı
Varlık Vergisi’nin tahakkuku, daha doğrusu ikinci safha olan toplanma biçimi bir facia haline dönüşmüştür. Evvela vergi tarh edilirken “karine” usulü yani mükellefin serveti üzerinde kaba tahmin yapılırdı. Zira mali kayıtlar mükemmel olmaktan çok uzaktı. Kırsal nüfusun ağırlıkta olduğu ve kentlerin hakim olmadığı bütün toplumlardaki gibi bürokrasinin uzak kesimlerinin ne türlü rezillikler yapacağı bu uygulama sırasında anlaşılmıştır.
Savaş dolayısıyla ithalat ve ihracatta önemli değişmeler görülüyor. Türkiye’nin sanayileşmesinden vazgeçelim, uygar yaşamını sağlayacak ithalat bile yapılamıyor. İhracatta ise taş toprağa kadar her şeyin sevki söz konusu. 1942 yılında bütçe gelirleri nerdeyse üç misli artmıştır, tabii giderler de buna göre… Bütçe açık vermektedir. Savaş ekonomisinin yarattığı zorluklar malum, en başta üretken nüfus silâh altındadır. Zirai vergiler köylüyü ezmektedir. Bu durumda kurtuluş maalesef Varlık Vergisi’nde görülmektedir.
Varlık Vergisi, üzerinde ezbere konuştuğumuz gibi ön planda Hitlerist bir eğilimin yönlendirmesi midir? Bu bir kolay hüküm, muhtelif kademelerde bürokrasinin ırkçı hınzırlıklara giriştiği görülür. Esas görüş ise belki onun kadar ağır ama bununla alakasız bir devlet tavrıdır: “Zor günler yaşıyoruz, bu masrafı ve yükü köylülerimiz kaldıramıyor, kaldı ki onları da üretimin dışına çektik, cephededirler. Devlet ve bizim düzenimiz sayesinde zengin olan insanlar bu yükü karşılamalıdır.”
Bu görüşle 435 milyon lira vergi tahakkuk ettirildi ve 109 milyonu zaten ödenemeden affedildi. 1943’te geç kalan bir Toprak Mahsulleri Vergisi belki daha ağır bir uygulamaydı ama bütçe açığını da daha etkin biçimde kapatabildi (1943 Haziran, 4429 sayılı kanun). Üstelik de yurtdışında Varlık Vergisi kadar kötü bir intiba yaratmadığı açıktır.
Varlık Vergisi olağanüstü savaş vergisiydi. Mali adalet beklenemez, bir zaruret sonucuydu. Uygulamada, yerel komisyonlarda rüşvet mekanizması, kayırmalar ve maliye bürokrasisinin bazı mükellefe yönelik şahsi kiniyle trajik boyutlara ulaştı. Konan vergiyi ödeyemeyenlerin Aşkale’ye sürgünü Türkiye’nin Yahudi meselesinde malum ülkeler kategorisine sokulmasına neden olmuştur ve hiç şüphesiz cumhuriyetin kurucu partisi için hem yurtta hem dünyada uzun yılar devam edecek kötü bir intiba getirdi.
Aslında “Bizim sayemizde varsınız, neyiniz varsa çıkarın” zihniyeti yeterince dehşet vericidir. Vergiden zarar gören taşra zenginlerinin sayısı bugün bile tespit edilmiş değildir. Cahit Kayra’nın bu olayı daha evvelki sorumlu maliyeci İstanbul defterdarı Faik Ökte gibi kolay yoldan değil, olayın hemen hemen kıyısında ama etkin bir genç müfettiş olarak gözlemlemesini ve bu görevi dolayısıyla tuttuğu notları bugün de çok yararlı bir biçimde yorumlayarak önümüze koymasını hayranlıkla izledim. Bizde maliye, hariciye ve mülkiye bürokrasisinde yetkili yerlerde bulunanların örnek almaları  gereken bir eserdir. Varlık Vergisi uygulamasının yanlış yorumlarla değerlendirilmeden önce bir de bu  kaynaktan incelenmesini tavsiye ederim.
Anadolu’da ticaret
Kültür Bakanlığı geçen aralık ayı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Arkeoloji Müzesi sayılan Aya İrini’de Anadolu’da yazılı tarihin başladığı döneme ait bir medeniyeti ve kültür tabakasını sergiledi. Başlık “Anadolu’nun Önsözü Kültepe-Kaniş Karumu” idi.
Takriben M.Ö. 2000’den itibaren Asur tüccarları Mezopotamya ve Suriye’nin zenginliğini Anadolu’ya taşıdırlar. Alişar höyüğü, Vaşşinkara ve Kaniş (Kültepe) gibi bronz devrine ait yerleşmelerin yanında Asur ticaret tüccarlarının yerleştiği konturlar (ticaret şehirleri), o zamanki adıyla “karum”lar meydana geldi. Bunların en önemlisi Kayseri yanındaki Kültepe yani eski Hitit Kaniş’inin yanındaki karumdur. Zengin bir ticaret merkezidir. Anlayacağınız, Kayserililerin en eski komşularıdır.
Kaynana dedikodusu bile var 
Kaniş Karumu’nun Anadolu tarihindeki önemine gelince… Avusturya ordusunda yedek subayken I. Dünya Savaşı’ndan sonra burada biraz daha oyalanan Hruzny ilk kazıları burada yapmıştır. Maalesef umduğu Hitit tabletlerini Kültepe bölümünde bulamamış ve pek de özenli bir kazı yapmamıştır. Ne var ki işin sonunda köylülerin kendisine getirdiği tabletlerin biraz aşağıda, karumda bulunduğu anlaşılmıştır.
Zengin Anadolu tarihini aydınlatan bu 25 bin adet çivi yazısı tablet Mezopotamya tarihini de aynı ölçüde aydınlatmaktadır. İçinde Mezopotamya efsaneleri ve asıl önemlisi kaynana dedikodusu dahi nakleden mektuplar (mesela Mezopotamya’daki kadın, tüccar kocasına yazıyor: “Bana annemden şikayet etme demiştin, onun için etmiyorum”), evlilik akitleri, kira akitleri, sayısız alacak borç senedi bulunuyor. Tarihler tıpkı bizim Osmanlı belgelerinde görüldüğü üzere hicri, rumi hatta miladi tarihlerin bir arada verildiği gibi mukayeseli olarak veriliyor. Başka karumlarla yapılan sözleşmeler yer alıyor.
Ama asıl önemlisi Mezopotamya kalayı burada bakırla karışıyor ve tunç devri doğuyor. Gayet zarif seramik eserler ortaya çıkıyor. Daha daha önemlisi, çivi yazısını Anadolu kullanmaya başlıyor. Anadolu uygarlık safahatında bir adım geridedir lakin son araştırmalar ziraatın, yani tahıl ekiminin Anadolu’da daha erken başladığını göstermektedir. Demek ki uygarlık tarihi aslında tek çizgi üzerindeki yorumlarla anlaşılacak gibi görünmüyor.
Muhteşem Aya İrini’nin 19’uncu asırdaki ilavesi olan Mecmua-ı Asar-ı Atika yani Eski Eserler Müzesi’nde malzemenin tertibi mükemmel, eserlerin yanındaki açıklamalar aydınlatıcı. Lakin kimse bu hoş sergiyi zihinlerde tutacak bir katalog bulmayı beklemesin. Gene de yararlı bir başlangıç olduğunu söylemeliyim.
http://www.milliyet.com.tr/varlik-vergisi-ne-yeniden-bakin/ilber-ortayli/pazar/yazardetayarsiv/06.03.2011/1360504/default.htm

Yorumlar kapatıldı.