İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varlık Vergisi ve Milli Koruma Kanunu

Emre Gül
1942 yılının sonbahar aylarında meşhur Varlık Vergisi Kanunu çıktı. Bu kanun büyük kentlerde ticaret sektöründe etkin olan gayrimüslim tüccarın piyasadan tasfiye edilmesi amacını taşıyordu. 11 Kasım 1941 tarihinde “Türkleştirme Hareketi”nin ilk halkasının bir parçası olarak çıkartılan Varlık Vergisi’nde ilk sürgünler tam 69 yıl önce bugün gerçekleşmeye başladı.

– Dünya Bülteni / Tarih Dosyası
Özellikle gayrimüslim ticaret erbabını hedefleyen bir kanun olarak yürürlüğe giren Varlık Vergisi’ni ödeyebilmek için, evlerini/işyerlerini satmak zorunda kaldı ve çoğunun iş hayatı sona erdi.
1942 ylında bugün Varlık Vergisini ödemeyen 160 kişi sürgün edildi ve Resmi rakamlara göre 1400 kişi Aşkale’ye yollandı. Sürgünler, taş kırdı, yol yaptı.
Varlık Vergisi kanunu, yüzlerce gayrimüslimin göç etmesine, daha sonra da 6-7 Eylül olaylarının yaşanmasına neden olan ve temeli İttihat ve Terakki döneminde atılan ‘Sermayenin Türkleştirilmesi projesinin’ bir parçasıydı.
11 Kasım 1941 tarihinde, özellikle gayrimüslüm ticaret erbabını hedefleyen varlık vergisi kanunu çıkartıldı. II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de enflasyonun artması, karaborsacılığın yaygınlaşması ve bu sayede aşırı kazanç sağlayan bir zümrenin ortaya çıkması ile gelişen süreçte bu kazançların vergilendirilmesi amacıyla devlet tarafından konan vergidir.
Uygulama 1,5 yıl sürdü. Ödeme yapmayanlar çalışma kamplarına gönderildi. İkinci Dünya Savaşında Türkiye’de uygulanan bir servet vergisi. 1942 yılında uygulamaya konulan bu verginin gayesi harp zamanındaki karaborsa ve spekülasyon kazançlarını bir defaya mahsus olmak üzere vergilemekti. Ancak verginin matrahı ve nispetinin kanunla tespit edilmemiş olması idarenin keyfi takdirine yol açmış ve vergi mükelleflerinin arasında adâletsiz bir yük dağılımı meydana gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1939 tarihinden, 1945 yılına kadarki dönemde Türkiye filli olarak savaşa girmemiştir. Ancak her an savaşa hazır bir durumda bulunmak üzere askeri harcamalar arttırılmış ve ekonomi bu yüzden gerilemiştir. Avrupa’da savaş başladığı sırada, hükümet bir milyon genci silah altına almış bu da sanayi ve hizmet sektöründe işgücü kaybı, üretim ve verimliliğin düşmesine yol açmıştır. Arz-Talep dengesi bozulmuş ve savaş yıllarında mal kıtlıkları yaygın hale gelmiştir. Bu da çok sayıda üretici ve aracının karaborsa yoluyla hızla zenginleşmesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca, Almanya ile yapılmış olan “Kriling Anlaşmaları” ile Türk dış ticareti büyük ölçüde Almanya’ya bağlanmış, ekonomik olan bu bağımlılık, hem dış hemde iç politikamızı etkilemiştir. Bu sebeplerle Türkiye, İkinci Dünya Savaşı yıllarını tutarzsızlıklarla dolu  iç ve dış politikalar ile geçirmiş bu bakımdan savaşı yılları Türkiye’de etkilerini günümüze kadar sürdüren  gelişmelere yol açmıştır.
1938’den sonra bürokrat zihniyetli küçük bir grup iktidarı ele geçirmiş ve memleketteki bütün faaliyetleri kendi kontürolüne alarak ekonomide devlet müdahalesini yoğunlaştırmıştır. Bunun bir sonucu olarak, II.Dünya Savaşı başlayınca, 26 Ocak 1940’ta Hükümet’e olağanüstü koşullar karşısında ulusal ekonomi ve savunmayı ilgilendiren konularda geniş yetkiler veren, ekonomiyi her an girilmesi mümkün olan savaşın koşullarına uydurmak amacı güden “Milli Koruma Kanunu” T.B.M.M’de kabul edilmiştir.
Ekonomik hayata son derece müdahaleci bir nitelik taşıyan bu kanuna göre, hükümet üretimde, ticarette, fiyatlarda ve iş hayatında devlet kontrolünü arttırıyordu. Kanun maddeleri, zenginler, iş verenler, büyük toprak sahipleri lehine olumlu, işçiler, köylüler, Türkiye halkının büyük çoğunluğunu oluşturan küçük çiftçiler kısacası halk aleyhine olacak tarzda olumsuz bir surette uygulandı. Bu  yanlış politika neticesinde de yukarıda sözünü  ettiğimiz “ savaş vurguncuları” olan bir zümre ortaya çıktı. Bunlar, İstanbul’da ve Ankara’da önemli miktarlarda gayrimenkul edindiler. Darlığı çekilen tüketim maddelerini  el altından piyasaya yüksek fiyatla süren bu aracı tüccarlar gittikçe zenginleştiler. Yokluk zamanlarında ölçüsüzce harcamaları betimleyen “Hacı Ağa” deyimi de bu dönemde ortaya çıktı. Savaşın üçüncü yılı olan 1942’ye gelindiğinde, ülkede karaborsa ve stokçuluk dingilenemez bir duruma gelmişti.Toprak ağaları ve ticaret burjuvazisi içinde yer alan bürokratlar ve memurlarda savaş zengini oldular. Kanunun uygulanması ile orataya çıkan bu durumu Yakup Kadri Karaosmanoğlu hatıralarında şöyle anlatmaktadır: “ Zeytinyağı piyasasını tekeline alan bakan mı istersiniz, karaborsacıları koruyan vali, genel müdür ve saire mi istersiniz, o devirde bunların her köşe başında size sırıttıklarını görebilirdiniz…Etraf ise, bunların işbirlikçileri olan “sırtlarını devlet nüfuzuna  yada nüfuzlu politikacılara dayayarak halkı haraca kesen , tekelcilerden, karaborsacılardan geçilmiyordu.” Neticede bu durumun faturasını yoksul Anadolu insanı ve Türkiye halkının tamamı ödemek zorunda kalıyor ve yokluk içerisinde yaşıyordu. Önce Ankara’da sonra İstanbul’da ekmek karneye bağlandı. Un, şeker gibi temel gıda maddeleri hiç bulunamaz oldu.
Aynı dönemde Avrupa’da kamu ve özel sektör dayanışma ve uyum içindeyken, Türkiye’de bu durum tam tersi bir duruma gelmiş, özel sektörle devlet arasında bir güç gösterisi başlamıştır. Savaş koşulları sebebiyle ordu ihtiyaçları için büyük harcamalar gerektiğinden  hükümet, birtakım olağanüstü vergilerle, kendisinin ortaya çıkardığı egemen sınıflara hücuma geçmiştir. Milli Koruma Kanununun bir sonucu olarak özellikle fiyat düzenine yapılan müdahalelerle ortaya çıkan savaş zengini zümreye karşı, 1942’de “Devletçilik” politikası gereğince, 12 Kasım 1942‘de “Varlık Vergisi” kanunu çıkarılmıştır. Kanun bir defaya mahsus olmak üzere, olağanüstü ekonomik ve mali koşullar sebebiyle çıkarılmıştır. Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na göre bu yasa ile enflasyonla mücadele edilecek, savaş yıllarında çok para kazanmış olanlardan vergi alınacak ve bu şekilde devlet gelirleri attırılacaktı.
Oysa basına kapalı olarak yapılan C.H.P grup toplantısında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun vurguladığı gerekçeler çok farklıydı. Buradaki konuşmasında Saraçoğlu:
“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” Demekteydi.
Zengin çiftçi ,ticaret ve sanayi burjuvazisine konan bu vergide kapsam oldukça geniş tutuldu. Kanunla her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirleyecek, “Servet Tespit” komisyonları kuruldu. Komisyon kararlarına karşı itiraz ve temyiz yolları kapatıldı. Verginin ödemesi tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde yapılacak, vergiyi ödemeyenlerin malları haczedilerek icra yoluyla satılacak, buna rağmen borcunu ödemeyen mükellefler borçlarını “bedenen çalışarak”  ödemeleri için çalışma kamplarına gönderilecekti.
Bu kanun gerçekte, Şükrü Saraçoğlu’nun hükümet programında ifade ettiği “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar laakal bir o kadar da vicdan ve kültür meselesidir. (…) Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir.” diyerek yeni hükümetin sosyal politikasına uygun olarak, ırkçı ideolojinin etkisiyle azınlıklara karşı kullanılmıştır. Milli Koruma Kanunu ile ortaya çıkan savaş zenginleri arasında Yahudi, Rum ve Ermeni kökenli vatandaşlarımızın önemli bir oran teşkil etmesi sebebiyle, 1942 yazı boyunca İstanbul gazetelerinde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculukla  ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarıldı. Hemen her gün ve her gazetede “karaborsacı Yahudi” tiplemesini içeren karikatürler yayınlandı.
Yasanın uygulayıcılarından olan Faik Ökte’nin anılarında anlattığına göre, Maliye Bakanlığı savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği iddia edilen kimselerin cetvelinin yapılarak müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep etti. İstanbul’da kurulan üç komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Tahakkuk eden vergiler 3877’si yabancı yani azınlıklardan olmak üzere 114 bin kişiye, yüklenmişti. 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, tümü gayrımüslimlerden oluşan toplam 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye yollandı. Ancak içten ve dıştan gelen tepki ve baskılar sebebiyle Hükümet 1943 yılında kanunun uygulamasını durdurarak, tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi. Aralık ayının ilk günlerinde Aşkale ve Sivrihisar’a sürgün edilenler yaklaşık on aylık esaretten sonra evlerine gönderildi.
“Varlık Vergisi” tahakkuk ettirilen miktarların şekli, itiraz hakkı tanınmaması ve vergi genelliği ilkesine aykırı düştüğü için tümüyle hukuk dışı bir vergiydi. Ve daha çok azınlıklara yüklenmesi sebebiyle ciddi bir ayrımcılık boyutu vardı.  Sonuç olarak, Cumhuriyet tarihinin tartışılan yasaları içerisinde yer alan Varlık Vergisi Kanunu, Milli Korunma Kanunu ve Toprak Mahsülleri Vergisi Kanunu’yla birlikte, Türkiye halkının büyük bir bölümünün CHP iktidarından soğumasına yol açmış, D.P’yi hazırlayan etkenlerden biri olmuştur. Ayrıca Türkiye’de ekonomik, sosyolojik ve nüfus açısından da değişimlere yol açmıştır. Varlık Vergisi bazılarınca ,verginin  baş uygulayıcılarından  Faik Ökte’ye göre “ Cumhuriyet mali tarihinin yüz kızartan bir sahifesi” olarak nitelenirken, bazıları da devlet aracaılığı ile  milyonlar kazanan savaş vurguncuları ve azınlıkları hedef olamasından dolayı vergiyi savunmuşlardır.
Kaynaklar: Atatürk Araştırma Merkezi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, c.2,Ankara, 2006.
Y. Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 yıl, Ankara,1968.
Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, İstanbul, 1951.
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi, İstanbul,1992.
Ahmet Kuyaş(Yay.Yönetmeni), Tarih 2002, İstanbul, 2002.
Ahyan Aktar, Varlık Vergisi Ve Türkleştirme Politikaları, İstanbul,2000.

Yorumlar kapatıldı.