İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Uluç Gürkan: “Başbakan Erdoğan Ermenilerden özür dilemeye hazır!”

Adana Güç Birliği Vakfı tarafından Çukurova Üniversitesi Mithat Özsan Amfisinde “Ermeni Meselesi ve 1909 Adana Olayları” konusunda bir sempozyum düzenledi.  Toplantıda konuk konuşmacı olarak CHP eski milletvekili ve gazeteci Uluç Gürkan ile inşaat mühendisi Yüksel Oktay konuşmacı olarak yer aldılar. Sempozyum, Vakıf Başkanı Prof. Dr. Hamit Serbest’in açılış konuşması ile başladı. Daha sonra Uluç Gürkan, Türkiye’nin Ermeni meselesinde nelerle karşı karşıya olduğunu ve bu konuda hem devlet hem de yurttaşlar olarak yapabileceklerimizi içeren bir konuşma yaptı. Türkiye’nin bu konuda son derece haksız ve ırkçı nitelikli saldırılar karşısında olduğunu belirttikten sonra, “Peki, Türkiye bu saldırılar karşısında ne yaptı?” sorusunu sordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Biz bunu kabul etmiyoruz, ortak arşivlerimizi açalım araştırmacılar üzerinde çalışsın!” yaklaşımın çok yumuşak kaldığını, neredeyse “özür dileyelim de bu konu kapansın”a yakın bir yaklaşımı olduğuna dikkati çekti. 

****
Yüksel Oktay, ABD’de yaşayan ama Türkiye dahil dünyanın çeşitli ülkelerinde iş yapan bir kişi.  Konuşmasında Ermeni Meselesiyle ilgili olarak Amerika’da Ermeni lobisinin çalışmalarından ve Türk lobisinin karşı çalışmalarından örnekler verdi. Özellikle Ermeni lobisinin tek tek kurumlar bazında nasıl etkin olmaya çalıştığını, üniversite dergilerinde nasıl propaganda yaptıklarını açıkladı. Konuşmaların sonunda dinleyicilerden Türkiye’nin bağımsız bir devlet olması gerektiği dile getirildi, “Neden Türkiye hep savunmada?”, “Gençlerimize bu konuyu nasıl anlatacağız?”, “Arap ülkelerindeki son gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiler?” soruları soruldu ve yanıtları alındı. Üniversite amfisinde yapılan toplantıda öğrencilerin ve gençlerin katılımının olmaması toplantıya yönelik eleştirilerin ilkiydi. İkinci eleştiri ise Ermeni Meselesinin genel olarak ele alındığı ama toplantının başlığında yer alan 1909 Adana Olaylarından hiç söz edilmemesiydi.
Adana Güç Birliği Vakfı 28 Ocak günü Çukurova Üniversitesi Mithat Özsan Amfisinde “Ermeni Meselesi ve 1909 Adana Olayları” konusunda bir sempozyum düzenledi.  Toplantıda konuk konuşmacı olarak CHP eski milletvekili ve gazeteci Uluç Gürkan ile inşaat mühendisi Yüksel Oktay konuşmacı olarak yer aldılar.
Sempozyum, Vakıf Başkanı Prof. Dr. Hamit Serbest’in açılış konuşması ile başladı. Daha sonra Uluç Gürkan Türkiye’nin Ermeni meselesinde nelerle karşı karşıya olduğunu ve bu konuda hem devlet hem de yurttaşlar olarak yapabileceklerimizi içeren bir konuşma yaptı. Türkiye’nin bu konuda son derece haksız ve ırkçı nitelikli saldırılar karşısında olduğunu belirttikten sonra, “Peki, Türkiye bu saldırılar karşısında ne yaptı?” sorusunu sordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Biz bunu kabul etmiyoruz, ortak arşivlerimizi açalım araştırmacılar üzerinde çalışsın!” yaklaşımın çok yumuşak kaldığını, neredeyse “özür dileyelim de bu konu kapansın”a yakın bir yaklaşımı olduğuna dikkati çekti.
Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!” sözünü anımsatan Uluç Gürkan bu konuda çalışırken kendisine “eğitimliyim, bir gazeteciyim, dışişleri de dokümanlarıyla beni destekliyor!” dediğini ama bu donanımın Avrupa Parlamentosunda Türkiye’yi anlatmakta ve duruşunu sergilemekte yetmediğini, yetersiz kaldığını ifade etti. Bu konuları oturup baştan aşağı çalıştığını, 1995’te bu konuda yeterlik kazandığını,  2000’li yıllarda Avrupa parlamentosunda Ermeni Soykırımı için 24 Nisan’ın kabul edilmesini tek başına reddettirecek konuma geldiğini belirtti.
Devletin en yüksek tepesinin  “Bu iddiaları kabul etmiyoruz!” la yetinemeyeceğini bir kez daha vurgulayan Uluç Gürkan, Ermeni Tehcirinin yani Zorunlu Göçünün İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis tarafından da “1915 yılında yaşananlar soykırımla ilişkilendirilemeyecek bir savaş trajedisi” olarak nitelendirdiğine dikkat çekti.  (Dinleyici Notu (DN): Bernard Lewis’in ABD’de gördüğü baskı nedeniyle artık bu konuda konuşmaktan çekindiğini de burada belirtelim!)
Uluç Gürkan konuşmasını, ırkçı söylemin, belli bir grupa karşı (kadın/erkek, cins, din, etnik, vd.) önyargılı ve ayırımcı bir dil kullanılması olarak tanımlandığını ve ırkçı söylem kullanmanın Avrupa Ceza yasalarında müeyyidesinin olduğunu belirterek sürdürdü.  Buna karşılık, Türkiye’ye karşı bir nefret söylemi varlığını ve 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’ye karşı bu ırkçı söylemin güç kazandığını açıkladı.  Irkçı söylemin güç kazandığı 1990’lı yılların Sovyetler Birliğinin çökmesi ve tek kutuplu dünya düzenine geçişle ivme kazandığına da dikkat çekti.
Türkiye’nin Ermeni Meselesinde karşı karşıya kaldığı sorunları yapılması gerekenlerle birlikte ele alan Uluç Gürkan bunları üç başlık altında topladı:
1.     Irkçı söylemden vazgeçilmesi: Özellikle Batı kamuoyu 1915 yılında yaşanan Zorunlu Göçü-Tehcir olayını, hicret ettirmeyi bir soykırım olarak sunmakta ve bundan da sorumlu olarak Türkiye’yi ve Türkleri suçlamaktadır.  Uluç Gürkan, Türkiye’nin devlet olarak kendisine ve ulusuna yönelik oluşturulan bu nefret söylemi konusunda ciddi ve tavizsiz bir tavır alması gerektiğini söyledi. Devletin, dünya ülkelerinde Türkiye ve Türklere yönelik ırkçı söylemlere karşı sert tepkiler göstermesi, bu tür söylemlere izin vermemesi gerektiğini dile getirdi.  Irkçı söylemlerin Avrupa Ceza yasalarında yer aldığını ve verilecek tepkilerin devlet katında yapılmasının olmazsa olmaz olduğunu da özellikle vurguladı.
 2.     Soykırım tanımı: Uluç Gürkan, 1915 yılında Osmanlı Devletinin doğu ve güneydoğu illerinde Ermenilere uyguladığı tehcirin yani zorunlu göçün, soykırım tanımına uymadığını belirterek Soykırım sözcüğünün tanımına bakmak gerektiğini söyledi.  Peki, soykırımın tanımı nedir? Bu tanımı ilk olarak 1944 yılında Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin kullanmıştır. (DN: “Genocide” yani soykırım sözcüğü Yunanca soy, ırk anlamına gelen “genos” ile Latince katletmek anlamına gelen cidium sözcüğünün Fransızcaya geçmiş hali olan “cide”  sözcüğünün birleşmesinden oluşmaktadır.)
Soykırım, sözlük anlamı olarak ırk, canlı türü, siyasi görüş, din, sosyal durum ya da başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edilebilen bir topluluk veya toplulukların bireylerinin, yok edicilerin çıkarları doğrultusunda önemli sayıda ve düzenli biçimde yok edilmeleridir.  Birleşmiş Milletler, 1948 yılında soykırım suçunu tanımlamıştır ve Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde hukuksal bir tanımı bulunmaktadır.  İnternette wikipediada yer alan, bu sözleşmenin 2. maddesi soykırımı, “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grupun üyelerinin öldürülmesi; grupun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grupun yaşam koşullarının bunun grupun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi” biçiminde tanımlar.
Tehcirde Ermenilerin topluca öldürülmeleri savıyla sorumlu tutulan 144 kişi Malta’da yargılanır.  İngiliz Kraliyet Yüksek Mahkemesi savcısı haklarında iddiayı doğrulayan bir veri bulunamadığını açıklar ve aklanırlar.
3.     Uluç Gürkan son olarak “Tehcir” sözcüğünü bir grupun tedbir amacıyla yerinden oynatılması demek olduğunu ve hangi koşullarda uygulandığını açıkladı.
Tehcir sözcüğünün sözlük anlamı yerinden etme, uzaklaştırma.  İnternetten Wikipedia’ya baktığımızda “Zoraki Tehcir”in, bir topluluğun yaşadıkları bir bölgeden başka bir bölgeye bedensel ya da ruhsal baskıyla göç ettirilmesi ve yerleştirilmesi olarak tanımlandığını görüyoruz.  Ayrıca bu terimin hukuka Osmanlılar tarafından kazandırıldığını öğreniyoruz. Osmanlı’da tehcir bir kişinin, bir topluluğun güvenliğini diğerlerine karşı sağlamak üzere bulunduğu ortamdaki olası olumsuzluk ve huzursuzluklardan kurtarmak için devlet eliyle ve iradesi ile devlet sınırları içerisinde daha uygun ve sorun çıkması olanaksız yerlerine geçici veya kalıcı olarak göç ettirilmesi olarak açıklanmış.  Son olarak söz konusu grubun  Tehcir ile sınır dışı edilmediği, sınır içinde yer değiştirildiği de verilen bilgiler arasında yer alıyor.
1948 tarihli Cenevre sözleşmesinin 2 no.lu protokolü içinde tehcirin hangi amaçlarla yapılabileceği belirtilir.
Bir grubun tedbir amacıyla yerinden gönderilmesi:
a.     Onların güvenliğinin sağlanması maksadıyla,
b.     Askeri nedenlerle yapılabilir.
Şimdi bu üç maddeyi açalım.
I.     NEFRET SÖYLEMİ:
 1948 Cenevre sözleşmesinden sonra soykırımla kimlerin suçlandığına bir bakalım.
a.     İkinci Dünya Savaşında yapılan Yahudi Soykırımında Alman halkı değil Naziler suçlanıyor. Nürnberg Mahkemelerinde Soykırım yapmaktan sorumlu Alman subayları ve görevlileri suçlandılar ve yargılandılar. Yani “Gerçek kişiler”.  1915 olaylarında ise neden Türkiye, Türk ulusu, Türk halkı suçlanıyor. Burada bir ulusa karşı toplu bir nefret söylemi var!
b.     Ruanda’da Hutu’ların 1994 yılında Tutsi’lere yaptığı soykırım davası da savaş suçları mahkemesinde, özel bir mahkemede ele alınmıştır. Bu soykırımı uygulayan gerçek kişiler yargılanmıştır.
c.     Srebrenitza’da 1995 yılında Boşnaklara yapılan soykırımdan dolayı Sırp halkı, Sırbistan değil sorumlu Sırp generaller yargılanmıştır.
Uluç Gürkan, bu örneklerde hep kişiler, gerçek kişiler suçlandığına dikkat çekti ve Soykırımın gerçek kişiler tarafından işlenebilecek bir suç olduğunu, faillerinin Cenevre sözleşmesinde belirtilen özel mahkemelerde yargılandığını açıkladı.  Ve bir kez daha “Böyle bir durumda Türkiye kendisine karşı işlenen nefret suçuna sadece “kabul etmiyorum!” diye karşı çıkamaz, böyle bir söylemi ciddi bir biçimde açığa vurmalı ve bunun engellenmesi için ciddi adımlar atmalıdır!” dedi.
“Peki, bu baştan beri böyle bir nefret söylemi içerisinde miydi?” sorusuyla konuşmasını sürdürdü.  “Son 20 yıldır bu durum böyle!” diye belirttikten sonra kararları açıkladı. Ermeni Meselesiyle ilgili tam 45 karar olduğunu, halen ABD ve İngiltere’nin zorlandığını belirtti. İlk olarak Rus, İngiliz ve Fransızların 1915 tarihli “Aman, Hıristiyanlar yetişin!” diyen bir kararı olduğunu, 6 kararın 1970-1980 arasında verildiğini söyledi. Bu kararlarda soykırımı tesbit etme çabası olduğuna dikkat çekti. Bu tarihler aynı zamanda Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk Elçilerini ve elçilik görevlilerini sistemli biçimde şehit ettikleri yıllardır, dedi. 1993 yılından sonra çıkan 38 kararda ise ülke, ulus suçlaması içeren nefret suçunun bulunduğunu belirten Uluç Gürkan “bu suçlamalar karşısında Türkiye kesin tavır almalı ve karşı tarafı söylemlerinde uyarmalıdır!” dedi.
Samuel Huntington, medeniyetler çarpışmasından söz eden Amerikalı. Bu kitabında İslamın sınırları kalmadığından söz ediyor ve bu konuda Mustafa Kemal’i suçluyor.  Uluç Gürkan bu bilgiyi verdikten sonra şu soruyu sordu ve yanıtladı: “İslam coğrafyasında sınırını kanıyla çizmiş Türkiye’den başka ülke var mı? Hepsi cetvelle çizilmiş!”
 II.     SOYKIRIM KONUSU
Bu başlık altında Uluç Gürkan, “Türkiye’yi uygulanan çifte standartlar açısından konuşalım” dedi ve açıkladı: “Cenevre sözleşmesine göre soykırım kararı uluslar arası yetkin bir mahkeme tarafından karara bağlanabilir.  Yahudi soykırımı Nürnberg mahkemesinde karara bağlandı. Ermenilerin soykırım iddiaları hakkında böyle bir karar var mı? Evet, var Malta’daki İngiliz Kraliyet Mahkemesinin kararı var.  İngilizler İstanbul’u işgal ettikleri 1918 yılında 144 kişiyi yargıladılar. Gürkan, Bilal Şimşir’in Malta Sürgünü kitabında bu konuyu işlediğini belirtti ve aslında Malta Mahkemeleri bu kitap için daha doğru bir başlık olabilirdi, diye ekledi. İngilizler Malta’da bu 144 kişiyi 3 konuda yargıladılar:
a.     Ermenilerin toplu katliamı
b.     Mondros Mütarekesi koşullarına uyulmaması
c.     İngiliz esirlere kötü muamele yapılması
Malta’daki İttihat ve Terakkicileri, 144 kişiyi, İngiliz Kraliyet Yüksek Mahkemesi Başsavcısı yargılamış ve yukarıdaki üç maddeden yalnızca İngiliz esirlerine kötü muamele yapılmasından dolayı 8 kişiyi suçlayabileceğini ifade etmiştir. Diğer suçlamalar için mahkemede geçerli hukuki kanıt olmadığını belirtmiştir. Ayrıca, Malta’daki mahkeme Paris Konferansı ve Sevr Anlaşmasıyla bağlantılıdır.
Sevr Anlaşmasının 230 maddesine göre kurulan mahkeme 2 yıl sürmüştür. Türkiye’den yeniden tanık belge istenmiştir. İngiliz işgal komitesi tanık yok diye bildirmiştir.  Amerikalıların elinde olabilir düşüncesiyle onlardan istenmiştir, belge olmadığına dair yanıt gelmiştir. İngiliz diplomatı maalesef elimizde hukuki kanıt değerinde hiçbir belge yoktur, kararına varmıştır. Lord Curzon, İngiliz Başsavcısına “hukuki dava açamıyorsanız, siyasi dava açın!” baskısında bulunmuştur.  Başsavcı sekiz kişiye İngiliz esirlere kötü muamele davası açabilirim, yanıtını vermiştir.  Sonuç olarak, İngiliz Kraliyet Başsavcısının kararı “kovuşturmaya yer yok!” olarak çıkmıştır.
Biz bu Malta mahkemesinin kararını dikkate almamışız. Neden? Nedeni, bu mahkeme Sevr Anlaşmasının bir uzantısıdır. Biz Sevr’i tanımayıp Lozan anlaşmasını imzaladığımız için, geriye dönüp Malta’ya bakmamışsız.  Ama Malta’da bir uluslararası mahkemedir ve bu mahkeme Soykırım işlendiğine dair bir kovuşturma açılmasına gerek olmadığı, bunu ispatlayacak kanıt bulunmadığı yönünde karar vermiştir.”
III.     TEHCİR
Uluç Gürkan Osmanlı’nın niye Ermenilere tehcir uyguladığını nedenleriyle açıklamıştır.  Daha önce de belirtildiği üzere tehcir ya bir grubun güvenliğinin sağlanması amacıyla ya da askeri nedenlerle uygulanabilmektedir.  Gürkan, Osmanlı Devletinin kendi ordusunu Doğu Anadolu’da beşinci kol olarak Ruslarla işbirliği yapan Ermenileri çetelerinin girişimlerini önlemek amacıyla uyguladığını açıkladı.  Osmanlı Devleti Doğu sınırlarını korumak üzere Ruslarla savaşırken, hatta Doğu illerimiz Ruslar tarafından işgal edilirken Ermeni çeteleri Osmanlı ordusunun ikmal yollarını kesmiş, hatta Ruslarla birlikte Osmanlı Devletine karşı savaşmışlardı.  İşte Osmanlı Devleti, askeri nedenlerle Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde yaşayan Ermenilerin zorunlu olarak göçettirilmesi kararını uygulamıştı. Göçettirilen Ermenilerin Ortodoks Hıristiyanlar olduğunu da belirtti.
Uluç Gürkan Ermeni Meselesinde öncelikle devletin bu konuda ciddi ve kararlı bir tavır sergilemesi gerektiğini yineleyerek bireylerin de bu konuda bilinçlenmesi gerektiğinin altını çizdi. Bilinçlenebilmek içinde tarihimizi iyi bilmemiz gerektiğini vurguladı.
Sempozyumdaki ikinci konuşmacı olan Yüksel Oktay ABD’de yaşayan ama Türkiye dahil dünyanın çeşitli ülkelerinde iş yapan bir kişi.  Konuşmasında Ermeni Meselesiyle ilgili olarak Amerika’da Ermeni lobisinin çalışmalarından ve Türk lobisinin karşı çalışmalarından örnekler verdi.  Özellikle Ermeni lobisinin tek tek kurumlar bazında nasıl etkin olmaya çalıştığını, üniversite dergilerinde nasıl propaganda yaptıklarını açıkladı.
Konuşmaların sonunda dinleyicilerden Türkiye’nin bağımsız bir devlet olması gerektiği dile getirildi, “Neden Türkiye hep savunmada?”, “Gençlerimize bu konuyu nasıl anlatacağız?”, “Arap ülkelerindeki son gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiler?” soruları soruldu ve yanıtları alındı.
 Üniversite amfisinde yapılan toplantıda öğrencilerin ve gençlerin katılımının olmaması toplantıya yönelik eleştirilerin ilkiydi. İkinci eleştiri ise Ermeni Meselesinin genel olarak ele alındığı ama toplantının başlığında yer alan 1909 Adana Olaylarından hiç söz edilmemesiydi.
Niye 24 Nisan?

http://www.yeniadana.net/web/HaberDetay.aspx?id=44678

Yorumlar kapatıldı.