İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ABD ile ilişkiler zor virajlardan geçti

[Haber Analiz] ABD ile ilişkiler zor virajlardan geçti

ALİ H. ASLAN WASHINGTON – 29.12.2010

Türk-Amerikan resmî ilişkileri 2010 yılında oldukça sıkıntılı dönemler geçirdi. Ermeni tasarısının mart ayında Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nden geçmesi Ankara’yı son derece rahatsız etti. Washington ise İran’a yumuşak, İsrail’e sert davrandığı gerekçesiyle, Türkiye’den hayal kırıklığını gizlemedi. Washington’da Türkiye’de Doğu’ya ve İslamcılığa doğru eksen kayması olduğu görüşleri daha fazla dillendirildi. Ancak 12 Eylül’deki anayasa referandumundan yüzde 58 evet oyu çıkması üzerine ABD hükümeti, daha dikkatli hareket etmeye başladı. Ankara ise Washington’la kanalları mümkün mertebe açık tutmaya çalıştı.

2010 yılına, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Aralık 2009’da Beyaz Saray’a yaptığı ziyaretin ardından girilmişti. Ve iyimserler bu yıl, son on yılda iyice yıpranan Türk-Amerikan ilişkilerinin tamiri istikametinde yeni mesafeler alınacağını umuyordu. Ancak üst üste meydana gelen olaylar ve gelişmeler, karamsarları haklı çıkardı.

Senenin daha ilk aylarında, ‘Ermeni soykırımı’ meselesi, ilişkilere olumsuz manada damgasını vurdu. Washington’a Türkiye’den gönderilen kalabalık milletvekili heyetlerinin ve Erdoğan hükümetinin tüm uyarılarına rağmen, tasarı 4 Mart’ta Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nden geçti. Türk tarafı bu kez sadece bir oy farkla (22 hayır’a karşı 23 evet) tasarıyla mücadelesini kaybederek postu biraz pahalıya satmıştı. Ama bu, Ankara’nın sert tepki koymasına engel olmadı.

Obama yönetimini Beyaz Saray’la aynı partiden olan Demokrat Kongre liderleri üzerindeki nüfuzunu yeterince kullanmamakla içten içe suçlayan Ankara, çiçeği burnunda Washington Büyükelçisi Namık Tan’ı merkeze çekti. Tan, görev yerine ancak 6 Nisan’da geri dönebilecekti. Normalde nisanda yapılması planlanan yıllık Amerikan Türk Konseyi (ATC) toplantıları süresiz olarak ertelenip sonbaharda yapılabilecekti.

Obama’nın nisanda ev sahipliği yapacağı nükleer zirve davetine Başbakan Erdoğan’ın icabeti için büyük diplomatik enerji sarf edildi. Sonuçta kriz atlatılarak Erdoğan Washington’a gelmeye ikna edildi. Obama, 13 Nisan’da yaptıkları ikili görüşmede, Başbakan’a 24 Nisan’da ‘soykırım’ demeyeceği yönünde teminat da verdi. Erdoğan ise, Gazze operasyonundan sonra sesini iyice yükselttiği İsrail konusunda ziyareti sırasında Amerikalı dostlarını üzecek bir üslup kullanmamaya gayret gösterdi. Ancak Ankara’nın İran’ın nükleer emelleri konusunda Obama yönetimi kadar endişeli görünmemesi, yeni gerginliklerin kapıda olduğunun işaretiydi.

Nitekim 17 Mayıs’ta Türkiye’nin nükleer ihtilafa barışçıl bir çözüm bulma niyetiyle Brezilya’nın da desteğiyle Tahran’la yaptığı uranyum takası anlaşması, ikinci krizin miladı oldu. Sinirlenme sırası, bu kez Washington’daydı. Türkiye ve Brezilya’nın oyunbozanlık yaptığını düşünen Obama yönetimi, hemen misilleme yaptı. BM Güvenlik Konseyi’nin diğer dört daimi üyesini Tahran’a karşı yaptırımları içeren bir karar tasarısına imza atmaya ikna ettiğini duyurdu. Ankara ise, uranyum takası anlaşması sürecini Washington’la istişareli götürdüğünü, bu tepkileri anlamakta zorlandığını ifade ediyordu. Ya Ankara’nın iddia ettiği gibi Washington’dan gelen sinyaller şaşırtıcıydı, ya da Washington’ın iddia ettiği gibi Ankara işine gelmeyen şeyleri duymazdan gelmişti. Ortada en azından ciddi bir iletişim arızası olduğu aşikârdı.

31 Mayıs’ta İsrail’le yaşanan Mavi Marmara krizi, Washington’la gerginliği de olumsuz etkiledi. Brezilya dönüşünde rotasını hemen Washington’a çeviren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Haziran’da meslektaşı Hillary Clinton’la yaptığı görüşmede Tel Aviv’e kızgınlığını ve barışmak için şartlarını ortaya koydu. Ancak Washington, daha ilk anlardan itibaren, bu ikili ihtilafta İsrail’e daha yakın duracağını belli ederek Ankara’yı üzmüştü.

GÜVENLİK KOSEYİ’NDEKİ RET OYU

9 Haziran’da ise üzülme ve hatta kızma sırası Washington’a gelecekti. Türkiye o gün, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi sıfatıyla, ABD’nin öncülük ettiği İran’a ambargo tasarısına hayır oyu verdi. Ve o andan itibaren Washington’da gerek icra gerek yasama kanadında Türkiye’ye karşı tepkiler gözle görülür şekilde arttı. Farklı eğilimlerdeki üç büyük Amerikan ulusal gazetesi birden (Wall Street Journal, Washington Post ve New York Times) Ankara’ya eleştirilerini yoğunlaştırdı. 16 Haziran’da Türkiye’de yapılacak ABD-Türkiye terörle mücadele mutat istişaresi, Amerikan heyetinin katılamayacağını bildirmesi sonucu belirsiz bir tarihe ertelendi. Ve ancak 30 Kasım’da yapılabildi.

Haziranın üçüncü haftasında Başbakan Erdoğan, ay sonunda Toronto’da yapılacak G-20 zirvesinde Obama’yla karşılaşmadan evvel nabız tutmak amacıyla Washington’a dört kişilik bir AK Partili milletvekili heyeti gönderdi. Zirveden hemen önce ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un Associated Press muhabirini röportaja davet ederek verdiği sert beyanatlar, Washington’un nabzını yansıtıyordu. Nitekim Obama ile Erdoğan’ın 26 Haziran’da Toronto’da yaptıkları görüşme, oldukça gergin geçti.

İran ve İsrail konularındaki görüş ayrılıklarına Ergenekon davasından rahatsız olanların yaptığı lobicilik çalışmaları da eklenince, Washington’da Erdoğan hükümeti aleyhine rüzgârlar iyice sertleşmeye başladı. Özellikle Kongre’de olağanüstü bir hareketlilik gözlendi. İsrail ve Ermeni lobilerine yakınlığıyla bilinen Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi Başkanı Howard Berman, 28 Temmuz’da ‘Türkiye’nin Yeni Dış Politika İstikameti ve Türk-Amerikan İlişkilerine Yansımaları’ konulu bir resmi oturum düzenledi. İki objektif, iki aşırı AK Parti muhalifi uzmanın konuşturulduğu toplantıya Erdoğan hükümetine yakın herhangi bir uzmanın davet edilmemesi dikkat çekti. Bu arada Hillary Clinton, temmuzda Ermenistan’ı da ziyaret etmiş, oradaki ‘Soykırım Anıtı’na da uğramıştı. 2010’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu çeşitli vesilelerle birkaç kez Washington’ı ziyaret ederken, Clinton’ın bölge turlarında Ankara’yı programına hiç koymaması ya da ikili resmi ziyarette bulunmaması gözlerden kaçmadı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Washington’da Türkiye’ye karşı kazanların en çok kaynatıldığı kurumların başında geliyordu. Ankara’ya yönelik siyaseti yeniden gözden geçirme toplantıları ve raporları gırla giderken, özellikle bazı Amerikan diplomatik çevreleri ‘stratejik ortaklık’ söyleminden vazgeçip ‘parçabaşı ilişki’ (transactional relationship) kurma tezini savunuyordu. Bu bağlamda, 14 Ağustos’ta bakanlıkta Clinton’ın huzurunda yapılan think-tank (düşünce kuruluşu) tarzı toplantıya konuşmacı olarak davet edilen Türk ve Amerikalı uzmanların çoğunun Erdoğan hükümetinin muhalif ya da münekkitleri arasından seçilmesi tesadüf değildi.

YENİ BÜYÜKELÇİ, NEOCONLARA TAKILDI

Bu arada, ABD’nin temmuzda Bağdat’ta yeni görevine başlayan Ankara Büyükelçisi James Jeffrey yerine atanan Büyükelçi Francis Ricciardone, ağustosta Senato’da Cumhuriyetçi Sam Brownback’in onay engeline takıldı. Bunda, AK Parti’yle 1 Mart 2003 tezkere krizinden beri kan davalı olan ‘neo-con’ lobisinin de etkisi olmuştu. Neo-conların düşünce kalelerinden American Enterprise Institute’un (AEI) Başkan Yardımcısı Danielle Pletka, Foreign Policy dergisine verdiği demeçte şöyle konuşacaktı: “Şu anda Ankara’da kendi hükümetinin çıkarlarından ziyade yerel otokratların çıkarlarına hizmet etmeye ilgi duyan bir büyükelçiye sahip olmamızın zamanı değil.” “Otokrat” tabiri, son dönemlerde Türkiye ve ABD’deki muhaliflerinin Erdoğan’a ilişkin kullandığı ortak sıfattı. Neo-conların Ricciardone ile kan davası ise, Kahire’de görev yapıyorken neo-conların ‘demokrasi’ projesi adına Mübarek rejimine muhalefeti desteklemeye pek yanaşmamasından kaynaklanıyordu.

AK Parti’ye karşı muhalefeti destekleme düşüncesinin yaz aylarında giderek palazlandığı Washington’da dengeleri değiştiren olay, 12 Eylül’deki anayasa değişikliği referandumu oldu. Başbakan Erdoğan’ın ‘evet’ çağrısına Türkiye halkının yüzde 58’inin katılması, Washington’u da biraz hizaya getirdi. ‘AK Parti gidici değil, geçinmeliyiz’ yönündeki pragmatik ve realist görüş ağır basmaya başladı. Obama yönetiminden Ankara’ya gelen eleştirel mesajlar azalıverdi.

19 Ekim’de iki ülkeden dört kabine üyesinin katılımıyla Washington’da ABD-Türkiye Ekonomik, Ticari ve Stratejik İşbirliği Çerçevesi toplantılarının ilk yıllık toplantısı yapıldı. Söz konusu çerçeve, ilk kez Obama ile Cumhurbaşkanı Gül arasında geçen yıl Ankara’da yapılan toplantının ardından ilan edilmişti. 2009’da sadece 11 milyar dolar tutan ikili ticaretin geliştirilmesi hedefleniyordu. Yapılan çalışmalar sonucu, 2010’un ilk yedi ayındaki ikili ticaret, bir önceki yılın aynı dönemine oranla yüzde 35 arttı. Uzmanlar, karşılıklı ticari bağımlılığın artmasının, Türk-Amerikan ilişkilerinin ulusal güvenlik baskınlığından kurtarılarak biraz sivilleştirilmesine, dolayısıyla daha kalıcı temeller üzerinde oturmasına katkıda bulunacağını söylüyor.

KALKAN KRİZİ TAVİZLERLE AŞILDI

Sene sonuna yaklaşılırken, 19 Kasım’da Lizbon’da yapılacak NATO zirvesinin Türk-Amerikan ilişkilerinden yeni bir krize sahne olma potansiyeli doğdu. Washington’ın çok önemsediği füze kalkanı projesine ve yeni NATO konseptine ilişkin Türkiye’nin bazı soru işaretleri ve şartları vardı. Mesela İran’ın tehdit olarak ismen zikredilmemesi isteniyordu. Yapılan sıkı pazarlıklar ve verilen karşılıklı tavizler sonucu Türkiye, Lizbon’da NATO kararlarını veto etmeyip imzaladı. Böylece, Obama’ya kendi kamuoyuna satabileceği bir başarı da hediye edilmiş oldu.

Tam ikili işler rutin seyrine girmeye başlıyor derken, Wikileaks olayı patlak verdi. ABD yönetimi, önce 29 Kasım’da Washington’da Bakan Davutoğlu’nun görüştüğü Bakan Clinton aracılığıyla, daha sonra bizzat Obama’nın Erdoğan’a açtığı telefonla kriptolardaki rencide edici ifadelerden dolayı özür diledi.

SON GERİLİM PELOSİ’DEN

Aralık ayında, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin ve Demokratik Partili bazı yönetici arkadaşlarının Ermeni tasarısını Kongre kapanmadan genel kurulda oylamaya sunma ihtimali belirdi. Başbakan Erdoğan mektupla, Cumhurbaşkanı Gül de diplomatik kanallardan gönderdiği mesajla Obama’dan olaya el koymasını rica etti. Ancak Ankara, Obama yönetiminin tavrını ve girişimlerini Türkiye’nin hassasiyetlerine paralel oranda bulmadı. Washington ise, seçilmeden önce ‘Ermeni soykırımı’nı tanıyacağını vaat etmiş bir başkanın iç siyasi açıdan sıkıntılı olan bu mevzuda açıktan daha fazlasını yapamayacağını ihsas etti. Sonuçta Türk-Amerikan ilişkilerinin temelinde patlamaya hazır bomba gibi duran tasarının bu kez de pimi çekilmedi. Ve Kongre 22 Aralık’ta tatile girdi. Böylelikle 2010’da zaten yeterince yıpranan ikili ilişkiler, 2011’e büyük bir kaza daha olmaksızın giriyor.
[Haber Analiz] ABD ile ilişkiler zor virajlardan geçti

ALİ H. ASLAN WASHINGTON – 29.12.2010

Yaşanan tüm arızalara rağmen, büyük resme bakıldığında, 2010 yılında iki ülke arasında sorundan ziyade işbirliğinin ön plana çıktığı birçok alan da mevcuttu. Mesela Türkiye’ye Kuzey Irak’tan gelen terör tehdidine karşı ABD’nin verdiği istihbarat desteği aksamadan sürdü. Irak’ta ABD ile genel olarak mutabık olan Türkiye’nin özellikle kuzeydeki federal Kürt bölgesi ve hükümetiyle ilişki profilini yükseltmesi, Washington’da olumlu karşılandı.

Ağustosta Irak’tan asker çekmeye başlayan Amerikan ordusuna Ankara’nın verdiği lojistik destek de sürdü. Afganistan’daki NATO operasyonlarına Türkiye’nin yaptığı katkılar ise Washington’dan genelde takdir ve minnettarlıkla karşılandı. Öte yandan Ankara, Afganistan’da Türk birliklerinin daha riskli görevlere de gitmesi yönündeki taleplere direnmeye devam etti.

2011’de yine Ermeni tasarısı ve İran gündemde
2011 yılında başta İran ve Ermeni meseleleri olmak üzere, Türk Amerikan ilişkilerini yeni vartaların beklediğini öngörmek mümkün. İran’la nükleer gerginliğin artması halinde Türkiye Batı ile Tahran arasında taraf seçmeye zorlanacaktır. Ankara da ‘soykırım’ iddiaları karşısında Washington yönetiminin özellikle 24 Nisan’daki 1915 olaylarını anma gününde sağlam durmasını bekleyecektir. Türkiye’nin Tel Aviv’le ilişkilerinin gerginliğini koruması halinde İsrail’in Washington’daki güçlü dostları, yönetimde, Kongre’de ve sivil toplumda Ankara’nın başını ağrıtmaya devam edecektir. Özgüveni artan Türkiye’nin dış politikasına global hakimiyeti giderek zayıflayan ABD’nin itirazları yer yer sürecektir. Diğer yandan ABD’nin özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine desteğinde tutarlılığını koruması bekleniyor. Kıbrıs’ta çözüm arayışlarında Washington’un son yıllarda oynadığı düşük profilli rolün 2011’de değişeceğini beklemek için bir sebep de bulunmuyor. Irak’ta, özellikle Kerkük’te meydana gelebilecek büyük bir siyasi ya da askeri krizin Türk-Amerikan ilişkilerine de önemli yansımaları olacaktır. Washington ile Ankara arasında 2010’da yaşanan iletişim arızalarının bu yıl da tekrarlanmaması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmayacağını ise zaman gösterecek.

Yorumlar kapatıldı.