İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Kumkapılı Ermeni dedin mi akla balıkçılık gelir’

‘Kumkapılı Ermeni dedin mi akla balıkçılık gelir’ 

TAN MORGÜL
24/12/2010

Kumkapı Ermeni balıkçılarına yanaştık, önümüzde Ara Güler’in fotoğrafları ve söyleşileri… Ne kadar keyif alırsak o kadar iyi.

Kişisel not düşeyim: Hiç üstüme vazife olmasa da, bazı insanları birbirine benzetirim. Ayrı zamanlarda da konuşsalar, ayrı ikametgâha da sahip olsalar, ‘insan’lığımızı her daim edebi ve ilmî teste tabi tutan bu münevverler için denilse denilse ‘ruhsal pişti’ denilebilir herhalde. Fotoğrafın reisi Ara Güler ile kelamın reisi Can Yücel’den dem vuruyorum. Memleketin sadece demini değil küfünü de gözümüze, kulağımıza sokan, telaşe ömrümüzün ‘darbeli’ duraklarına imza atan zamane dervişlerine ne kadar teşekkür etsek azdır. Ne şanslıymışız ki, bu iki reisin ‘avlandıkları’ zamanların bir kısmına yetişmiş, tezgâhlarından ‘daha yaşarlarken’ nasiplenmişiz. Can Yücel artık yok, yerine (ve üstüne de koyarak) Ara Güler’e yanaşıp duruyoruz; üstat da bu gönül ‘laubaliliği’ne az biraz müsaade eder artık.
Oltaları ve ağları ilelebet yüklü reislerin civarındayız; laf uzar, kısa kesip asli rotamıza meyledelim. Aras Yayınları, gönül tellerimizi titretmeye devam ediyor. Karekin Deveciyan’ın asırlık kitabından sonra, şimdi de maziden bir ikramla geldiler, dümeninde Ara Güler’in olduğu… Üstadın, 1952’de Kumkapı’daki vaktizamanın balıkçı köyünde geçirdiği günler sırasında çektiği ve 21-26 Mayıs tarihlerinde, Ermenice, Jamanak gazetesinde ‘Kumkapui hay tzıgnorsnerun hed’ (Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyle Birlikte) başlığıyla altı günlük bir yazı dizisi olarak yayımlanan foto-röportajını, 56 fotoğrafla beraber Türkçe, Ermenice ve İngilizce olarak kitaplaştırdılar. (*)

‘Balık rakıyla yakalanır’
Ara Güler, Murat Belge, Vartan Ozinyan’ın girişiyle açılan siyah-beyaz İstanbul resitaline tanık olurken, sahil yolu (Kennedy Caddesi) öncesi Kumkapı’nın verdiği afili pozlara bakarak ve balıkçı hikayelerine dalarak ziyadesiyle içleniyoruz. ‘Müteveffa’ Acemdağ mahallesini mesken tutan Ermeni balıkçılar, büyük balık teknelerine yardımcı olan goygoycular (yardımcılar), ağ onaran merametçi (onarım yapan) kadınlar ve balıkçı barınaklarında çileyle, keyifle harmanlanan hayatlar, Ara Güler’in her deliğe girmeye muktedir gözü ve kulağı ile sayfalarda ihtişamla arzıendam ediyor. Tam 58 yıl sonra tekrar gün yüzü gören emekten bugüne kalan bir his var ki, onun yekunu bambaşka… Kitapta, reisin kelamındayız: “Gün gelecek, bir tane Ermeni balıkçı kalmayacak; halbuki Kumkapılı Ermeni dedin mi akla balıkçılık gelir. Ama, dediğim gibi, bu iş de bitti artık. Biz de bir gün gözlerimizi hıp diye kapatırsak, bu memlekette Ermeni balıkçı da kalmayacak…”
Artık, ne Acemdağ, ne balık-tütün-rakı kokusuyla harmanlanmış balıkçı barınakları ne de daha şehir uyanmadan Boğaz’a, Marmara’ya ‘yürüyen’ Dacat, Krikor, Kevork, Husig, Zareh reisler kaldı! Hoş artık balık da kalmadı ya buralarda; iki çift muhabbet, lezzet ve zarafet yakalayıp ceme (ve dahi deme) durmak lüks oldu insan evladına, ezcümle ‘Elde var hüzün’. Yine de kuyruğu dik tutmak lazım gelir, en azından Ara Güler’in deklanşöründen bakıyorsak hayata. Hakeza, üstat kedere bakabildiği kadar keyfe bakmayı da pek iyi biliyor: Ekmeğini denizden çıkaran bu insanların hayatını anlamak için iki gözlük kullanıyor; birincisi çileyle bezenmiş kapkara bir gözlük, ikincisi coşkuyla renklenmiş, bembeyaz. Deniz kıyısına yerleşmiş bu gündelik diyalektiğin hesabını da tek cümleyle kesiyor: “Ne ağ, ne olta, balık rakıyla yakalanır!”
Ruhsal piştiyle açmıştık eli, yine öyle kapatalım. Can Baba ‘Kumkapı meyhanelerine dadanmıştı, önünde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi’ ile… Muhtemel Ara Baba da yanına ilişmiştir bir fırsat, sonra ikisi birlikte Kumkapılı Ermeni balıkçıların rasatında, son sürat ‘sevgi duvarı’nı aşmışlardır, ağız dolusu küfrederek, ‘yalansız yaşama’nın keyfiyle.
(*) Kumkapı Ermeni Balıkçıları, Ara Güler, Aras Yayıncılık, İstanbul 2010

Ehlikeyfin seyir defteri
İşkodra göçmeni Arnavut Süleyman Kızıltay’ın 1948’de Samatya-Yedikule arasına kondurduğu ve şimdi oğlu Arif Bey tarafından işletilen Safa’nın tarihi 1890’lara kadar gidiyor. Şarap zamanlarından rakı zamanlarına, meyhane dönüşümünün canlı tanığı mekanın yüksek tavanları, iç mimarisi ve aynalı duvarları da ehlikeyiflere ferah bir ortam sağlıyor. Mutfak, tipik meyhane mutfağı; az ama öz. Arnavutciğeri ve paçanga özellikle tadılmalı ve Safa’nın keyfini çıkarmak için yavaş yavaş içilmeli.
İlyasbey Cad. No: 121 Yedikule Tel: 0212 585 55 95

Yorumlar kapatıldı.