İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Malları (I-II) Ve Eski Sigorta Poliçeleri  Ömer Engin Lütem

ERMENİ MALLARI-
Ömer Engin LÜTEM

1915 tehcirinden sonra Ermenilerin geride bıraktıkları mallara, bir süre sonra, “emvâl-i metruke” (terk edilmiş mallar) denmiş bunlardan bazıları devlet hizmetinde kullanılmış veya özel kişilerin kullanımına verilmişti. Birinci Dünya Savaşı biter bitmez, Müttefiklerin talebi üzerine Osmanlı Hükümeti geri dönen Ermenilere veya onların mirasçılarına bu malları iade etmişti. Lozan Antlaşmasında da, Ermeni sözcüğü kullanılmadan, geri dönen kişilere mallarının iade edileceği belirtilmektedir. Birçok kişinin bu çerçevede mallarını almış olduğu ancak bazı taleplerin de, zaman aşımı nedeniyle yerine getirilemediği anlaşılmaktadır. Kısaca şu anda tehcir edilen Ermenilerin mallarının onların mirasçılarına geri verilmesi mevcut mevzuata göre mümkün değildir.

Kişilerin özellikle savaş koşulları altında bir ülkeyi terk etmeleri halinde mallarını geri alamamaları sık rastlanan bir durumdur. 1878–79 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi), Balkan Savaşları ve Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğuna veya Türkiye Cumhuriyetine sığınan Türklerin, doğdukları yerlerde bıraktıkları malları geri almaları, bir kaç istisna dışında, mümkün olamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti bu ülkelerle on yıllar süren ve “emlâk” sıfatı verilen müzakereler yapmış, bunların bazılarında, iki tarafın birbirinden olan taleplerini eşit addedilmek suretiyle sonuçlara ulaşılmış diğerlerinde ise bir ilerleme kaydedilmemiştir.

Tehcir edilen Ermenilerin geri almadıkları mallar konusu Ermeni talepleri arasında en ütopik olan Türkiye’nin Ermenistan’a toprak vermesi ve tazminat ödemesi yanında, zaman zaman diaspora Ermenileri tarafından dile getirilmiştir. Protokollerin akamete uğramasından sonra da Ermenistan yetkilileri de, nadiren de olsa, mallar konusuna değinmişlerdir. Ancak şimdiye kadar bu konuda, Türkiye’de birkaç kez dava açma girişimi hariç, hukuk yoluna gidilmemişti.

9 Temmuz 2010 tarihinde Los Angeles’te Türkiye Cumhuriyeti ile ayrıca resmi banka oldukları ileri sürülerek Ziraat Bankası ve Merkez Bankası aleyhine Garbis Davuyan ve Hrayır Turabian adında iki Ermeni tehcir sırasında dedelerinin el konan malları ve banka hesaplarındaki paralar için kendilerine tazminat ödenmesini öngören bir dava açmışlardır. Adı geçenlerin avukatlarından Brian Kabateck açtıkları bu dava için ABD hukukunda “class action suit” denen ve Türkçeye “kolektif dava” veya “toplu dava” olarak çevrilebilecek olan bir statüsü tanınmasını istediklerini belirtmiştir. Bu hukuki deyim az sayıda kişi adına açılan bir davanın aynı durumda olan tüm kişiler için de açılmış sayılacağını ifade etmektedir. Diğer bir deyimle, mahkeme kolektif dava statüsünü kabul ederse, adı geçen iki Ermeni davayı kazandıkları takdirde, aynı durumda olan diğer Ermeniler, ayrıca dava açmadan, Türkiye’den talepte bulunabileceklerdir.

Aradan geçen altı aya yakın bir zamana rağmen bu davadaki tek gelişme dava dilekçesi iki bankaya tebliğ edilmiş olmasından ibarettir. Türkiye Cumhuriyetine usulüne uygun tebligat henüz yapılamamıştır.

Geçtiğimiz hafta bu konuda diğer bir gelişme yaşanmıştır. Haroutunyan, Mahdessiyan ve Bakalyan adını taşıyan üç Ermeni, 15 Aralık 2010 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ile adı geçen iki Banka aleyhine dedelerinin sahip olduğu arazileri, Ermeni soykırımı sırasında çalmak, bunların gelirine el koymaktan dava açmışlar ve bu araziler ve gelirleri için tazminat istemişlerdir. Bu araziler arasında İncilik üssünün bulunduğu ve bunun için de 63 milyon dolar istendiği basın haberleri arasında yer almaktadır.

Gelecek yazımızda uluslar arası hukuka göre böyle bir dava açılamayacağını, bu hukuka aykırı olarak dava açıldığı takdirde alacağı kararların Türkiye’yi bağlamayacağını, esasen ABD ile Türkiye arasında “emlak” sorunlarını çözümleyen bir antlaşma olduğunu inceleyecek ve bunlara rağmen neden mallar konusunda, yaklaşık bir asırlık suskunluktan sonra, şimdi davalar açılmasının nedenlerini araştıracağız

ESKİ SİGORTA POLİÇELERİ
Ömer Engin LÜTEM

Birinci Dünya Savaşı öncesinde bazı Amerikan ve Avrupa sigorta şirketleri Osmanlı İmparatorluğu uyruğundaki kimi gayrimüslimlere hayat sigortası yapmışlardı. Savaş yıllarının getirdiği karmaşa ve ayrıca Osmanlı Ermenilerinin tehcir nedeniyle yer değiştirmesi, bir kısmının ölmesi, savaş sonrasında sigortalı kişiler veya onların mirasçılarıyla sigorta şirketleri arasında, çok uzun süren davalar açılmasına neden olmuştu. Sonunda zaman aşımı süreleri dolmuş ve davalar da bitmişti.

Kaliforniya’daki bazı Ermeni kuruluşları zaman aşımı nedeniyle “soykırıma” uğrayan kişilerin mirasçılarının zarar gördüğünü ileri sürerek, uzun uğraşılar sonunda 2000 yılında Kaliforniya Eyaleti Kongresi’nden bir kanun çıkartarak zaman aşımının 2010 yılı sonuna kadar uzatılmasını sağlamışlardı.

İlgili sigorta şirketlerinin bazıları davalara devam etmek yerine davacı Ermeni kuruluşlarıyla anlaşmayı tercih etmişlerdi. Bu çerçevede New York Insurance şirketi ile daha ziyade Avrupa’da (ve Türkiye’de) faaliyet gösteren AXA Şirketi davacılara toplam 37,5 milyon dolar ödeyerek bu konuyu kapatmak yoluna gitmişlerdi. Şirketleri bu şekilde davranmasının nedeni Kaliforniya’nın 2000 yılı kanununda soykırım deyiminin geçmesi ve davalara devam edildiği takdirde, Ermeni propagandasının kendilerine soykırıma katılmak, soykırımı yapanları desteklemek gibi yönetecekleri suçlamaların ticari itibarlarını zedelemesinden endişe etmeleridir. Diğer yandan maddi imkânları çok büyük olan bu şirketler için 37,5 milyon dolar fazla değildir ve büyük bir olasılıkla vergiden düşülmüştür.

Dava edilen bir Alman Şirketler Grubu (kısaca Münich Re) ise Ermeni kuruluşlarıyla anlaşma yoluna gitmemiş ve bir üst mahkemeye başvurarak 2000 yılı kanunundaki “Ermeni soykırımı kurbanları” deyiminin “dışişleri doktrinine” aykırı olduğunu, diğer bir deyimle, ABD Dişişleri politikasına aykırı olduğunu bildirmiş ve kanıt olarak da ABD Hükümet’inin 2000, 2003 ve 2007 yıllarında Ermeni soykırımı ile ilgili Temsilciler Meclisi karar tasarılarına karşı çıkmış olmalarını göstermiştir. Üst Mahkeme 2009 yılı Ağustos ayında Kaliforniya Eyaleti’nin 2000 yılı kanunun, Ermeni soykırımına atıf yaptığı için Anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir. Anayasa’ya aykırılık Kaliforniya Eyaleti’nin, ABD Anayasası ile Fedaral hükümetin yetkisine verilmiş olan dışişlerine karışmaktır. Üst mahkeme bu kararını bire karşı iki oyla almıştır.

Söz konusu karar Ermeni kuruluşlarına yıkıcı bir etki yapmıştır. Önce bir eyalet parlamentosunun Ermeni soykırımı konusunda aldığı kararın (ki 50 ABD eyaletinden 44’ü bu tür kararlar kabul etmiştir) federal hükümetin bu yönde bir kararı olmadığı takdirde, hiçbir sonuç doğurmayacağı meydana çıkmıştır. Ayrıca New York Insurance ve AXA’nın ödediği 37 milyon doların geri verilmesi olasılığı belirmiştir.

Üst mahkemenin bu kararına Ermeni kuruluşları şiddetle itiraz etmişlerdir. Aynı mahkeme, aynı hakimlerle bu konuda 10 Aralık 2010 tarihinde aldığı bir diğer kararda bu kez “ Ermeni soykırımı deyiminin kullanılmasını yasaklayan açık bir federal siyaset bulunmadığını” sonucuna varmıştır. Bu karar da bire karşı iki oyla alınmıştır. Ancak bu kez hâkim Bayan Dorothy W. Nelson, 2009 kararının tersine, Ermeni görüşleri lehinde oy kullanmıştır.
Bu yeni karar ortaya makul cevaplar verilmesi mümkün olmayan bir durum çıkarmıştır.

Birincisi, üst mahkemenin Ağustos 2009 kararının kesin olması ve bu karara ancak bir üst mahkemede itiraz edilmesi gerekirdi. Böyle olmamış, dava bitmiş olduğu halde mahkeme kendi kararını bozmuş ve aksi yönde bir karar almıştır. Munich Re bu karara itiraz eder ve başka deliller ileri sürerse, üst mahkeme bu son kararını tekrar bozacak mıdır? Bu, kendi kararını bozma süreci ne zaman sona erecektir?

İkincisi, Ağustos 2009 kararı ile 10 Aralık 2010 kararı arasında geçen yaklaşık 15 ay içinde dava dosyasında, ileri sürülen iddialarda ve mevcut delillerde hiç bir değişiklik olmadığı için yeni bir karar almanın mantıken mümkün bulunmamasıdır.

Üçüncüsü ise hâkim Bayan Dorothy W. Nelson’un neden fikir değiştirdiğidir. Kendisi bu konuda bir açıklamada bulunmamıştır.

Bunları dikkate aldığımızda üst mahkeme kararının hukuki değil siyasi mülahazalarla alınmış olduğunu söylemek mümkündür.

Munich Re’nin bu karara bir üst mahkemede itiraz etmek hakkı vardır. Ancak bu şirketin avukatı bu konuda bir beyanda bulunmaktan kaçınmıştır. Münich Re’nin de New York Life Insurence ve AXA gibi, soykırım taraftarlığı ile suçlanmaktansa, para ödeyip bu konuyu kapatmak isteyip istemeyeceğini zaman gösterecektir.

Bazı Türk gazetelerinde bu kararın Türkiye’nin başını ağrıtacağı, bir tehdit oluşturduğu, Türkiye’ye karşı tazminat davası açma vizesi olduğu gibi başlıklar taşıyan yazılara rastlanmıştır. Bu dava sigorta şirketleri ile o şirketlerin sigorta poliçelerini taşıyanlar arasındadır ve hukuken Türkiye ile bir ilgisi yoktur. Buna karşın, dava münasebetiyle devamlı olarak Ermeni soykırımı iddialarından bahsedilmesi Türkiye aleyhine propaganda olmaktadır ve bu nedenle de söz konusu karar, siyasi alanda Türkiye’nin aleyhinedir.

Gelecek yazılarımızdan birinde yine Kaliforniya’da açılan ancak bu kez doğrudan Türk devletini ve iki Türk devlet bankasını ilgilendiren bir başka davadan bahsedeceğiz
ERMENİ MALLARI II-Ömer Engin LÜTEM

Dünkü yazımızda tehcir edilen Ermenilerin mallarının iadesi için son zamanlarda Türkiye aleyhine A.B.D’de bazı davalar açıldığına temas ettik.

Bu konuda ilk önce bildirilmesi gereken husus bir devlet aleyhine diğer bir devletin mahkemelerinde dava açılamayacağıdır. Bir devlet sadece yargı yetkisini kabul ettiği mahkemelerde yargılanabilir ki bu mahkemeler, mesela Uluslararası Adalet Divanı veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi, uluslararası mahkemelerdir. Bu açıdan bakıldığında davanın açıldığı Kaliforniya Mahkemesinin Türkiye’yi yargılama yetkisi yoktur. Söz konusu mahkemenin bu husus dikkate alarak Ermenilerin dava dilekçesini, yetkisizliğini öne sürerek, re’sen reddetmesi gerekirdi. Mahkeme bunu yapmamış ve T.C. Hükümeti ile iki devlet bankasına tebligat yapma sürecini başlatmıştır.

İkinci husus, yetkisi olmamasına rağmen Mahkemenin davayı görmesi halinde alacağı kararların Türkiye bakımından hiçbir sonuç doğurmayacağıdır.

Üçüncü olarak özellikle gayrimenkul davalarının, gayrimenkullerin bulunduğu yerlerin mahkemelerinde açılması esastır. Buna göre bu davaların, ilke olarak, Türkiye’de, gayrimenkullerin bulunduğu yerlerde açılması gerekmektedir ancak, aşağıda açıklayacağımız üzere, buna da imkân yoktur.

Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlı İmparatorluğuna dönen Ermenilere malları iade edilmiş, Lozan’a göre bu uygulamaya bir süre Cumhuriyet döneminde de devam edilmiş sonra zaman aşımı nedeniyle malların iadesi durmuştur. Halen söz konusu malların iadesi Türk mevzuatına göre mümkün değildir

Dördüncü nokta ABD’nin 1923 yılında Amerikan vatandaşı olan Ermenilerin Türkiye’deki mallarının tazminini istediği ve uzun süren müzakereler sonunda bu konuda 1937 yılında iki ülke arasında bir anlaşma yapıldığı ve buna göre Türkiye’nin 899.338 dolar tazminat ödediğidir. Kısaca Ermenilerin malları konusu iki ülke arasında çözümlenmiştir.

Sonuç olarak Ermeni malları aleyhine Türkiye Devleti aleyhine ne ABD’de ne de Türkiye’de dava açılamayacağı, açılırsa mahkeme kararının bir sonuç doğurmayacağı ve esasen Türkiye’nin Ermeni malları için A.B.D’ye tazminat ödemiş olduğu görülmektedir.

Bu hususların söz konusu davaları açanlar ve avukatları tarafından da bilinmesi gerekir. Buna rağmen dava açmaya çalışılması başka bir nedene dayanmaktadır. Ermeni tehcirinin yüzüncü yılı olan 2015 Ermeni Diasporası tarafından hedef yıl olarak seçilmiştir. Önümüzdeki 4–5 yıl içinde Ermeni Diasporası, Ermenistan’ın da yardımıyla bilinen Ermeni iddia ve taleplerini en yoğun bir şekilde kamuoyuna duyurmaya ve Türkiye’yi suçlamaya çalışacaktır. Bu çerçevede, bu davalardan da söz konusu taleplerinin gündemde kalması için yararlanılmaya çalışılacağı anlaşılmaktadır. Önümüzdeki dönemde bu tür davaların sayısının artması beklenmektedir.

Yorumlar kapatıldı.