İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlı mimarisi, Ermeni ve Rumlara mal ediliyor

Osmanlı mimarisi, Ermeni ve Rumlara mal ediliyor

18 Aralık 2010 Cumartesi – 16:00
İSTANBUL – AA – Son dönem Osmanlı mimarisi ve sanatı üzerinde çalışmaları bulunan, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Kuramsal Anabilim Dalı’nda görevli Yrd. Doç. Dr. Selman Can, İstanbul’un son dönem mimari mirasının Ermeni ve Rumlara mal edilmeye çalışıldığını söyledi.
Can, Osmanlı arşivlerinde imar ve inşa kayıtlarına ilişkin binlerce belge bulunduğunu, Türkiye’de sanat tarihçilerinin Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri değerlendiremediğini anlattı. Kendisinin uzun yıllardır Osmanlı arşivlerinde bu konulara ilişkin çalışma yaptığını bildiren Can, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında İstanbul’da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapıldığı öne sürülen 100 binanın fotoğraflarının yer aldığı “Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları Sergisi” açıldığını hatırlattı. 

Osmanlı arşiv belgelerine göre, bir çoğu Balyan ailesine ait olduğu öne sürülen yapıların gerçek mimarlarının kayıtlarda farklı olduğunu kaydeden Can, şunları söyledi:
“Benzer bir proje Rumlar için de yapıldı. İstanbul’un mimari mirası Ermeni ve Rumlara mal edilmeye çalışılıyor. Bu bilinçli bir adım. Zira uzun zamandır aynı konular üzerine çok sayıda etkinlik düzenlenmekte. Toplumsal bellek belirli konularda şartlandırılıyor. Bu projelerin neden üçüncü ayağı İstanbul’un Türk mimarları değil? İstanbul’da Türklere ait hiçbir yapı yok mu? Projeye destek verenlerin bu soruyu kendilerine sormalarını isterim.”
“Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları Sergisi”nin gerçekleri yansıtmadığı için yanlış olduğunu savunan Selman Can, Osmanlı mimarlığın ın 19. yüzyıl içerisinde gerçekleştirdiği en radikal değişimin, “bina eminliğ i” uygulamasından “münakasa” sistemine geçiş olduğunu anlattı.
“Açık eksiltme” anlamını taşıyan münakasa ile yapıların ihaleye çıkarılarak müteahhitler eli ile inşa edilmeye başlandığını bildiren Can, “Bu dönemde sermaye birikimleri ile Ermeni ve Rumlar, bu ihalelerin büyük kısmını alırlar. Özellikle Balyan ailesi üç nesil halinde bu müteahhitliği yürütmüştür. Osmanlı’nın bir milyon altın sermayeli ilk resmi inşaat şirketi de Balyanlarındır” diye konuştu.
Can, Balyanlar üzerine yazılan bilgilerin büyük kısmının bilimsellikten uzak olduğunu, Balyanlar’ın 19. yüzyılın en büyük müteahhit ailesi olarak yaşadıklarını ve yaptıkları yapıların da büyük kısmının farklı mimarların eseri olduğunu kaydetti.
Ermeniler açısından bakıldığında, 19. yüzyıl boyunca kendi cemaatlerini milli bir hedef doğrultusunda birleştirmek için yoğun çabalar sergilendiğinin görüldüğünü ifade eden Can, “Yaptıkları işleri, çoğu zaman abartılı olarak tanımlayıp tasvir ederek reklamlarını yapmayı çok iyi başarmışlardır. Uluslararası destek alınarak Ermenilerin tarihsel geçmiş ve zenginliğine atıfta bulunulup özellikle etnik kökene vurgu yapılarak Ermeni sanatının Osmanlı toplumundaki ayrıcalığına dikkat çekilmiştir. Çok belirgin bir şekilde mimarlık, kimlik ve ulus kurma amacıyla, Ermeniler tarafından önemli bir araç olarak kullanılmıştır” şeklinde konuştu.
Can, kısa bir süre sonra bu konulara ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri kapsayan bir kitap çıkaracağını da sözlerine ekledi.
Yard. Doç. Dr. Selman Can, Balyan ailesi üyelerine ait olduğu öne sür ülen eserlerin, arşivlerden tespitlerine göre de gerçek mimarlarını da şöyle açıkladı:
“Sultan 2. Mahmut Türbesi, Garabed Balyan’ın değil, Mühendis Abdülhalim Efendi’nindir.
Bayezit Yangın Kulesi, Senekerim Balyan’ın değil Seyyit Abdülhalim Efendi’nindir.
Rami Kışlası, Kirkor Balyan’ın değil, Seyyit Abdülhalim Efendi’nindir.
Ortaköy Camisi, Nikoğos Balyan’ın değil, Seyyit Abdülhalim Efendi’nindir.
Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Serkis Balyan’ın değil, İngiliz William James Smith’indir.
Mekteb-i Harbiye (Askeri Müze), Serkis Balyan’ın değil İngiliz William James Smith’indir.
Yıldız Hamidiye Camisi, Serkis Balyan’ın değil Rum Nikolaki Kalfa’nındır.
Sarayburnu Antrepoları, Simon Balyan’ın değil Alman August Jasmund’undur.
Baltalimanı Sahil Sarayı (Büyük Reşit Paşa Sarayı), Sarkis Balyan’ın değil İtalyan Gaspare Fossati’nindir.”
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki eserlerin imparatorluk mimarisi olduğunu belirterek, “Önce yapana değil yaptırana bakmak lazım” dedi.
Osmanlı mimarisinin bir medeniyetin yansıması, bir medeniyet mimarisi olduğunu ifade eden Göncüoğlu, dünyadaki son medeniyetin Osmanlı medeniyeti olduğunu kaydetti. Bundan sonrasındakilerin ise kültür hegemonyası olduğunu savunan Göncüoğlu, “Bu değerlendirmeden yola çıkacak olursak, ‘Bu mimarlar Ermeni, Rum, Laz, Süryani mimarlardır’ diyerek Osmanlı mimarisindeki eserleri sınırlandırmak, kategorize etmek, medeniyet olgusunu algılamamış olmasından kaynaklanır. Bugünkü kültür hegemonyası içerisinde bir medeniyet mimarisi ve bir Osmanlı mimarisi değerlendirilmeye çalışılıyor. Bunu bir bilimsel cahillikle ifade edebiliriz” şeklinde konuştu.
Bugünkü İstanbul mimari tarihine bakıldığında, Seyyit İsmail Z ühtü Altunizade’nin koordinatörlüğünde yapılmış binalar sergisi de yapılabileceğini, bugün ‘Ermeni mimarları tarafından yapıldı’ denilen yapıların büyük bir kısmının bu insanın koordinasyonuyla gerçekleştirildiğini belirten, Göncüoğlu, şunları kaydetti:
“Yani, dönemin mimari zevk algılayışı, devletin talebi, yönetimin zevk anlayışı görmezden gelinerek tek bir boyuta indirmek, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisine yapılmış en büyük fikri darbelerden biridir. İstanbul siluetine baktığımızda, 16. yüzyıla ait Mimar Sinan’ın eserlerini görürüz. 19. yüzyıl Osmanlı yapılarına baktığımızda bugün Düyunu-i Umumiye yani İstanbul Erkek Lisesi binası, Haydarpaşa Hastanesi, Şişli Etfal Hastanesi, Cibali Tekel binası -şimdi Kadir Has Üniversitesi oldu- hep Sultan 2. Abdülhamit dönemi eserleridir.
Selman Can Bey’in belgeleri tamamen doğrudur. Katılıyorum çünkü arş iv belgeleri üzerine görüşünü ifade etmektedir. En büyük hata şuradadır; biz Osmanlı mimarisinin, Osmanlı medeniyeti içerisinde oluşturulmuş bir mimarlık zenginliği anlayışı olduğunu fark edemezsek, bir imparatorluk mimari algısını göremeyecek kadar cahilane bir şekilde sıradanlaştırırız.”
Gelecek nesillere sağlıklı bilgiler bırakmak gerektiğini ifade eden Göncüoğlu, “Bu bilgileri tamamen anlamsız bölümlere ayırarak, sahip olduğumuz tarihi mirası anlaşılmaz ve kavmiyetçilikle yüklü bir anlam içerisine sürükleyebiliriz. Bu tür sergiler bizim ne kadar zengin bir mimariye sahip olduğumuzun göstergesidir. Ama bunu sadece ırkı boyutlara, kavramlara indirirsek Osmanlı medeniyeti ve imparatorluk mimarisi anlayışını reddetmiş, kendi içerisinde fikri ikilem oluşturmuş oluruz. Bu da gereksiz tartışmalara yol açar” dedi.
Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selçuk Mülayim de Balyan ailesi üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir kısmının kalfa olduğunu belirterek, “Bir kısmının mimari eğitimleri de yoktur. Bence bu konuda arşiv belgelerini esas almak lazım. Aslında eser her kimin olursa olsun önemli değildir ama bunlar bence Osmanlı kimliğini yansıtan eserlerdir. Bu bağlamda mimarı önemli değildir. Ama sanat tarihçileri, uzmanlıkları gereği bunun mimarını, ustasını araştırırlar. Sonuç itibariyle bütün 19. yüzyıl mimarları yapılan Osmanlı kimliğinin bir göstergesidir” diye konuştu.
Mimar Sinan Üniversitesi Mimari Restorasyon Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Suphi Saatçi de “Osmanlı yönetiminin yetenekli olan herkesi Bosnalı, Tebrizli, Şamlı, Halepli, Bağdatlı, İstanbullu yahut Tokatlı olması arasında bir fark gözetmeksizin aynı imkanı sağlaması ve insanları bu imparatorluğa hizmet edecek tarzda yetiştirmiş olmasıdır” dedi.
Balyanların da bu toprakların insanı olduğunu ifade eden Saatçi, Balyanların mimarlıktan daha çok müteahhitlik yaptıklarını bildiğini kaydederek “Bahsi geçen eserlerin mimarları kendileri değildir. Müteahhit olarak öne çıktılar ve Osmanlı vatandaşı olarak bu topraklara hizmet ettiler” şeklinde konuştu.
“Bilim insanı her konuda konuşabilir, konuşma hakkına sahiptir. Kendisine zaten yetki veriliyor ki bu konuda görüşünü belirtsin” diyen Prof. Dr. Suphi Saatçi, Balyan ailesinin mimar olup olmadıklarının ve bu söz konusu eserlerin gerçek mimarlarının kim olduğu konusunun tartışılmasından kimsenin korkmaması gerektiğini bildirdi. Saatçi, “Bu konu ne bizden bir şey kaybettirir ne de onları üzer, bilimsel tartışma her zaman yarar sağlar. Fakat maalesef bizde takım tutar gibi olmuş. herkes kendini belli bir fikrin içine hapsetmiş. Dolayısıyla sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Aslında sıkıntı duyulacak bir konu olmaması lazım. Bilimde sıkıntı olur mu, ben bunu anlamış değilim” diye konuştu.
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ersoy da 19. yüzyıl Osmanlı mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve Ermeni’lerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız ve en hafif tabirle ön yargılı bir yaklaşım olacağını söyledi.
Ersoy, bu yaklaşımın akademik nesnellik ve tarihsel etik kıstaslarına da tamamen aykırı olacağını savunarak, şunları kaydetti:
“Başbakanlık, Topkapı veya Dolmabahçe Arşivi gibi kaynakları kullanan ve Osmanlı yazılı kaynaklarına biraz aşinalığı olan hiç kimse, Ermeni ve Rumlar ın 19. yüzyıl Osmanlı inşaat sektöründe tasarımcı, uygulayıcı, müteahhit ve yatırımcı olarak çok odaklı ve merkezi bir rol üstlendiğini yadsıyamaz. Bu alanı n en etkin ve üretken ailesi olan Balyanlar da çoğu binalarında hem müteahhit hem de tasarımcı olarak görev almışlardır. Buradaki esas sorun arşivlerin nasıl bir yöntem ve birikimin ışığında kullanıldığı, bu malzemenin nasıl bir yorum ve doğrulama süzgecinden geçirildiğidir. Zira arşivdeki ham bilgi, yüzeysel veya maksatlı bir okumayla rahatlıkla araştırmacının beklentilerine alet edilebilir ve ön yargılarına kurban edilebilir.”
Osmanlı dünyasında, tasarım ve uygulama eylemlerinin birbirinden net olarak ayrıştırılmadığını belirten Ersoy, terminolojideki bu belirsizliklerden dolayı Baylanlara atfedilen belli binalarda tasarımcının kim olduğu konusunda ihtilaflar olmasının doğal olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
“Dönemin birçok binası için elimizdeki kaynaklara dayanarak tartışması z olarak Balyanların müellifliğinden söz edebiliyor olsak da bazı binalar için uzun soluklu ve belki de sonuçları çoğu zaman belirsiz kalacak heyecanlı bir keşif sürecinden bahsetmek durumundayız. Ancak, 19. yüzyılda Hassa Mimarlar Ocağı’nın kapatılmasının ardından, devletin inşaat alanını merkezileştirme çabas ının ürünü olarak ortaya çıkan Ebniye Müdürlüğü (1831) ve buna bağlı olarak ihaleleri koordine eden Ebniye Meclisi gibi kurumların müdürleri olan ve idari görevleri itibarıyla inşaat sektörünün üzerinde yapıcı etkileri olan Seyyid Abdü lhalim Efendi veya Mühendis Abdülhalim Efendi gibi yöneticilerin isimlerinin inşaat ve ihale yazışmalarından teşhis edilip tasarımcı olarak tereddütsüzce ilan edilmesi maksatlı bir yanılgı, ya da en azından ciddi bir tarihsel gaftır.”

Yorumlar kapatıldı.