İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

NALLIHAN ERMENİLERİ

NALLIHAN ERMENİLERİ

RAMİZ ERENİN ANILARI (1907 doğumlu, Avukat, 1950-1957 yılları arasında Ankara Milletvekili)

Kurtuluş savaşı yıllarına kadar ilçemizde Ermenilerde yaşıyordu. Kız alıp verme dışında onlarla her türlü münasebetimiz vardı. Kocahan’ın üstündeki mahallede otururlardı. Bir kiliseleri, birde kilise yanında okulları vardı.Mezarlıkları su deposunun bulunduğu yerdeydi. Sinekcek Kaşı’na varmadan solda Cevdet Beyin bir Ermeniden aldığı 30 dönüm bir yer vardır. O yer o yıllarda gül bahçesiydi.O yıllarda Nallıhan’da iki tane fabrika vardı.Bunlar gülyağı ve ipek fabrikasıydı.Çıkartılan gül yağı ve gül suyu Fransa ‘ya satılırdı.1900’lü yılların başında Nallıhan’da çok dutluk vardı. Ermeni Manukyan ipek fabrikası işletirdi. O yıllar fabrikada 100-150 kadın işçi çalışırdı.Saat beşte paydos borusu öterdi.Üretilen ipek ihraç edilirdi. Fabrika bizim evle hastane arasında, bahçe içinde bir yerdeydi.Ermeniler göçe tabi tutulduklarında, Manukyan’ın daktilosu da Kocahan’ın kenarında satışa konmuştu. Hiç unutmam biz bu neymiş diye daktiloyla ilgilenmiştik.
Yunan Ballık köprüsü’ne yaklaştığında babam Ahmet Bey Ballık Köprüsü’nü uçurttu.Yunan köprüden geçip Sakarya’nın kuzeyinde ikinci bir cephe açmasın diye.
Ermenilere de göç etmeleri için Ankara Hükümeti 3 gün süre verdi.Ermeniler taşınabilir mal ve eşyalarından bir kısmını Kocahan’ın yanında satıp paraya dönüştürdüler. Taşınmaz malları hazineye kaldı. Karaköylü Seyit Ali Ermenileri aldı götürdü. Duyduğuma göre bunların bir kısmı Amerika’ya, bir kısmıda İsrail’e gitmiş. Küçük kardeşim Orhan Ankara Belediye Başkanı iken, 1956’da Japonya gezisi dönüşü onu Beyrutta karşılamaya gittiğimizde şehirde dinlenmek için oturduğumuz bir kahvede konuşmalarımızı duyan bir garson yanımıza geldi. Kendisi Türkçe konuşuyordu.Bizim Nallıhanlı olduğumuzu öğrenince çok heyecanlandı. Meğer göç ettirilen Ermeniler’den biriymiş. Ah diyordu, -kısmet olsada ölmeden önce bir kez olsun Dokuzdolanbaç’ın başına gidip Nallıhan’ı şöyle bir seyretsem-diye duygularını açıklıyordu.(x)

(x)Kaynak:Mesut ŞENER-Nallıhan Kitabı-Sh.86-87

1921 yılı Ocak ayı sonundan Eylül ayı başına kadar Bolu Lisesinde öğretmenlik yapan Vala Nurettin(VA-NU) Ankara`da 1921 Ağustos ayı ortalarında yapılacak olan öğretmenler toplantısına katılmak için atıyla Bolu`dan çıkıp Mudurnu-Nallıhan-Beypazarı yolunu kullanarak Ankara`ya giderken Nallıhan`daki bu göç olayına tanık olur. Tanık olduğu bu olayı yıllar sonra–Bu Dünyadan Nazım Geçti-kitabında yazar.
“Nallıhan Ermenileri:
Mudurnu`dan çıktığımız günün akşamı Nallıhan`a vardık. Nallıhan`da büyük bir göç hazırlığı gördük. Kasabanın içinde yer değiştirme ve kasabanın dışına doğru göç. Dışına doğru olanı Nallıhan Ermenilerinin düşman geliyor diye kasabadan uzaklaştırılması. Hemen o gün kafile halinde göç ettirilmişler. Kasabanın durumu gözümüzün önünde: Mudurnu yönünden gelince, sağ kolda bir tepe üstüne rastlayan Ermeni mahallesi, Müslüman mahallelerinden daha bakımlıydı. Bazı Müslümanlar, sahipsiz kalan ermeni evlerine eşyalarının bir kısmını taşımakla uğraşıyorlardı. Bir kısmını, çünkü Ermeni evleri zaten eşya doluymuş.Yeni sahipleri, eski evlerinden ancak pek özek öteberilerini taşıyorlarmış.
O geceyi Nallıhan`da geçirip ertesi sabah erkenden tekrar yola çıktık. Dün göç ettirilen Ermenilerin kafilesine öğle üzeri bir bayırın alt kısmında rastladık.
Kerim Bey kamçısıyla, tabur imamı sarığıyla, Emirberi tüfeğiyle, lacivert elbiseli Mehmet Ağa jandarmasıyla ve ben esrarengiz sıskalığım ve kocaman kalpağımla arkalarındaki tepede belirdik. Ermeniler irkilip bize baktılar. Siluetimiz göğe çizilmiş olacaktı. Uğursuzluk habercileri olduğumuz kuruntusuna kapıldılar. Kaderlerini beklemek için durdular. Bizde durmuş, birkaç yüz metreden onları seyrediyorduk. çevrelerini jandarmalar sarmıştı.Ve jandarmalar, onlara durmamalarını işaret ettiler. Onlar da ara sıra başlarını korkak korkak bize doğru çevirerek yollarına devam ettiler.Yol tek olduğu için atlarımızı peşleri sıra sürdük. Gördüğüm tabloyu ve bunun sonucunu burada tespit edeceğim.
Bunu hem tarihe karşı bir görev sayıyorum, hem de Mustafa Kemal idaresi aleyhindeki bir söylentiyi önlemek istiyorum. Pek acıklı başlayan bu olayın aynı acılıkla sonuçlanmadığından ötürü gerçekten memnunum.
Atlarımız kafileye yaklaştığı zaman, en geride pos kıranta bıyıklı bir ermeni kalmıştı. Fesi koyu renkte.Tepesi dar olarak muntazam kalıplanmıştı. Bacaklarında arka tarafın torbası küçük siyah bir şalvar vardı. Biz yaklaşınca, kruvaze ceketinin düğmelerinin hürmetle ilikledi.Yana çekilip divan durdu. Boynunu büktü. Sonra hizasına geldiğimizde, yere kadar eğilircesine bir kandilli temana çaktı. Her birimize aynı kandilli temannayı birer birer çaktı.
-Allah ömürler versin beyfendiler-gibi sözler söyledi. Ve onur kırıcı hiçbir ricada bulunmadı. Sırf bu Osmanlı görgüsünün gereğini göstermişti. Fakat aynı zamanda dönüp dönüp kendi önünde yürüyen bir genç kadına ve yanındaki çocuklara bakıyordu. Bu kadın belki onun kızıydı. Yaş farkı ve şevkatlı bakışları öyle gösteriyordu. Selamını alıp geçtik. Hele Kerim Bey, çok gönül alıcı, ferah verici şekilde selamladı. Kafilemizin şefi olduğunu belirtti. Bizden bir tehlike gelmeyeceğini haliyle tavrıyla anlattı. Atları sürüp bahsi geçen kadınla çocukların hizasına gelince onları inceledin. Ermeni kadınlarından bazıları klasik ölçülere göre çok çirkin bazıları inadına pek güzel oluyor. Bu genç kadın güzeldi. Devrin ünlü aktristi Elize Binemecyan gibiydi. Gönülleri fethedebilirdi. Fakat üç çocuk annesi bir kasabalıydı. İskarpinlerini sol elinin iki parmağına takmıştı. Ajurlu siyah çoraplarıyla toprakta ürüyordu. Sağ eliyle bir kundak çocuğunu göğsüne bastırıyordu. Diğer bir çocuğu kadının sol dirseğine yapışmış, üçüncüsü eteğini tutuyordu. Heykel yada tablo olmaya elverişli bu manzarayla yürüyorlardı. Kadın bize, aşağıdan yukarı baktı. Hiçbir şey söylemedi.
Bu hatırayı kırk şu kadar yıldır unutmadım, bundan sonra da elbette unutmayacağım. Yalnız sesleri ve soruları hatırlıyorum. Mahzun sesler,endişeli soruyor:
-Nereye götürülüyoruz? Encamımız ne olacak?
Kerim Bey, özür diler gibi cevap veriyor:
-Harpler türlü zaruretler yaratır. Düşman orduları yaklaştığından devlet böyle tedbirlere mecbur kalmıştır. Kendisi Bolu Polis Müdürü olduğu için biliyor. Dediklerinin doğru olduğuna yemin eder. Namusuyla temin eder. Ermenilerin hayatı emniyettedir. Bu feci günler sona erince, normal hayatlarına kavuşacaklardır.
Ve geçip gidiyoruz. Onları arkamızda bırakmışız
Ben uzun yıllar hep Nallıhan Ermenilerinin akıbetini merak edip durmuştum. Nihayet gerçeği öğrendim.
Halen Kadıköy`de terzilik eden bir anne ve iki kızıyla sık sık görüşürüz. Anne,Nallıhan Ermenileri arasında sözünü ettiğim gün göç ettirilmiş. Bizim rastladığımız grupta imiş. Görülüyor ki sağ salim. Hiçbirinin hayatına dokunulmamış.

Yorumlar kapatıldı.