İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Diyarbakır’da Surp Haç  Bercuhi Yamacıyan Küpçü

DİYARBAKIR’DA SURP HAÇ
Bercuhi Yamacıyan Küpçü 

Eylül ayının ikinci Pazar gününe rastlayan Surp Haç yortusunun yaklaşması, sonbaharın habercisiydi. Surp Haç, aynı zamanda bütün bir yaz son derece keyifli damda yatma sefalarının sona ermesi demekti. Yatarken, zaman zaman üzerinize düşen yağmur tanecikleri bu keyfin sonunu ilan ederdi..Bu duruma uygun bir de güzel söz vardı, “Haç, damdan kaç”. 

Surp Haç haftası yaklaştıkça, herkesi tatlı bir heyecan alırdı. Çünkü her Surp Haç yortusunda, sadece bir duvarı ayakta kalmış,Diyarbakır yakınlarındaki Surp Haç Kilisesi ziyaret edilirdi. Çörekler yapılır, sepetler hazırlanırdı. Canım yayam (ninem) hiçbir eksik kalmaması için çırpınır, her şeyi büyük bir özenle hazırlardı. Bütün ev halkı yolculuk telaşına düşer, biz çocukları da bir an önce o minibüse binip gitmek için heyecanla beklerdik. Diyarbakır’a (kaç kilometre olduğunu tahmin edemiyorum, o zaman uzun bir yol gibi gelirdi) yakın Satı köyüne ziyarete gidilirdi. Köyde, sadece bir duvarı ayakta kalmış Surp Haç kilisesinin duvarlarında mum yakılır, dua edilirdi.
Cumartesi gecesi köylülerin hazırladığı tertemiz yataklarda yatılır, insanlar, inançla, sevgiyle mutlu ve huzurlu bir gece geçirirdi. Bir de köyün ağası Emin Karakaş’ın evi vardı. Herkesin çok sevip saydığı ağa, son derece misafirperverdi, kapıları herkese sonuna kadar açıktı. Evine sığdırabildiği kadar herkesi misafir ederdi. Biz çoğunlukla onlarda konaklardık. 

Pazar sabahı erkenden kalkılır, yakındaki ormanlık alana gidilirdi. Derenin aktığı ve suyunun şifalı olduğuna inanılan küçük bir göl vardı. Gölün çevresinde biz çocukların Haça benzettiğimiz ağaç köklerinden göle sular damlardı. Gölde renk renk ufak balıklar yüzerdi. Sabah erkenden o suya girmek şifa bulmak demekti. Bilhassa göz rahatsızlığı olanlar mutlaka o suda yıkanırdı.Böyle bir inanışla herkes erken davranmaya çalışırdı. 

Daha sonra ağaçların altına yerleşilir evden getirilen yiyecekler keyifle yenirdi. Öğlende kebap kokuları her tarafı sarar, çocuklar oyunlarla çok keyifli eğlenceli zaman geçirirdi. Oraya özgü o güzel meyveden böğürtlenden doyasıya yenir akşama doğru dönüş hazırlığı başlardı. Herkes toparlanıp minibüslere yerleşince tatlı bir yorgunluk akşam karanlığı ile birlikte üzerimize çökerdi. Bir yıl sonra tekrar gelmek üzere köylülerle vedalaşılır yola çıkılırdı. Böylelikle güzel bir inanç gezisi sona ermiş olurdu.
12 Eylül 2010

Yorumlar kapatıldı.