İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Lozan Antlaşması ve Heybeliada Ruhban Okulu  H. Tahsin Fendoğlu

Lozan Antlaşması ve Heybeliada Ruhban Okulu 

H. Tahsin Fendoğlu 

http://www.haberayrinti.com/koseyazidevami.asp?devamkoseyazi=132

LOZAN ANTLAŞMASI VE HEYBELİADA RUHBAN OKULU

“Anayasal Açıdan Heybeliada Ruhban Okulu” isimli yazımızda konu hakkında genel bir çerçeve çizmiştik. Bu yazıda Lozan Antlaşması bağlamında Heybeliada Ruhban Okulu sorununu analiz etmeye ve bir sonuca ulaşmaya çalışacağız.
Bilindiği gibi, Heybeliada Ruhban Okulu, kapandığından bugüne hemen hiç gündemden düşmemiştir. 1971’de kapatılması üzerine Ruhban Okuluna tayin edilen kayyımlık, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ömer İlhan Akipek’i avukat olarak tutmuş, o da Danıştay’a bu idari tasarrufun iptali isteğiyle, 17 Kasım 1971’de özetle şu gerekçelere dayanarak dava dilekçesi sunmuştur;
Bu okul, Lozan’ın 40. maddesi kapsamına giren okullardandır.
Teoloji bölümünü bitirenlere verilen diplomalarda yer alan, “lise üzerine en az bir yıllık meslekî tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar” ibaresi dışında, T.C. Lise Diploması ile Teoloji Bölümü Diploması arasında hiçbir fark yoktur.
Okulun teoloji bölümü mezunları bu sıfatla vatanî görevlerini lise mezunları gibi er olarak yaparlar.Öğrenimlerine üniversitede devam etmek isteyenler, lise mezunları gibi giriş sınavına tâbi tutulurlar. Bu bölüm mezunları ancak rahiplik mesleğine kabul olunurlar.
Okul, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na göre kurulmuş olmayıp 1844’ten beri faaliyet göstermektedir. Zaten, okulun yönetmeliğinin onaylandığı tarihte yürürlükte olan mevzuata göre özel yüksek okul açılamazdı.
Kapatılan bütün özel yüksek öğretim kurumlarının öğrencilerinin öğrenimlerine devam edebilmeleri amacıyla 1472 sayılı kanun ile mevcut üniversite ve akademilere bağlanmalarına rağmen Heybeliada Ruhban Okulu hakkında böyle bir işlem yapılmamış olması, kanun koyucunun bu okulu bir yüksek okul olarak görmemiş olduğunun açık bir delilidir.
Ayrıca, Okulun kayyımlığı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hicri Fişek’e de bir mütâlaa hazırlatmıştır. Fişek de, mütâlaasında, Özipek’in savunmasındaki ifadelere benzer ifadelerle, özetle şu hususlara yer vermiştir;
Okul kapatıldığı zaman, 625 sayılı yasanın iptal edilmemiş olan 25. maddesinde belirtilen bir azınlık okulu olarak işlemektedir. Bu madde Lozan’ın 40 ve 41. maddelerine atıf yapar. Bu uygulama, 625 sayılı yasanın bazı hükümlerinin iptali Türk vatandaşlarının orta dereceli okullarının kapanmasına yol açmadığı cihetle Lozan’da belirtilen eşitlik ilkesine aykırı olacaktır.
Lozan gereği azınlıkların dînî ayinlerini icra etmeleri serbest olduğuna göre, bu din adamının yetiştirilmesini de zorunlu kılar. 40. madde de, “her türlü okul vesair öğretim ve eğitim kurumları açmasını” hükme bağladığına göre, bu azınlıkların din adamı yetiştirecek okul açması laiklik ilkesini, laik devletin din okulu açmasından daha az zedeleyecektir.
Okul diplomaları, diğer lise diplomaları gibi okul müdürü ve Milli Eğitim Müdürü tarafından imzalanmaktadır. Oysa aynı devirde verilen özel yüksek okul diplomalarını okul müdürü ve Milli Eğitim Bakanı imzalamaktadır.
Bu diplomanın üniversite ya da yüksek okul diplomasının sağladığı hakları sağlamayacağı, okulun MEB tarafından tasdik edilmiş olan yönetmeliğinde açıkça belirtilmiştir.
Yukarıda sıralanan görüşlere rağmen, o zamanlarda dava açılması engellenmiştir.
Bu konuda Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi, konuyla doğrudan ilgili şu ibarelere yer vermektedir: “Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden/garantilerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel âyinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”
Lozan Anlaşması’nın 42. maddesinin 3. paragrafı ise şöyledir: “Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiç birini esirgemeyecektir.”
Lozan Antlaşması bir bütün olarak ele alındığında, azınlıkların sadece bireysel değil kurumsal düzeyde de korundukları görülmektedir. Cemaatin azalması ya da bireylerin ortadan kalkmasından dolayı kurumların da ortadan kalkmaları gerektiği ya da gereksiz duruma düştükleri, bu nedenle okula ihtiyaç bulunmayacağı iddiasının hukuken kabul görmesi güç olduğu gibi, konunun Türkiye’nin açıklamasının zor olacağı yerlere gitmesine neden olabilecektir.
Bu noktada, Lozan Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” başlığını taşıyan bölümünün bazı özelliklerini de vurgulamak gerekir:
37. madde uyarınca Türkiye, bu bölümün kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişik olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenmektedir.
44. madde uyarınca da Türkiye, söz konusu bölüm hükümlerinin gayrimüslim azınlıklarla ilgili oldukları ölçüde uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Birleşmiş Milletler güvencesi altına konulmalarını kabul etmektedir. Aynı maddede, azınlıklara ilişkin hükümlere ilişkin hukuki ya da fiilî meseleler üzerinde ortaya çıkacak görüş ayrılıklarının uluslararası nitelikte sayılacağı hükmü de mevcuttur. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son paragrafı şöyledir:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
Okulun bugün açılamayacağına dair gerekçe olarak gösterilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu, bu konuda bir gerekçe oluşturamaz. Nitekim bu kanunu çıkaranlar da bir çelişki görmemişlerdir ki, Ruhban Okulu, bu kanunun çıktığı 1924 yılından 1971’e kadar faaliyetini sürdürmüştür. Kapatılma gerekçesi bu kanun değildir, dolayısıyla açılmasının önündeki engel de olamaz.
Anayasanın 24. maddesinde “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” denmekte, bu da Ruhban Okulunun açılamayacağının gerekçesi olarak sunulmaktadır. Oysa Ruhban Okulu açıkken MEB’in denetimindeydi, bugün de bundan farklı bir talep yoktur. Bu madde Ruhban Okulu’nun açılamayacağını değil, Devletin denetimi altına alınmasını belirtmektedir. YÖK Başkanlığı’nın da, Ruhban Okulunun YÖK’e değil eskiden olduğu gibi MEB’e bağlı olarak açılması gerektiğini içeren bir raporu Hükümete verdiği bilinmektedir.
Özel Öğretim Kurumları Kanunun 25. maddesi, “ Bu Kanunun yayımı tarihinde mevcut olup, 23 Ağustos 1923 tarih ve 340 sayılı Kanuna bağlı Antlaşmanın 40 ve 41. maddeleriyle ilgisi bulunan okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelikle tespit edilir” demektedir. Burada sözü edilen antlaşma Lozan’dır ve bu yasa yayınlandığında Ruhban Okulu zaten açıktı. Dolayısıyla, Lozan çerçevesinden bakıldığında, Okulun özel yüksekokullara ilişkin kanun gerekçe gösterilerek kapatılmış olması hukuken Lozan’a aykırıdır. Çünkü Lozan imzalanırken bu Okul mevcuttur, 1965 yılında çıkarılmış bir yasa içerisinde addedilerek, sanki okul bu yasa ile açılmış gibi Okulun bu yasanın bazı maddelerinin iptali ile kapatılması, Anayasa’nın 90. maddesinde yer alan “uluslararası sözleşmelerin yasalardan üstünlüğü” ilkesiyle çelişmektedir.
Öte yandan, Ruhban Okulu kendi tarihi boyunca bir yüksekokul ya da üniversite olmamıştır, Lozan’a göre tanımlanmış bir azınlık okulu ya da dini bir kurumdur.
AİHM ve Heybeliada Ruhban Okulu. Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi, Rum Patrikhanesi’ni bir kurum olarak uluslararası hukuk güvencesi altına almaktadır. Okul sorunu sürmeye devam ettiği takdirde Rum Patrikhanesi’nin, AİHM’ye başvuru mekanizması da dâhil olmak üzere her türlü hukuksal yolu denemesi muhtemeldir. AİHM’nin bu tür konularda verdiği kararlardaki eğilimi, dini toplulukların özerk biçimde örgütlenmesini, devlet müdahalesine tercih ettiği yönündedir. Patrikhane veya bu kuruma bağlı birimlerin örgütlenme problemlerinin önüne gelmesi halinde, aynı eğilimde olması kuvvetle muhtemeldir.
Ayrıca, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, Türkiye’nin bir süre önce onayladığı 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme gibi birçok belge, azınlıklar konusunda Türkiye’ye yükümlülükler getirmektedir.
Rum ve Ermeni Patrikhanelerinin Çözüm Önerileri.
(a) Rum Patrikhanesi’nin bu konudaki temel isteği, 1971’de kapatılmış olan Ruhban Okulunun eski statüsüyle aynen açılmasıdır. Bundan kastedilen statü, MEB’e bağlı özel okul statüsüdür. Bilindiği gibi, Okulun yönetimi Rum Patrikhanesinde, denetimi MEB’daydı.
(b) Ermeni Patrikhanesi’nin formülü, Rum Patrikhanesi’nin dışında hemen bütün Hıristiyan cemaatlerin üzerinde anlaştıkları formüldür. Buna göre, bir devlet 4 üniversitesi bünyesinde, karşılaştırmalı din araştırmaları gibi bir ad altında, her bir din ve mezhebe yönelik olarak, örneğin Ermeni dili ve kültürü, Süryani dili ve kültürü vb. adlandırılabilecek çeşitli bölümler açılmasını öngörmektedir. Müfredatın hazırlanmasında dini liderliklerin de söz sahibi olmak istediği bu bölümler laik eğitim verecekler, ancak öğrencilerin içinden ruhanî olmak isteyenler, bölümde teorik bilgileri alırken, uygulamayı da bizzat kendi cemaatlerinin dini kurumlarında öğreneceklerdir. Bu bölümlerin mezunları yalnız ruhani değil, aynı zamanda gayrimüslimlerin okullarındaki dil ve kültür derslerine öğretmen olma gibi bir işlevi de yerine getireceklerdir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

1. Unutulmaması gereken bir nokta, laik bir devletin diğer dinlere din adamı (ruhban) yetiştiremeyeceği ya da yetiştirmemesi gerektiğidir. Bu nedenle doğru olan, devletin gözetimi ve denetimi altında, her gayrimüslim cemaatin kendi ruhbanını, parasını cemaatinden toplayarak ve elbette müfredatını belirleyerek, kendisinin yetiştirmesidir. Dünyadaki laik uygulama da bunu gerektirmektedir.
2. Sorunun çözümüne yönelik bir çekişme de, laik hassasiyeti ağır basan kesimler ile sorunu çözüme kavuşturduğu takdirde, yabancılara taviz vermekle itham edilebileceğinden çekinen Hükümet arasındadır. Aradaki güvensizlik giderildiğinde, Heybeliada Ruhban Okulu konusu sanılandan çok daha kolay bir şekilde çözülebilecektir ancak AB karşıtı çevrelerin, AB ile mücadelelerini gayrimüslimler ve Patrikhane üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları söylenebilir.
3. Öte yandan, Cumhuriyet Döneminde, Patrikhane yalnız Türkiye sınırları içerisindeki Rumların dini kurumu olarak tanımlanmaya çalışılmışsa da, son 15-20 yılın gelişmeleri sonucunda, ekümenik rolü daha fazla oynanmaya itilmektedir. Eğer büyük güçlerin bu konuda devreye girmesinden rahatsızlık duyuluyorsa, bunun çaresi, gayrimüslimlerin ve Rum Patrikhanesi’nin şikâyetçi oldukları sorunların ve eşitsizliklerin çözülmesi için çaba harcamaktır. Böylece bu konunun Türkiye-AB ve Türkiye-ABD arasındaki bir sorun olması engellenebilir.
4. Nitekim ABD’nin 2006 Yılı İnsan Hakları ve Demokrasiye Katkı Raporu’nda, Fener Rum Patrikhanesi “ekümenik” olarak nitelenerek, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve patrikhanenin ekümenik olarak tanınması istenmiştir. Gayrimüslim ve Alevilerin ibadetlerini açıkça yapamadığı savunulan raporda, Türkiye’de aralarında Protestan, Yehova Şahitleri ve Bahailik’in de bulunduğu bazı dini grupların yasaklandığı, inançların yaşanması ve dini ifade özgürlüğüne izin verilmesine ihtiyaç olduğu öne sürülmüştür.
5. Ülkemizde var olan imam hatip liseleri fiilen ilahiyat eğitimi veren lise düzeyinde okullardır. Dolayısıyla bunların Tevhid-i Tedrisat Kanununa aykırı olmadıkları kabul ediliyorsa, Hıristiyan ilahiyatı okutan bir lise ya da lise üzerine bir-iki yıl meslek eğitimi veren bir tür meslek yüksek okulunun neden mümkün olamayacağının açıklanması gerekmektedir.
6. Son olarak, konunun siyasi boyut kazandığı gerçeği göz önünde bulundurularak, özellikle AB nezdinde karşılıklılık ilkesi çerçevesinde kazan-kazan kuralı çerçevesinde çözülmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. 

Anayasal Açıdan Heybeliada Ruhban Okulu

ANAYASAL AÇIDAN HEYBELİADA RUHBAN OKULU

1. Giriş. Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu, Türkiye’nin uzun süreden beri tartıştığı konular arasındadır. Doğu Blokunun çöküşü ve küreselleşme süreciyle birlikte dini değerlerin toplumlar nezdinde yükselişe geçmesi, dinin dünya siyasetinde öneminin artıp daha belirgin bir araç olarak kullanılması, Türkiye’de hem Rum Patrikhanesi’ni hem de 1971’de kapatılmış olan Heybeliada Ruhban Okulu’nu gündeme taşımıştır.
Türkiye’nin özellikle 1990’lı yıllardan itibaren; Türkiye’nin AB üyesi olmak için çabalarını artırması, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Rusya’nın Ortodoks dünyası ve kilise ile yakından ilgilenmeye başlaması, ABD’nin Patrikhane ve onun bünyesindeki kurumlara eskisine oranla daha fazla ilgi duyması konunun stratejik öneminin artmasına, yol açmıştır.
Buna karşın AB’nin doğrudan bir koşul olmasa da, son yıllarda hemen her fırsatta telaffuz etmesi, ilerleme raporlarında yer vermesi, sorunun göz ardı edilemeyecek bir boyuta ulaştığının göstergesidir.
2. Tarihçe. Ortodoks din adamı yetiştirilmesi amacıyla ilk defa 1844 yılında, Patrik IV. Germanos’un destekleriyle Aya Triada Manastırı bünyesinde teoloji eğitimi veren Heybeliada Ruhban Okulu açılmıştır. Okulun açıldığı yıllarda gerek İstanbul’da gerekse Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde ve dışında yaşayan yüzbinlerce Ortodoks için iyi eğitim görmüş, dini vazifesini bilim ve teknolojiyle birleştirerek en iyi şekilde ifa edebilecek din adamlarına ihtiyaç duyulmaktaydı. Batı Kiliselerindeki reformlar ve kültürlü din adamları böyle bir okulun kurulmasını zorlamıştır. Heybeliada Ruhban Okulu 1844 yılındaki açılışından 1971 yılındaki kapanışına kadar (127 yıl) Aya Triada Manastırı ile bütünleşmiştir. Öğrenciler zengin kütüphanesi ile görgü ve bilgilerini arttırarak, birkaç dil öğrenerek buradan mezun oluyorlardı.
Heybeliada’daki Ruhban Okulu Türkiye’deki Hristiyan Ortodokslar için dini lider yetiştiren en köklü okuldu. Okul, 1971 yılına kadar 127 yılda tam 930 mezun vermiştir. Dünyadaki hemen hemen tüm metropolitler, başpiskoposlar, ilahiyat profesörleri, patrikler bu okuldan mezun olmuşlardır.
Bütün özel okulları devlete bağlayan 1982 Anayasasının 24. maddesi “din ve ahlak eğitimi devlet eliyle yapılır, özel okul açılamaz” diyordu. O dönemde patrikhanenin önünde 2 seçenek vardı. Ya Ruhban Okulu Türk üniversitelerden birine bağlanacak ya da okul kapatılacaktı. Patrikhane okulun kapatılmasını yeğledi.
Türkiye de Ortodoks inanışına göre ilahiyat eğitimi yapan bir başka okulun olmaması patrikhaneyi düşündürüyordu. Ama Ortodoks Rumlar okulun açılmasını dört gözle bekliyorlar. Zira Ruhban Okulu asıl olarak Fener Rum Patrikhanesine din adamı yetiştirmek için kurulmuştu.
Ruhban ihtiyacının, Patrik Bartholomeos döneminde Patrikhane’nin artık en hayatî sorunlarından biri haline gelmesiyle birlikte Patrik, 4 Nisan 1996’da zamanın Başbakanı’na bir mektup yazarak, Patrikhane’nin ruhban ihtiyacını dile getirmiş ve okulun açılmasını talep etmiştir. Uluslararası baskılar sonucunda okulun açılması konusunun, Dışişleri Bakanlığı’nın “dış ilişkilerimiz açısından yararlı olur” tavsiyesi üzerine MGK gündemine alındığı ve bir formül arandığı basında yer almıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı tarafından okulun açılmasını “gizliden gizliye desteklediği” söylenmiştir. ABD’nin de Türkiye’deki genel yüksek öğretim düzenlemeleri kapsamındaki bütün okullar gibi kurallara bağlansa da, günlük işleyişinde gerekli serbestîye sahip bir Ruhban Okulu uygulamasından yana olduğu dile getirilmiştir.
Konu son birkaç yıldır AB’nin ilerleme raporlarına da girmeye başlamış; 1964’ten beri Rumca tedrisat yapılmayan Gökçeada’daki okul ve mülkiyet sorunları dile getirilmeye başlanmıştır. Bu durum, Patrikhane’yi bu gidişatı önleme arayışlarına itmiş, Yunanistan’la çatışma pahasına da olsa, 1999’a kadar Yunanistan karşı olduğu halde Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığını desteklemiştir. Patrik, Türkiye AB üyesi olduğu takdirde, patrikhane cemaatinin yok olmasının önüne geçeceğini ummaktadır.
3. Ekümeniklik Sıfatı. Patrikhane’nin ekümenikliği meselesi, Patrikhane ile ilgili yürütülen tüm tartışmalarda gündeme getirilmekte ve tarihsel gerçekler ile bağdaşmayan yorumlar eşliğinde kullanılmaktadır. Bu da, ekümeniklik meselesinin ayrıca ele alınmasını ve gerçek bağlamında açıklanmasını gerektirmektedir. Patrikhane’nin ekümenikliği; Ortodoks kiliseler arasında koordinatörlük, diğer kiliselerle ilişkiyi yürüten merkez olma gibi işlevleri ifade eden, tarihsel ve onursal bir unvandır. Aynı zamanda fiilen, bağımsız Ortodoks kiliselerin egemenlik alanlarının dışında kalan bölgelerde, Patrikhane’nin ruhani yetki sahibi olmasıdır. Bu tanımlardan anlaşılacağı gibi, Hıristiyanlar arasında anlamı olan bir unvandır.
4. Ruhban Okulunun Tüzel Kişiliği. Türkiye Cumhuriyeti, hukuken Patrikhane’yi tanımlamamış, ona bir tüzel kişilik vermemiştir. Kuşkusuz bu tanımlamama bir siyasî tercihtir ve Cumhuriyet’in idarecilerince kaçınılması gereken, yok olması umulan bir yer olarak görülen Patrikhane’nin, muhtemelen hukukî bir güvenceye sahip olması istenmemiştir. Patrikhane Lozan’ın 42. maddesinde sözü edilen bir dini kurumdur. Bu nedenle, Patrikhane AİHM’ye gittiği takdirde mahkemenin, tüzel kişiliği olduğunu kabul etmesi büyük bir olasılıktır.
5. Mevcut Durum ve Gelişmeler. Ruhban Okulu açılsın mı açılmasın mı tartışmaları kapatıldığı günden bugüne sürüyor ve okul her dönem Türkiye’nin ve Türk hükümetlerinin önüne tekrar çıkarılmaktadır. Önceleri sadece Yunan hükümetleri Türk başbakanlarından okulun açılmasını istiyorlardı ama zamanla ABD Başkanı’ndan AB yetkililerine kadar Türkiye’nin en üst düzey görüşmelerinde Ruhban Okulu da gündeme gelmeye başlamıştır. Ak Parti Hükümeti patriğin bu isteğine olumlu baktıklarını açıklamıştır. Ancak, adımların karşılıklı atılması yani, Atina’daki Osmanlı döneminden kalma Mustafa Voyvoda Camiinin açılması talep edilmiş ve Batı Trakya’daki Türk azınlığın sorunlarına dikkat çekilmiştir.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun ya YÖK bünyesinde olması ya da MEB’e bağlı olması gerektiği dile getirilmektedir. Ancak, Patrik Bartholomeos, okulun YÖK bünyesine girerse meslek okuluna dönüşeceğini söyleyerek özerkliğini savunmaktadır.
Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili kafaları karıştıran önemli bir sorun da Okulun aslında bir üniversite değil lise dengi bir okul olduğu iddiasıdır. Nitekim bugüne kadar okul mezunlarının diplomalarında Ruhban Okulunun bir lise olduğunu gösterecek ibareler vardır. Ayrıca okulun diplomalarını İstanbul milli eğitim müdürünün imzalaması da dikkat çekiyor, şayet üniversite diploması olsaydı MEB’in imzalaması gerekecekti. Yani eğer patrikhane lise dengi bir okulsa çözümü daha basittir. Çünkü bu kez YÖK’e bağlanması gerekmeyecek, MEB’in okulun açılması için bir emir vermesi yeterli olacaktı. Eğer, Ruhban Okulu üniversite olarak kabul ediliyorsa, bu kez ya özeklik verilecek ya da okul YÖK’e bağlanacaktır.
6. Ruhban Okuluna Siyasi Bakış. Konu ilk bakışta her ne kadar hukukî bir mesele olarak görülse de, tartışmalar ister istemez siyasi bir zemine kaymaktadır. Çünkü Türkiye’de son dönemlerde AB ile ilişkiler başta olmak üzere dış politikada yaşanan değişim, bu konuda gerekli hazırlığı yapmadığı anlaşılan Devlet kurumlarında bir takım sıkıntıların yaşanmasına ve farklı algılamaların yaşanmasına neden olmaktadır. Özellikle de, dış politikadaki gelişmelerin halen Soğuk Savaş mantığı içerisinde değerlendirilmesi bu sorunların yaşanmasındaki en önemli etken olarak görülmektedir. Bu değerlendirme, Türkiye’nin dış politikadaki her gelişmeye ve soruna, tehdit algılaması çerçevesinde yaklaşmasına ve dışarıdan gelen her talebi Türkiye’nin bütünlüğüne halel getirecek bir tehlike olarak görmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla bu Okulun açılmasına yönelik en basit talepler bile Türkiye’nin bölünmesine yönelik bir girişim ya da Ülkenin geleceğini tehlikeye düşürecek bir çaba olarak algılanmakta ve tamamıyla siyasî bir zeminde değerlendirilmektedir. Bu da, konunun esas bağlamında ele alınmasını engellemektedir.
Ruhban okulunun geleceği ile ilgili olarak kamuoyunda iki temel bakış açısı bulunmaktadır;
1- Birinci (Olumsuz) görüşe göre Ruhban Okulu, Patrikhane’nin hatta Megalo İdea’nın bir parçasıdır, bu nedenle Türkiye’den, Yunanistan’ın kendisine yönelik bu yayılmacı ideolojisini besleyecek din adamları yetiştirmesine izin vermesi beklenemez. Bu görüş taraftarlarınca kimi zaman konunun, Batı Trakya Türkleri’nin sorunlarını çözmek amacıyla, Yunanistan’la karşılıklılık ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği dile getirilmektedir. Bu konuda laiklik vurgusu yapan çevrelerin başlıca kaygısı ise, Ruhban Okulu açılırsa bunun arkasından İslamî kesimin benzer nitelikte okullar açılmasını talep edebileceği ve bunun önünün alınamayarak laik sistemin bundan zarar göreceği şeklindeki kanaatidir.
2- İkinci (Olumlu) bakış açısı ise, okulun açılabilmesini ve Patrikhane’ye yönelik engellemelerin ortadan kaldırılmasını savunmaktadır. Bu ana görüş, kendi içerisinde üçe ayrılabilir:
a) Konuya daha pragmatik açılardan yaklaşılmakta, okulun açılmasının yanı sıra Patrikhane’nin içeride ve dışarıda desteklenmesinin Türkiye’ye çeşitli yararlar getireceği, Ülkenin dış politikasını ve AB üyelik sürecini rahatlatacağı dile getirilmektedir.
b) Soruna daha ilkesel düzeyde, azınlık hakları, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi gibi kavramlardan yola çıkılarak, hem Lozan hem de daha sonra imzalanan çok taraflı sözleşmeler gereği, gayrimüslimlerin zaten ruhban yetiştirme haklarının olduğu vurgulanmaktadır.
c) Osmanlı’daki Millet anlayışının etkisi altındaki görüş, iddiaların aksine İslam tarihi ve pratiğinden yola çıkarak, İslam’ın diğer dinlerin mensuplarının kendi dinlerinin gerektirdiği gibi yaşama hakkını tanımış olması tezinden hareket etmekte, Ruhban Okulunun açılmasının İslamî kesimlerin üzerinde var olduğu düşünülen kısıtlamaların kalkmasını kolaylaştıracağı ifade edilmektedir.

Yorumlar kapatıldı.