İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kuzguncuk`ta bir yanık türkü..  Hıncal Uluç

Kuzguncuk`ta bir yanık türkü..

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2010/01/09/kuzguncukta_bir_yanik_turku

HINCAL ULUÇ

Yıl 1959.. Ankara, Yeni Gün günleri.. Aramıza yeni bir arkadaş katılmış.. Sultanili Oktay.. Baba Oktay derdik. Kurtböke.. İlk ondan dinlemiştik, Kuzguncuk hikâyelerini.. Akşam üzeri gelirdik gazeteye.. Yazıları hazırlamamız gece onu falan bulurdu. Son yazıyı da dizgiye gönderdik mi, günün en tatlı kısmı başlardı.. Yazıların kurşun kalıplara dizilmesi tamamlanacak ki, mürettiphaneye inip sayfayı çatalım.. Bir saat falan ara demekti bu.. Emrullah Efendi, ekmek arası tükrük köftelerini hemen gazetenin karşısındaki köfteciden alırdı.. Paramız iyiyse, ortaya bir de, kocaman şişe tekel birası koyardık. Sırası gelen, eliyle şişenin kafasını sıyırır, bir yudum içerdi.. Ve sohbet başlardı.. Dünyanın en güzel sohbeti.. Yeni Gün`ün o genç, o canavar ekibi.. Ağbim Öcal, Ahmet Kışlalı, Yaşar Güngör, Güneş Tecelli, Başkurt Okaygün, Kurthan Fişek..

Oktay`da hikâye boldu.. Pek çoğu da Kuzguncuk üzerineydi.. Kuzguncukluydu Baba Oktay.. Orayı anlatırdı.. Ermenisi, Rumu, Yahudisi, Türkü ile nasıl bir İstanbul güzelliği, dostluğu, sevgisi yaşadıklarını anlatırdı..

Hele bir Kalyopi anlatırdı ki.. En çok onu beklerdik.. `Baba, Kalyopi`yi anlat` derdik.. Piposundan bir nefes çeker, anlatırdı, Kalyopi ile aşklarını.. Kuzguncuk Tepelerinde, Fethi Paşa Korusunda bülbül sesleri arasındaki sevişmelerini.. Sevişme de ne ki, o devirde.. El ele tutuşmalar.. Bilemedin yanakla dudağın birleştiği köşeye kondurulan kaçamak öpücükler.. O zaman aşklar, sevişmeler romantizmin doruğundaydı.. Baba Oktay, bülbül sesleri arasında Kalyopi`ye, Özdemir Asaf dizeleri aracılığı ile nasıl ilan-ı aşk ettiğini, kızın kulağına nasıl `Bir kelimeye bin anlam/ Yüklediğim zaman/ Sana sesleneceğim` dediğini anlatırdı.. Ben de çaktırmadan not ederdim o dizeleri, ertesi gün kendi sevgilimin kulağına fısıldamak için..

Sonra bitmişti Kuzguncuk.. 6-7 Eylül gelmiş, hele de Kuzguncuk`u bitirmişti.. İstanbul`u bitirmişti.. İstanbul`un güzelliğini, musikisini bir daha gelmemek üzere bitirmişti.. Artık Artaki Candan, Yorgo Baconos ve Selahattin Pınar`ın Kalamış`ta Todori`de toplanıp meşk etmelerine, o emsalsiz musikiyi yaratmalarına imkân kalmamıştı.. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin çoğu kaçmışlar, kaçmayanlar göçe zorlanmışlardı.. Kalyopi de gitmişti, ailesiyle.. Kuzguncuk Türküsü`nü izlerken Güngör Dilmen`in, hem de Kuzguncuk`ta yeni açılan Devlet Tiyatrosu sahnesinde, ağladım, ağladım, ağladım.. Dilmen`in anlattıklarına mı ağladım, yoksa, yarım asır gerilerde kalan anılara mı?.. Baba Oktay, Ahmet artık yok.. Babayı, yıllar yıllar sonra zorla göndermiştim adeta Atina`ya.. Hiç görmeden sevdiğimiz Kalyopi`den haber getirsin diye.. Babayı evlendirmiştik. Bir harika kızı olmuştu.. Haberi getirdi.. Kalyopi de orda evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmış, ama Kuzguncuk hasretiyle ölüyormuş her gün..

Ölür tabii.. İnsan vatanını özlemez mi?..

Güngör Dilmen, o zaten bayıldığım tiyatro dili ile bunu anlatıyor zaten.. İstanbul hepimizin vatanıydı, yüzlerce yıldır..

6-7 eylül faciasının ardından `Vatanına git` diye saldıranlara Dilmen`in bir Türk gencine âşık güzel Evdoksiyası, benim Kalyopim `Benim vatanım burası` diye haykırıyordu..

`Evini bana sat, memleketine git` diyenlere Dilmen`in Madam Arşalus`u `Benim memleketim bin yıldır burası` diye karşılık veriyordu.. Ama çare yok.. Gideceklerdi.. Onların evleri, onların işleri başkalarının eline geçsin diye gitmeleri gerekiyordu.. Öyle karar vermişti, birileri..

Dilmen`in oyunu zaman zaman acımasız.. Bir tokat gibi çarpıyor, sözcükler yüzünüze ve Cemal Ünlü`nün mizansenleri, o tokatları, Osmanlı Tokadına çeviriyor adeta..

Harika sahnelemiş Ünlü oyunu.. Bir defa duygusallığı doruklandıran bir müzik katmış.. Klarnet, keman, ud, piyano ve tef, canlı müzik yapıyor kenarda ve Kuzguncuklular, Türkçe, Rumca, Ermenice, Yahudice İstanbul Türküleri söylüyorlar.. Ve de o danslar.. Sirtolar, kasap havaları.. Hüzünler içinde mest oluyorsunuz..

Oyunun birinci perdesinde mutlu Kuzguncuk var.. Komşuların, adına, sanına bakmadan ölesiye dost oldukları, birlikte yaşadıkları Kuzguncuk.. Ordaki sahnelerde ağladığımı fark ettim ilk.. Güzelliklerle dolu sahnelerde..

O güzelliklerin bir daha geri gelmesinin mümkün olmadığını bildiğim için ağladım.. Kalyopi için ağladım.. Cemal Ünlü bir hainlik daha yapmış.. Sahne yok.. Oyuncular kucağımızda oynuyor adeta.. O zaman onlara bakan olmuyorsunuz. Onlardan biri, bir Kuzguncuklu oluyor, içlerine giriyorsunuz..

Oyunu anlatan iki kişi var.. Saranda`da Gülenay Kalkan müthiş.. Can Yücel`de Murat Karasu müthiş.. Minnacık Arşalus rolünde Ayşe Tunaboylu müthiş.. Genç kadronun hepsi müthiş.. Ünlü oyuncuları da çok iyi yönetmiş.. Resmen bir Kuzguncuk halkı yapmış, seyirci dahil..

Oyun bitti, ben de bittim.. Konuşamıyorum.. Yönetmen, baş oyuncular kuliste.. Kutlayamıyorum.. `Beni mazur görün` dedim.. Arabama koştum.. Eve geldim..

Son haberlere bakmak için.. Alt yazı geçti, ekrandan..

Selendi`de, Çingene mahallesini basmışlar. Evlerini yakmışlar.. Tüm Çingeneler kaçmışlar.. Civarda bir yere sığınmışlar.. Devlet onlara sıcak yemek verecekmiş..

Yorumlar kapatıldı.